Der ki:
Cumhurbaşkanı partili değildir.
Cumhurbaşkanı tarafsızdır.
Cumhurbaşkanı partiler üstüdür.
Der ki:
Bu memlekette başkanlık sistemi değil, parlamenter sistemgeçerlidir.
Böyle olduğu için de, cumhurbaşkanı tarafsız, partiler üstüdür.
Bu nedenle de, cumhurbaşkanı bir partili gibi davranamaz, der anayasa.
İyi güzel.
Tayyip Erdoğan öyle mi?
Hayır.
Tarafsız mı?
Hayır.
Partiler üstü mü?
Hayır.
Partili gibi davranmıyor mu?
Hayır, davranıyor.
Üstelik, meydan meydan dolaşıp AKP’nin seçim propagandasını yapıyor. Muhalefet partilerine her Allah’ın günü çatıyor.
Bu ne demek?
Seçim yasaklarını çiğnemekten başka ne olabilir ki?
Anayasayı delik deşik etmekten başka ne olabilir ki?
Erdoğan’ın her Allah’ın günü yaptığı iş bu:
Anayasayı ihlal etmek!
Ayrıca, ‘anayasa suçu’nu gizleyip sakladığı yok Erdoğan’ın.
‘Anayasayı bekleme odası’na aldığını kendi ağzıyla itiraf eden de o.
YSK’ya sunulan ihlaller listesi
Erdoğan’ın her Allah’ın günü yaptığı iş bu: Anayasa'yı ihlal etmek!
HDP, Erdoğan’ın anayasa ihlalleri karşısında çareyi Yüksek Seçim Kurulu’na başvurmakta bulmuş.
Demiş ki:
Erdoğan, tarafsızlığa aykırı davranıyor.
Demiş ki:
Tarafsızlık yeminini çiğniyor.
Demiş ki:
Parti yöneticisi gibi hareket ediyor.
Demiş ki:
Mitingler düzenliyor.
Demiş ki:
HDP’ye ve muhalefet partilerine çatıyor.
Demiş ki:
Toplu açılışlar yapıyor.
Demiş ki:
Kutsal dini duyguları istismar ediyor.
Demiş ki:
Dini semboller kullanıyor.
Demiş ki:
AKP’nin ‘propaganda’sını yapıyor.
Demiş ki:
AKP’ye 400 milletvekili istiyor.
Erdoğan’ın YSK’sı
Peki, HDP’nin bu başvurusu karşısında Yüksek Seçim Kurulu ne yapmış?
Oralı bile olmamış.
HDP’nin başvurusunu reddetmiş…
O kadar.
Şaşırtıcı mı?
Elbette değil.
Anayasa'nın Cumhurbaşkanı tarafından ‘bekleme odası’na buyur edildiği bir memlekette yaşıyoruz.
Polislerin savcıları dinlemedikleri bir memleket burası…
Savcıların mahkeme kararlarını boşladıkları bir memleketimiz var.
Yargıçların kararlarından dolayı tutuklanıp hapse atıldıkları bir memlekette yaşıyoruz.
Hukukun böylesine yerle bir edildiği bir memlekette, seçim yasaklarını herkesin gözlerinin içine baka baka çiğneyen bir cumhurbaşkanı karşısında, Yüksek Seçim Kurulu’nun HDP başvurusunu reddetmesi, eski deyişle, eşyanın tabiatına uygun.
Sessiz kalmamak…
Yeni yayımlanan bir araştırmaya göre Türkiye’deki rejimi diktatörlüğe yakın bulanların oranı: Yüzde 43,4
O zaman bu satırları neden yazıyorsun HC, başka işle uğraşsana diyebilirsiniz.
Belki biraz inatçıyım.
Ya da takıntılı…
Bir cumhurbaşkanı, gözlerimin önünde her gün hukuku yerle bir ediyorsa, ben de her gün buna olan itirazımı kayda geçirmek istiyorum.
Hepsi bu.
Veyahut yapabildiğim bu.
Sessiz kalmamak!
Hukukun üstünlüğünü elimden geldiğince savunmak.
Derdim bu.
Yaptığım bu.
Bakın, yeni yayımlanan bir araştırmanın sonuçları şöyle:
Türkiye’de demokrasinin işleyişinden memnun olmayanların oranı:
2011, yüzde 33.
2015, yüzde 45.
Türkiye demokrasisini demokrasiye yakın bulan kamuoyu oranları:
2007, yüzde 48.
2011’de yüzde 47,6.
2015’de yüzde 36,1.
Türkiye’deki rejimi diktatörlüğe yakın bulanların oranı:
2007’de yüzde 23,6.
2015’de yüzde 43,4. (*)
‘Türk olmanın kıvancıyla bu yargının utancı’
Vaziyet parlak değil.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğünden, özgürlükler düzeninden her geçen gün uzaklaşan bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Ne yazık ki öyle.
Yılların hukukçusu, Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçukbu yakınlarda günlüğüne şu notu düşmüş:
Akşam haberleri:
Tutukluları salıveren asliye ceza mahkemesi yargıçlarıterör suçlamasıyla tutuklandılar, tutuklanıyorlar.
Şaşkınlıklar ve kaygılar içindeyim.
Suçlananlar ile yargılayanların izlerinin birbirine karıştığı noktadayız.
Türk olmanın kıvancını, böyle bir yargıya sahip toplumun üyesi olmanın utancını birlikte yaşıyorum.
Herkes aklını başına toplamalı, yargının nasıl bağımsız ve yansız kılınacağını iyi niyetle düşünmelidir. (**)
Evet öyle.
Hukuk ve demokrasi adına gerçekten utanç verici bir dönemden geçiyoruz.
Dileğim, Türkiye’ye bu utancı yaşatanlardan, bu toprakların tarihine böylesine kepaze sayfalar ekleyenlerden 7 Haziran’da hesap sorulmasıdır.