kaçak bahis

deneme bonusu

casino siteleri

canlı bahis siteleri

deneme bonusu veren siteler

bahis siteleri

porno izle

kaçak bahis

deneme bonusu

casino siteleri

canlı bahis siteleri

deneme bonusu veren siteler

bahis siteleri

porno izle

Yalan rüzgarı

Milyar dolarları saymaktan bitap düşenler son üç ay boyunca bir defa bile "O telefon konuşmasındaki cümleler bana ait değil" deme ihtiyacı duymadılar. "Bunlar komplo, montaj" deyip durdular. Tamam da ne? Doğru mu?

Yalan rüzgarı
Aldırışsızlık belki çok sıradan bir tavır gibi görünebilir, ancak insanlık tarihinde çok şiddetli etkiler yaratmıştır. Nazi Almanyası’nda Yahudiler ölüme gönderilirken, Alman halkının ezici çoğunluğu ne olup bittiğinin farkındayken bile aldırışsızlığı tercih etmişti. Ermeniler Deyr-i Zor Çölü’ne zorlanırken, Türkler ve Kürtler de büyük çoğunlukla aynı aldırışsızlığı sergilemişlerdi. Özet yapmak daima sorunlu bir yöntem. Fakat bu riske girmek gerekiyor. Toplumları felakete götüren tüm tarihi örneklerde önce hakikatten vazgeçiliyor, ardından insanlar ölüyor, kitleler aldırışsızlık sergilemeye alıştırılıyor. Ve akabinde kitleler yok edilip tüm hakikatler inkar ediliyor. Kabaca da olsa bu örüntünün tüm vakalarda ortak olduğunu ileri sürebilirim.

 

Gruplar çağı

İspanyol filozof Ortega Y. Gasset geçen yüzyılı, “kitlelerin çağı” olarak ilan etmişti. İçinde bulunduğumuz çağ için isim verme konusunda bir enflasyon mevcut. Bir tanım da biz eklersek sanırım fazla ileri gitmiş olmayız. ‘Gruplar çağı’nı yaşıyoruz. Dini, siyasal, kültürel, sınıfaltı, modaya dayalı gruplar… Aslında bir gruplar çokluğu sözkonusu. Doğrusu aralarında beklenmedik kesişmeler sergileyen ağ tarzı bir ilişki de sergiliyorlar. Ağın her düğümü bir gruplaşma merkezini oluşturuyor. Sürekli ve konjonktürel akıntılara göre gerilim, çatışma, ittifak, dönüşüm vb. durumlar da sergileyebiliyorlar. Yaşadığımız son seçim süreci Türkiye ’deki dinsel gruplar hakkında hepimize çok çarpıcı veriler sundu. Bu gruplar sınıfsal yapıları, modernizimle ilişkileri, ümmet-milliyet hattındaki tavırları konusunda farklılaşıyor. 17 Aralık sonrasında ortalığa saçılanlar ve karşılıklı sergilenen tavırlar asgari bir ahlaki ölçüye sahip, biraz demokrasiye duyarlılığı olan ve siyaseti halkın iradesini ortaya koyması olarak algılayan herkes için tam bir hayal kırıklığı olmanın da ötesinde, insanı “artık orada kimse yok” ruh haline sürükleyecek düzeyde yaşandı. Elbette sosyalistler, Kürt siyasal hareketi ve Antikapitalist Müslümanlar vb. bazı çevreler, bu dini grupların içyüzü konusunda bazı güçlü içgörü ve deneyimlere sahipti. Ancak açıkça söylemeliyim ki, bu kadar açıktan ve pornografik tarzda görmek insanı ürkütüyor.

 

Yalanın caizliği

İslamiyet’te yalan söylemenin caiz olduğu üç durumdan söz edilir: Ailenin sadakatini korumak, düşmana bilgi vermemek ve toplumun huzurunu korumak… Doğrusu bunlar ahlak felsefesi açısından tartışılmayı hak ediyor. Ama şimdi karşı karşıya bulunduğumuz durum çok çok daha acil. Zira pornografiye varan bir yalan rüzgarı var ortada ve bu halen devam ediyor. Makyevelist “mübah” düsturunun cılkını çıkartan bir yalancılık hem de! Sözkonusu iki dini grup sanki son 10 yıldır bu ülkede her türlü yolsuzluğu, inkarı, hukuksuzluğu birlikte yapmamışlar gibi biri “erdem” rolünü oynamaya çalışırken, diğeri “ne istediniz de vermedik” diyerek aldatılmış sevgili havasını çalıp durdu. Tam bir müsamere! Milyar dolarları saymaktan bitap düşenler son üç ay boyunca bir defa bile “O telefon konuşmasındaki cümleler bana ait değil” deme ihtiyacı duymadılar. “Bunlar komplo, montaj” deyip durdular. Tamam da ne? Doğru mu? Derken yalanlar yalanları davet etti ve milyarlarca doları kontrol eden bir diğer grubun lideri “bir ceketim var” diyerek hepimizle dalga geçer gibiydi.

