Toplumun Ahlaki Çöküşü

Günümüz toplumsal gerçekçiliğin geldiği süreç üzerinedüşündüğümüzde ahlaki değerlerin zayıfladığı ve toplumun tüm kesimleri için ahlaki bir çöküşün önüne geçilmesinin neredeyse imkânsız hale geldiği bir sürece doğru ilerlediğimiz gerçeği yadsınamaz. Bireyselliğin merkeze alınması, tüketimkültürünün yaygınlaşması, teknolojik ilerlemelerin yarattığı zorunluklar ve daha sayabileceğimiz buna benzer birçoketkenin toplumun ahlaki değerlerini, duygudaşlık ve sorumluluk bilincini arka plana itmeyi zorunluluk haline getirdiğine tanık oluyoruz. 

Karmaşık aile yapısının ve çok yönlü iletişimin olduğu toplumlarda bile yakın ilişkilerin sistematik bir biçimde yerini derin bir boşluğa bıraktığını ve bu boşluğun derin bir yalnızlık duygusunu körüklemenin yanı sıra toplumsal açıdan farklı sonuçlara mahal verdiğini de söyleyebiliriz. Gerek yaşadığımız toplum düzeyinde gerekse evrensel açıdan değerlendirdiğimizde yaşanan çatışmaların, tahammülsüzlüğün, intiharların, cinayetlerin temelinde tatminkâr olmamanın yarattığı bu duygusal boşluğun yer edindiğini netlikle söyleyebiliriz. Bireylerin bu hızlı değişimler karşısındaki tutumları çoğu zaman bir sersemlik hali yaratmakta ve bu ikilemde ruhsal bir çöküşün kaçınılmaz gerçeğiyle kucaklaşmaktan başka seçenekleri de kalmıyor.Sosyolojik ve psikolojik travmaların altındaki nedenlerin yarattığı toplumsal düzen ve ahlaki değerlerin yitirilmesiüzerindeki bu ikilem sosyal çöküşü ve ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getirmiş oluyor.

Toplumsal değerlerin, ahlaki perspektif ve sosyal çevreye karşı sorumluluk bilincinin erozyona uğradığı, teorik olarak anlam bütünlüğünü yitirmiş, toplumun temel yapısını oluşturan dinamiklerin ve bu dinamiklerdeki çatlakların yarattığı bilinçsizlik, suç oranının her geçen gün daha da artmasına, toplumsal değerlerin kaybına neden olmaktadır. 

Basit bir örgütsel yapı oluşturmakla var olan sorunda derin bir çözümlemeye gidebileceğimiz yanılgısı bu yapının çatışmasızbir yok oluşla daha karmaşık bir hale geleceğini idrak edebilmeliyiz.​Var olan sorunun menzilinin daraltılmaya çalışılması sorunu çözmek yerine toplumu topyekûn yeni ve baş edilemez bir çıkmaza sokma eylemini gerçekleştirmeye zemin hazırlar. Burada; yaşamın kutsallığının, beşerieylemlerin mutlak bir düzlemde yeniden ele alınması, insan duygularının eylemle çatışmasını ilk ve en birincil sorun olarak ele alma ihtiyacı amoral olan bu yozlaşmanın önüne minimum düzeyde de olsa set örebileceğini söyleyebiliriz. 

YORUM EKLE