21.yy’da toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmiş ahlaki, politik, din tabanlı vb. argümanların hakikat kavramında ortak bir algı çerçevesi etrafında toplandığı normlara toplumsal değerler gözüyle bakılıyor. Yerleşik hayata geçen ve toplumun tüm kesimini belli kurallar etrafında bir araya getirmeye çalışan, ilk insan topluluklarından bu yana görülmeye başlanan bu ahlak yasalarının mutlak iyiyi veya mutlak kötüyü anlama çabası çoğu zaman insanlar arasında çatışmalara yol açmış. Makro düzeyde geçmişte kabileler arasında günümüzde ise devletlerarasında belli çatışmalara zemin hazırlamıştır. Peki, burada sözünü ettiğimiz hakikat; ideolojiden bağımsız, toplumun tüm kesimi için genel geçer kabul gören mutlak bir hakikat, evrensel bir ahlak yasası olabilir mi? Tanrının mutlaklığı üzerinde bile fikir çatışması yaşayan iki ayrı toplumun mutlak bir ahlaki yasa fikri etrafında bir araya gelmesi beklenebilir mi?
Ahlaksal göreceliğin (kişinin durumu, yaşadığı kültür, duyguları) ve ahlaksal mutlaklığın (doğal yasa, vicdan, tanrı) savunucularının bile kendi argümanları ile zaman zaman çatıştığı ahlak yasalarını bütün topluma mal etmek, onları kalıplaştırılmış bu ahlak yasalarının prangalarıyla baskı altında tutmanın ahlaki yanı nedir? Fakat burada sözünü ettiğim evrensel kabul gören bu ahlak yasalarının yanında birde toplumlarda politikacılar ve üst düzey yöneticiler tarafından dayatılmaya çalışılan ahlaki bir zorunluluk yasasını sadece insanlar üzerinde egemenlik kurmak için değil, dolaylı olarak da yaşadığımız çevre, canlılar, doğa gibi birçok varlığın da üzerinde söz hakkına sahip olma arzusundan doğar. Burada Homo sapiens’in gerek kendi türü üzerinde egemenlik kurma arzusu, gerekse diğer türlerin varlığı ve en temel hakkı olan yaşama hakkının elinden alınmasını; dini, ideolojik, bilimsel, metafiziksel hangi ahlak anlayışı savunabilir? Yazıya son günlerde popüler hale gelen köpeklerin uyutulması üzerinden bir örnekle devem edelim. Burada uyutulması gerektiğini, insan çıkarlarının her şeyin üstünde olduğunu savunan Antroposentristler de olacaktır, uyutulmadan rehabilitasyonla köpek popülâsyonunun kontrol altına alınması gerektiğini, tüm canlı varlıkların yaşamak gibi içsel bir değere sahip olduğunu savunan Biyosentristler de. Elbette her iki görüşün de kendi savunmaları ve kendilerince haklı olduğunu düşündükleri iddiaları olacaktır. Fakat burada benim değinmek istediğim olayın haklılık boyutundan ziyade ahlaki boyutu. Mutlak ahlak yasalarını benimseyip ahlaki değerler ışığında hayatlarını sürdürdüğünü düşünen insanların herhangi bir canlının en temel hakkı olan yaşama hakkının elinden alınmasının ahlaki yönünü nasıl açıklayabilir? Eğer sırf insanların can güvenliği için bu hayvanların öldürülmesi gerektiğini savunacaksa, bu saf çıkarcı ideolojinin ahlaki boyutundan söz edemez çünkü burada tek taraflı bir fayda oluşuyor bu da mutlak bir ahlak yasasını gölgeler. Eğer öldürülmemesi gerektiğini savunacaksa bütün hayvanların rehabilite edilemeyeceği gerçeğini göz önünde bulundurmak ve daha objektif düşünmek gerekecek bu da ister istemez az da olsa sokak hayvanlarının bir insana zarar verebileceği olasılığını hala içinde barındırıyor olacak. Peki, bu her iki felsefi pozisyonda tarafların ikisi içinde mutlak ahlaki değer taşıyacak bir yasa olabilir mi?
Mutlak ahlak sadece tanımı gereği değil, neye dayandırılırsa dayandırılsın, neyi esas alırsa alsın ve kim buyurursa buyursun, hiçbir şekilde objektif veya evrensel olamaz. Mutlak ahlakın temellendirdiği unsurlar en az ahlak kadar görecelidir. Ahlak sadece toplumsal anlayışa göre değil aynı zamanda kendi içinde de fazlasıyla değişkenlik gösterir bu yüzden mutlak ve evrensel bir ahlak anlayışından söz edilemez.