YÜKSEKOVA GÜNCEL - HABER MERKEZİ
İHD Hakkari Şubesi Başkanı Tayyüp Canan, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle mesaj yayınladı.
Başkan Canan,"Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemisinin yol açtığı siyasal, sosyal, ekonomik, etik ve benzeri boyutları olan küresel kriz koşullarında haklarımıza sahip çıkıyoruz. Dünyanın her yerinde halkların özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmektektedir. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde olmaktadır. Bugün tüm dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü canlandırmak en asli görevimizdir" dedi.Salgınla mücadeleyi bir önleme ve koruma eylemi olarak değil de bir güvenlik sorunu olarak ele alan siyasal iktidarın, öncelikle insan haklarını iptal etmeye yöneldiğini ifade eden Canan, "Sonuç ise başta bilgi edinme hakkı, yaşam hakkı, sağlığa erişim hakkı, çalışma hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere tüm temel hak ve özgürlüklerin sistematik olarak ihlal edilmesi olmaktadır. Siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren, toplumu kutuplaştıran, ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan, bilhassa da Kürt sorununun ve uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşı tek yöntem haline getiren politikaları sonucunda 2020 yılında ülkede yüksek sayılarda yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Anayasa’nın ve Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu 2020 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olmuştur. Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları, yeni bir boyut ve yoğunluk kazanmıştır. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir.Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakalarında OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden bir artış görülmesi ve bu tür vakaların 2020’de de yaşanması son derece endişe vericidir. Bu nedenle, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin, Batı ve Diğerleri dava grubu kapsamında zorla kaybetmeler ile ilgili Türkiye’yi izlemesi yeni kararla devam ettirilmektedir.Devletlerin insan haklarına yönelik saygısının dolayımsız göstergesi olan hapishaneler, bugün Türkiye’de siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda tıka basa dolu durumdadırlar. Yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerinin yaşandığı yerlerdir. Covid-19 salgını açısından en riskli yerlerin başında hapishaneler gelmektedir. Uluslararası insan hakları otoritelerinin evrensel standart ve normları hatırlatarak yaptığı uyarı ve çağrılara karşın ‘7242 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da yapılan son değişiklikten sadece eleştirel veya muhalif görüşlerini ifade edenler de dahil olmak üzere yeterli yasal dayanak olmadan alıkonulan gazeteciler, akademisyenler, insan hakları savunucuları, avukatlar, seçilmiş siyasiler ve özellikle Covid-19’a karşı savunmasız olan yaşlı ve ağır hasta mahpuslar Terörle Mücadele Kanunu gerekçe gösterilmesi nedeniyle yararlanamamıştır. Salgının ulaştığı boyut göz önüne alındığında yeni kayıplar ve hak ihlalleri yaşanmadan derhal söz konusu otoritelerin uyarı ve çağrılarına uygun yeni düzenlemeler yapılmalıdır.2020 de bir önceki yıl gibi toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü açısından kısıtlama ve ihlallerin kural, özgürlüklerin kullanımının ise istisna olduğu bir yıl olmuştur. Yıl içinde siyasi parti üyeleri, işçiler, köylüler, öğrenciler, avukatlar, kadınlar, LGBTİQ+ bireyler ve hak savunucuları başta olmak üzere hemen her toplumsal kesimden kişi ve gruplar toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini mülki amirlerin yasakları ve/veya kolluk güçlerinin fiili müdahaleleri sonucunda kullanamamışlardır.Türkiye’de yurttaşlar, toplu olarak bir araya gelip düşüncelerini açıklayamadıkları için örgütlenme özgürlüklerini de kullanamamakta, müşterek geleceklerini şekillendirmek üzere sivil ve kamusal alana örgütlü olarak katılamamaktadırlar. 2020 yılında insan hakları örgütlerinin, dernek, vakıf, emek ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin çok sayıda üye ve yöneticisi gözaltına alınmış, tutuklanmış, haklarında açılan davalar ile üzerlerinde baskı oluşturulmaya çalışılmıştır. Belediye eşbaşkanları, belediye meclis üyeleri görevden alınmış, yerlerine kayyım atanmıştır. Dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekilleri tutuklanmıştır. Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin binalarına saldırılar olmuştur.Hak savunucuları olarak bizler, Kürt sorununun her zaman demokratik, barışçıl ve adil çözümünü savunduk. Bunda ısrarlıyız. O nedenle, çatışmaların hemen şimdi durmasını istiyoruz. Çatışmasızlık ortamının tesisi ile birlikte çatışmasızlık halinin yaşanan olumsuzluklardan da hareketle tahkim edilmiş bir hale getirilerek güçlendirilmesi, izlenmesi ve toplumsal barışın sağlanabilmesi için tüm tarafların içtenlikli, etkin programlar geliştirmesi gerekmektedir. Bu bağlamda yeni barış sürecinin inşası için Selahattin Demirtaş şahsında seçilmiş Kürt siyasetçilerin siyasi rehine durumuna son verilmeli, siyasi mahpusların derhal tahliye edilmesi sağlanmalıdır.2020 yılında kadına yönelik erkek şiddetinde maalesef bir gerileme, olumlu denebilecek bir gelişme yaşanmadı. Buna karşın siyasal iktidar, “Türk aile yapısını bozduğu”, “eşcinselliğe yasal zemin hazırladığı” vb. gerekçeler ile kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen İstanbul Sözleşmesi’ni hedef haline getirdi. Öte yandan Covid-19 salgının çok sayıda insanı işsiz bırakan ya da eve kapatan şartları, kadınlar için çok daha ağır bir tabloyu beraberinde getirdi. Dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde karantina koşulları kadınların cinsel, ekonomik, fiziksel şiddetle çok daha fazla karşılaşması anlamına geldi, Türkiye’de de şiddete ilişkin gözlem raporları benzer bir duruma işaret ediyor. Tüm bunlar İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar için nedenli yaşamsal olduğunu bir kez daha açıkça göstermektedir. Artık Türkiye toplumunun bir parçası, asli unsuru haline gelen sığınmacı/mülteci/göçmenler, hala her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye yoğun bir şekilde maruz kalıyorlar. 2020 yılında kolluk güçlerinin, sivil kişilerin ırkçı ve nefret içerikli şiddetine maruz kalan sığınmacı ve mülteciler yaşamlarını yitirdiler. İnsan kaçakçıları tarafından ölüme sürüklendiler. Salgının fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik tüm sonuçlarını en ağır bir şekilde yaşayan sığınmacı ve mülteciler, ne yazık ki toplumumuz açısından görmezden gelinen, hatta gözden çıkarılan hayatlar oldular.Türkiye son kırk yılın en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Yıllardır uygulanan borçlanmaya dayalı neoliberal ekonomi politikalarının sebep olduğu yoksullaşma, güvencesizleşme ve örgütsüzleşme, OHAL uygulamaları ile daha da derinleşmiş ve süreklilik kazanmıştır. Covid-19 salgını ile birlikte bu tablo daha vahim bir görünüm kazanmıştır. Ülkede hem biyolojik hem de sosyal yaşamını sürdürülebilmesi için salgın koşullarında çalışmak zorunda olan milyonlarca kişi bulunmaktadır. Evlerde kalma şansına sahip olmayan, şantiyelerde, fabrikalarda, marketlerde yeterli önlemlerin alınmadığı koşullarda çalışmak zorunda kalan/bırakılan bu kişilerin maruz kaldığı hak ihlalleri büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Bu ihlallerin en başında ise iş cinayetleri gelmektedir. Yıl içinde yaşanan iş cinayetlerinin toplam sayısı içinde, tüm tespit zorluklarına karşın, Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiren işçilerin sayısı azımsanmayacak bir orandadır. İşsizlik ve yoksulluk en çok kadınları, çocukları ve mülteci ve sığınmacıları etkilemektedir.Siyasi iktidarın insan hakları ve yargı alanında reform söylemleri ise bu tablo altında gerçekleşebilecek bir vaat olarak görülmemelidir. Gereçekten bir reform yapılmak isteniyorsa kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı yeni ve demokratik bir anayasanın yapılması ve geçmişle yüzleşmeyi sağlayacak gerçek bir çatışma çözüm sürecine girilmesi bir zorunluluktur. Bu adımlar atılmadan yapılacak şey reform değil, ancak uluslararası taleplere cevaben yapılan bir vitrin düznlemesi olur. Var oluş nedenleri hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak için çabalarımız ve mücadelemiz sürecektir. Dün olduğu gibi bundan sonra da tüm zorluklara karşın ihlalleri belgeleyip, raporlayarak görünür kılmaya, böylelikle önlemeye, cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarına saygıyı yükseltmeye devam edeceğiz''.İfadelerini kullandı.
Güncelleme Tarihi: 25 Aralık 2020, 00:41