Netflix’de bugün “Kuru Otlar Üstüne” filmini seyrettim. Film hakkında eleştiri yapan insanların çok sığ olduğuna karar verdim. Aslında eleştirilerin çoğunu da okumadım. Çünkü Nuri Bilge Ceylan hakkında benim fikrim var:” Kendi filmini yazan ve yöneten insanlar şairler gibidir. Hayatın özetini resmederler. Kısa hikaye yazanlar da öyledir.” Sanat böyle bir şeydir aslında. İnandığın, sana çarpan, dert edindiğin, sende duygusu kalan şeyi içinde tutmakta sorun yaşar ve bunu yansıtırsın. İçinde tutamadığın zaman da içinden atmak istersin.
Her sanatçının kelimeleri ve onları yerleştirme şekli farklıdır.
Filmin sonunda insanlar kar topu oynuyorlar. Oh be, dedim sonunda kar işlevini gördü! Çünkü benim için kar sevinçtir, avucuna alıp dokunacağın bir şeydir. O kadar az gördüm ki. Filmde izlediğim gibi manzaralara hiç şahit olmadım. O tarz köylerde bulunmadım.
Yönetmenin gözünden doğaya, insana baktığımız fotoğraflar var filmin içinde.
Diyaloglar çok sadece ve hayatın içinden. Beni en çok etkileyen ve bence filmin en önemli insanların hiç bahsettiğini duymadığım, o yüzden onların eksik yanları olarak gördüğüm ve küçümsediğim sahne ise Nuray’ın iki öğretmenin evine gelip hesap sorduğu sahneydi.
İngilizce Öğretmeni Nuray bir patlamada ayağını kaybetmiş. Filmin diğer kahramanları olan iki öğretmen onun arkadaşları. Bir tanesi ile bir gece şarap içip sohbet ettikten sonra birlikte oluyorlar. Diğeri ona direksiyon dersleri veriyor.
Sabah uyandığında Nuray öğretmen adama diyor ki; bu geceden arkadaşına bahsetme.
Adam eve gidince, Nuray öğretmenin kendisini yemeğe davet ettiğini sonrasında birlikte olduklarını, ukala, alaycı bir biçimde anlatıyor.
Bu olaya diğer adam çok bozuluyor.
Bir daha Nuray Öğretmen ile görüşmek istemiyor, onun telefonlarına cevap vermiyor.
Israrlı aramalarına cevap alamayan kadın, bir gece kapılarını çalıp genç adamlarının evine geliyor.
İkisini de karşısına oturtuyor:
-Telefonlarıma neden cevap vermiyorsun, adama. O geceki olay yüzünden mi? diye soruyor. Adamlar apışıp kalıyorlar.
“Sence ben artık senin gözünde arkadaşın olmaya layık değil miyim?” diyor.
“Ne yaptık da çekingenlikle başlayanlar arkadaşlık bir hak haline geldi. Bu tavırlar söyle ben bir suç mu işledim senin gözünde? Bir kız da hayal ettiğin ahlak seviyesinin altında mı kaldım?”diyor.
Yanlış anlamayın, bir kadın olarak başkalarının gözünde ilk kez sınıyorum. Bu hâlimle neler yapmaya hakkım olduğunu, neler yapabilmeye gücüm olduğunu merak ediyorum, diyor.
Bir insan olarak artık bu dünyada ne kadar yer kapladığımı anlamaya çalışıyorum.
Ben bu bacakla birlikte neler kaybettiğimi, elimde ne kaldığını bilmek zorundayım.
Acıma ya da şefkat de beklemiyorum. Bir daha görüşmeye de biliriz.
Bana öyle geliyor ki dünya güzel olan her şey daha insana ulaşamadan insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor.
Adamlar mal mal bakarken de kalkıp gidiyor.
Biz kadınların en büyük hatası varlığımızı erkekler üzerinden var etmeye çalışmak sanırım. Tamamlamak farklı bir şey, fakat karşı cinsin üzerinden kendini tanımak, şimdilerin modası fotoğraf çekip filtre yapmak kadar gerçek dışı olmalı...
Karşı cins sadece uykuda olan başka bir yanımızı ortaya çıkarmaktan öte neye yarar ki.
Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.