Günler boyunca kızgın kumları yutmakta olduğunu unutmamıştı.
Gözlerini sonsuzluk kadar uzun ve geniş gecedeki gökyüzüne dikmiş, kendi yazgısının rehberliğini yapmakta olan yıldızını arıyordu.
Yüzü buruştu ve dudakları biçimsiz bir şekilde geri doğru genişçe açıldı. Hıçkırıklar ve iniltilerle ayağa kalkmaya çalıştı.
Uzun zamandır ölüyordum, uzun zamandır... Geç kalmışlığına sitem doluydu. Yıldız parıltısını ona doğru uzunca bir ark gibi uzatmıştı. O ışık demetlerinin üzerinden su akmaya başlamış ve beyaz köpükleri kumların üstüne düşmekte idi...
Başını iki yana salladı, tekrar hıçkırmaya başladı. Çok geç kaldın, çok geç dedi. Yıldız ışık arkını ağzına doğru yaklaştırsa da, çenesini kitler gibi kapatarak içmekten kaçınıyordu. Hali şaşkınlık uyandırmıştı. Yıldız bocalamaya ve ne istediğini veya ne istemediğini anlamaya çalışmak için biraz geri çekti arkı. Sular kumların üstüne akmaya ve onları çamurlaştırmaya devam ediyordu.
Gözlerini ıslanan kumlara dikerek, söylenmeye başladı. Çok kum yuttum yokluğunda, şimdi su ilaç değil, ölüm benim için...
Toz halindeki kum taneciklerinin, suyla buluşursa içinde kütlelere dönüşmesinden korkuyordu. Ama anlatamıyordu, sadece hıçkırıklarla kavga eder gibi görünüyordu. Yıldız ise, hala onu anlamaya çalışan bakışlarla bakıyor, tepkilerine inciniyordu.
Kendisinin, bu kadar beklenmiş olduğuna dair bir fikri yoktu. Her zamanki umursamaz hallerine ne olmuştu bunun diye düşünmeden edemedi.
Gökyüzüne olan merakı, onların yolunu gençliğinde kesiştirmişti. Yazgımın yıldızı dediği gün, artık o yıldızı kendisine esir etmiş ve onu kendisinin rehberi olmaya mecbur etmişti. Gerek hayatta, gerek doğada ne zaman yolundan kuşkuya düşse, dönüp kendi yıldızının parıltılarına bakar, ona göre yol alırdı.
Öyledir çünkü bağlılığın itirafı, bağlanılanın sorumluluğunun başlangıcıdır. Bağlanan esir alır bağlanılanı. Ondaki o duygunun berraklığına, yakışır tutumlara sahip olmak zorundadır artık.
Aralarındaki bu bağdan hiç sızlanmamıştı yıldız. Hatta kendi yolculuğuna eşlik etmeye arzulu bu serserinin varlığından memnuniyet te duyduğu söylenebilir. Kafası her karıştığında, onu gitmek istediği yöne doğru çekmek, yürümeye çalıştığı yollarda, yolu onun için güvenilir kılacak işaretler bırakmak, kendi yolculuğunun serüvenine sevimli boyutlar katmıştı.
Ama bu gece karanlık zifiri idi ve rüzgar ha bire kumları savurarak, aralarındaki bağı kıskançlıkla dövmeye çalışıyordu.
Bu umutsuz atmosfer, ilişkilerine yeni bir boyutu dayatıyordu. Ya her şey burada bitecek ya da ikisinden biri yeni bir adım düşünecek...
Yıldız, ondaki histerik hali görmüş ve bir şey yapması gerekenin kendisi olduğuna hükmetmişti. Gökten vazgeçecek ve çöle onun yanına inecekti... Bunun bir bedeli var mıydı? Bu bedel, sıcaktan ve kum tozları yutmaktan darmadağın olmuş bu serseri için değer miydi!
Hıçkırmaktan da, sitem etmekten de yorulmuş ve dizlerinin üstüne yığılırcasına oturmuştu. Yıldıza bakmaktan da vazgeçmişti. Ona göre, o zaten onu çok önceden terk etmişti. Öyle ya, yoksa yol çöle evrildiğinde neden ortalıkta görünmemiş ve kendisine doğrultusunu işaret etmemişti.
Yıldız daha fazla dayanamadı ve gökyüzünden düşünmeden inmeye başladı. Farkında olmadan o da kendisine bağlanmıştı galiba. Artık yükseklerde seyir eden bir yazgı rehberi değil, onunla kendisini eşitlemeyi yeğlemiş bir arkadaş, bir dost belki de daha ötesi olmuştu.
Onun için yapabileceği fazla bir şey yoktu, sadece sırtına sırtını vererek yalnız olmadığını his ettirebilecekti.
Uzunca bir süre öyle kaldılar. Zaman aktıkça sabahın yakınlaştığını his etti birden. Yıldızı yanına inmiş, şimdi sırtı sırtındaydı. Bu hali, kendi sonuna rıza gibiydi. Hayır olamaz, olmamalı diye geçirdi içinden. Yıldızı sırtladığı gibi, sabahın büyüyeceği yönün aksi istikametine doğru, düşe kalka koşmaya başladı. Ömrü gecede sürdüğü sürece, yıldızına hayat olacaktı. Gök, gözyaşlarıyla ıslattı kumları. Rüzgar, kıskançlığın hükmünü yitirdiği kıvama ulaştı ve hürmetinin bir ifadesi olarak onların yanından çekildi.
Bir sevda hayat bulmuştu, ömrü geceye yazgılı...