Kader bu, bizi birbirimize bağlayan
ne kadar inkar edildiğinin bi önemi yok
gitarın telleriyle..
Her ne zaman duyarsan
bir gitarın ağladığını
işte o zaman kayboluruz
gözyaşı dökmek arzusuyla..
Ey benim ülkemin insanları
şimdi anladım,
taşıdığım bu hüznü
senden aldığımı..
Üzüntüm o kadar kırılgan ki,
acımın dinmesine izin verirsem
ızdırabım daha da artacak
(Sanatçı: Mariza
Şarkı: O Gente Da Minha Terra)
“Siz gidin ben kalacağım.” Deniz Fırat
Etrafımız, insanlığımızdan tiksindiren bir canilik ile çevrelenmiş. Canlarımıza kıyanlar, onları seyredenler ya da el altından sırtlarını sıvazlayanlar.
Savaş bu bile diyemiyor insan. Kuralları olan ve kendi içinde doğasına uygun bir ahlaka sahip olana denir savaş. Bu, kuralsız bataklığa direnen güllerin öyküsüdür bence. Herşeyi, herkesi yok etmeye yönelmiş Saddam milliyetçiliğinin kinidir, İŞİD denilen yapının ruhunu oluşturan.
Masumken kendilerine zulm edilmişlerden olsaydılar, muhtemelen bu kadar pervasız bir nefret dökülmezdi ortalığa. Bu pervasızlık, bir masumun öfkesinden çok, parçalanmış bir kibrin yarattığı kinden besleniyor. Kendilerine yönelik bir zülmü ortadan kaldırmaya ve masumları koruyan bir adalet arayışına değil, yıkılmış bir kibrin yeniden tesisine odaklanılmıştır.
Çocuklara, kadınlara ve yaşlılara yönelmek, o kinin vicdanları nasıl devre dışı bıraktığının göstergesi.
Bir de bunu dünyanın geri kalanına teşhir etmek için canını ortaya koyanlar var. Deniz gibi gazeteciler.
Ortadoğudaki tüm halklara kör bir şiddeti dayatıyorlar, en çokta kurbanı Kürtlerden istiyorlar.
Bu halk kendisine duyulan nefretle yaşamaya da, o nefrete direnmeye de alışık. Hala ortadoğuda iyi ve güzelin öğüdünü verebiliyor.
Dayattığınız kör şiddetin ağırlığı ve zorluğuna rağmen hem de...
Bütün dünya kadınları duyun, günlerdir süren ve halende devam eden savaş bir Kadını daha aldı bizden.
Evet çok kadın aldı, çok çocuk aldı. Haberleri izlerken acıyan canım daha derinden acıdı. Bir kadın gazeteci savaşın en yoğun ve sıcak olduğu bölgede, savaşın gerçekliğini, acımasızlığını ve orada olup bitenleri üç maymunu oynayan kör, sağır ve dilsiz dünyaya aktarıyordu. Kürtler öldürülüyor, êzidî Kürlerin kızları, kadınları kaçırılıyor, çocukları susuzluktan, açlıktan ölüyor diye haberleri yapma çabası ile savaşın merkezinde kalıyor..
Deniz Fırat, bu savaşta hepimize ve bütün dünyaya şunu bir kez daha gösterdi; çocuklar ölürken, kadınlar kaçırılırken, toprağım işgal edilmeye çalışılırken ben masa başında gazetecilik yapmam. Gazeteciysem mesleğimin hakkını verir o çocukların yanında durur, onların yaşamak için mücadelelerine tanık olurum ve sizleride tanık ederim dedi.
Söz konusu Kürtler olunca üç maymunu oynayan dünya kamuoyuna, Deniz gerçek haberlerle olup bitenleri göstermeye çalıştı.
En son kamerasından İŞİD çetelerine karşı Maxmur’u, kıt imkanlarla savunmaya çalışan halkının çocuklarını gösterdi ve dünyaya üç maymunu oynamayın söz konusu Kürtler olunca dedi.. Sessizlikten çıkın, burada katliam yapılıyor. Uyanın ve insani duygularınız varsa eğer bu vahşete karşı sessiz kalmayın demiş oldu.
Maxmur’da savaş şiddetlenince arkadaşlarına “siz gidin ben kalacağım” demiş.
Bu tutumu Deniz Fırat'ı bütün gazetecilere örnek olacak bir duruşun temsilcisi yaptı.
Deniz mavi, gök mavi...
Ucu bucağı görünmeyen sonsuzluk ikisi de. Ya peki sen Deniz, yüreğine ikisini de alıp bir de Botan dağlarının asiliğini ekleyip düştün yola... Sonsuzluğa ulaşmak ve sonsuzlukta yeniden var olmak için...
Deniz Van’ın güzel yürekli kızı geri döndün Van’a, doğduğun topraklara kavuştun yeniden.
Böyle sessiz toprağın koynuna girip uykuya dalmak düşün değildi ama yazgın oldu. İçimiz paramparça...
Geride, dünyadaki tüm meslektaşlarının masasına bıraktığın gazetecilik sorumluluğu ile ilgili soru işaretlerin kaldı...
Saygılar sana...
Güncelleme Tarihi: 12 Ağustos 2014, 18:52
spas