Dinlerin ahlakla ilişkisi hep tartışılan bir konudur. Anlaşılan bu tartışma hiç bitmeyecek. Türkiye siyasetindeki dini grupların yalan ve yolsuzluklarına bakılırsa dini aidiyet ahlaksızlıklara hiçbir engel oluşturmuyor. Hatta din, yalana inandırıcılık kazandırmakta araçsallaştırılıyor. Son 1500 yıldır bu topraklarda etkili bir örtü olarak kullanılan din, özellikle grup içindeki her türlü yalan, yolsuzluk ve tacize rağmen dış gruplara karşı “savunma” iddiasıyla örtü olarak kullanılmaktan kendini kurtaramıyor. Sahnedeki görüntü ise, takva sahibi adil vatandaş temsilidir!

 

Dar-ül Harp

17 Aralık sonrasında ne kadar büyük bir yalanla, ikiyüzlülük ve yolsuzluklarla yaşandığını hepimiz gördük. Mısır, Libya, Suriye gibi ülkelerde Müslüman Kardeşler ve selefi-cihatçı gruplar tarafından sergilenen yalan, dehşet, vahşet ve kendisi dışındaki herkese karşı nefret oldukça kanlı sonuçlar doğururken, Türkiye’de sınırsız pişkinlikteki yalan, başkalarının malına karşı müthiş bir açgözlülük ve eldeki gücü-iktidarı kullanmaktaki acımasızlık mahrem konuşmalarla ortalığa saçıldı. Hepsinin en temel ortak yanı, dış gruplara karşı/kendilerinden olmayanlara karşı vicdandan yoksunluktu!

 

Tam da burada mevcut tablo, İslami çevreleri çok ciddi bir tartışmayla karşı karşıya bırakıyor: l. Yalana verilen cevaza sınırlar getirilecek mi? ll. Dinlerinden, mezheplerinden hatta gruplarından olmayanlara karşı vicdani sorumluluk taşınacak mı yoksa “Dar-ül Harp” mantığı sürdürülecek mi? lll- Başta “doğru”nun tek kaynağının kendisi olduğu inancı da dahil İslamın temel dogma ve kabulleri ile eşitlik ve adalet nasıl sağlanacak? Zira ötekilerin hepsine “doğru yola ulaşmamış kafirler” muamelesi yapmakla yalan ve hırsızlık sergilemek ilgililerde zerre kadar utanç duygusu yaratmamış gibi duruyor. llll. Önemli bir “iktisadi” sorun var; sözde hayır kurumlarına yapılan milyon dolarlık bağışlar zekat-sermaye olarak adlandırılabilir mi?

Halk dalkavukluğu

 

Birkaç yıl önce bir yazımda “dinin geri dönüşü”nden bahsetmiştim. Kısa sürmüş gibi görünüyor. “Dinin çöküşü”nden söz etmenin zamanıdır. Din dogmaları, kural ve ritüelleri ile devletçi zihniyete çok erken teslim olmuştu. Bugün ise, kapitalizmle girdiği ilişki -ki Türkiye’de en çok ses çıkaran iki grubun kavgası bunun rantı içindir- dinin ahlaki iddialarını çöküntüyle yüzyüze bıraktı, “toplumsal selamet”, “adalet” iddialarını ise grup içi çürüme ve sahtekarlık bitirdi. Bütün “çöküntü” hareketleri sahneyi epey çatışmalı terk eder. Zaten Türkiye’nin çevresi bunun çokça örneğini sunuyor. Ülkemizde nasıl seyredeceğini, yaşayarak göreceğiz. Dışişlerinde konuşulup basına sızanlar bunun güçlü ipuçlarını veriyor.

Seçim boyunca yatak-yorganlarını kanal stüdyolarına taşıyan yorumcular, sonuçlara bakarak “Halk şu mesajı verdi”, “Sandıktan demokrasi çıktı” gibi ezber laflar söyleyip durdular. Halk dalkavukluğu, çok eskiden beri demokrasinin problemlerinden biri. Açıkçası seçim sonuçları egemenler tarafından iradesizleştirilen yığınların korkunç bir aldırışsızlık düzeyine vardığını gösteriyor. Ve bu herkesin ciddi şekilde kaygılanması gereken bir durum. Yalan ve yolsuzluk karşısında bir yazar, “Ses onunkine benziyor ama ben inanmak istemiyorum” diyebilmişti. Sözün bittiği yer dedikleri bu olsa gerek. Ne acıdır ki, Türkiye toplumunun en az yarısı “Evet yolsuzluk yapılıyor ama bize de bir şeyler veriyorlar” diyerek aldırışsızlığı korkunç bir sinizm düzeyine ulaştırmış durumda. Diğer yarısı mı? O da bütün aynaları kırıp “Ben değil, yalancı ve hırsız o” deme aymazlığıyla 1930 iklimine takılı kalmış durumda.

Mevcut aldırışsızlık Kürt halkının çözüm taleplerini ve ezilenlerin demokrasi taleplerini bile ticari pazarlık zeminine çekerek büyük tehlike işaretleri veriyor. Elbette BDP /HDP ittifakı şu an bu topraklarda bu ülkenin devamı, geleceği ve toplumun selameti için yegâne umut kaynağı. Uzun bir geleceğin ilk adımını attık. Evet, hepimizin işi çok zor. Zira dayatılan kutuplaşma, ahlaki- siyasi çöküntü ve aldırışsızlık Türkiye’de toplum olup olmamak gibi bir sorun gündeme getirdi. Demokratik, politik ve ahlaki toplumu daha fazla savunmak zorundayız!

 

* Bağımsız milletvekili

RADİKAL

Güncelleme Tarihi: 05 Mayıs 2014, 10:18
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER