"Cumhurbaşkanlığı Sofrası"nda, 18 davetli, akademisyen, gazeteci-yazarla birlikte, Kürt sorunu ve bölgede yaşanan şiddete ilişkin değerlendirme/önerilerimizi dile getirdik. Cumhurbaşkanı, açılışta ve bitişte, kısa bir konuşma yapmanın dışında, 3 saat boyunca, bizleri dinledi ve not aldı.
Davetlilerin tamamı, düşünce ve önerilerini dile getirdi. Ben kendi söylediklerimi kısaca şöyle özetleyebilirim:
“Çözüm süreci yakın tarihimizin en önemli siyasi olaylarındandı. Taraflar açısından riskleri olan bir cesaret örneğiydi. Bu süreci, baştan itibaren muhalefetin önemli bir bölümü tepkiyle karşıladı. HDP, bu sürece destek verdiği için muhalefetin maddi ve manevi baskısı altında kaldı. HDP yöneticilerinin gazetecilerle yaptığı buluşmalarda, süreç karşıtı gazeteciler HDP'lilere ‘Siz Tayyip Erdoğan'ı yedirmeyiz diyorsunuz’ şeklinde suçlamalarda bulundular. ‘AK Parti'yle işbirliği’ suçlamaları yoğunlaştı.
Şimdi çok farklı bir noktadayız. Bir çatışma döneminden geçiyoruz. Bölge insanı, çözüm sürecini yaşadığı, o dönemin hayatında yarattığı olumlu katkıların ne anlama geldiğini bildiği için, PKK'nın ayaklanma çağrılarına destek vermedi.
HDP'liler ise, başlangıçta PKK'ya koşulsuz şekilde ateşkes çağrısında bulundular, hendek siyasetini benimsemediklerini açıkladılar.
Koşullar sertleşince tavırlar değişti; Kandil adeta siyasetleri belirlemede merkez haline geldi. Devletin siyaseti de sertleşti. İktidarın geldiği son nokta, ‘PKK ve HDP muhatap değildir’ şeklinde özetlenebilir.
Bölgede ne büyük acılar yaşandığını görüyorum. HDP'yi toptan yok saymanın, işleri kolaylaştıracağını düşünmüyorum. HDP’lilerin ikircikli tutumlarına gelirsek… ‘Hendeğe karşıyız’ da diyorlar, hendektekileri kahramanlaştıran bir dil de kullanıyorlar.
7 Haziran'da 6 milyon, 1 Kasım'da 5 milyondan fazla oy alan bir siyasi oluşumdan söz ediyoruz. Eğer bir çözüm olacaksa, bu kitle ile birlikte olacak... Bu kitlenin içinde, PKK'nın belirlediği ‘şiddeti tırmandırma çizgisi’ni eleştiren ciddi bir ağırlık var. Arayış içinde olan bir ağırlıktan söz ediyorum…
Koşullar ve aktörler değişmiş durumda. Şunu da görmekte yarar var: Felaket ve yıkıma rağmen, hayat devam ediyor, etmek durumunda... Her türlü tepkiye, öfkeye rağmen; şiddet sarmalının son bulması adına, değişik yolları, değişik ilişkileri elden bırakmamak gerekiyor.
Bölgedeki karmaşık, kaotik, belirsiz durumdan nasıl bir strateji doğabilir? En başından beri savunduğumuz perspektif, bölgede Türkiye ile Kürtlerin uzun vadeli stratejik ittifakını amaçlıyor... esas alan bu bakış açısını devlet içinden ilk kez Turgut Özal dile getirmişti. Uzun vadeli ve özgüvenli bir bakış açısına ihtiyaç var…”
Sözlerimin bu noktasında Cumhurbaşkanına, "Leyla Zana'yı davet edemez misiniz?" diye sordum. Erdoğan, "Başvuruları var, üzerinde düşünelim?" şeklinde bir yaklaşım sergiledi.
Bu yazıyı yazdığım sırada, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, konuyu incelettirdiğini ve görüşmeye eğilimli olduğunu açıkladı.
Leyla Zana ismini, bir simge olduğu için ifade ettim. Daha önce de, krizlerin aşılıp, diyalog yolunun açılmasında Tayyip Erdoğan'ın Leyla Zana'yı davet edip konuşmasının rolü olmuştu.
Leyla Zana, Kürt siyasi hareketi içinde, bağımsız ve açık sözlü tutumuyla, bir yönelimi, bir duruşu ifade ediyor.
"Bir yerden başlamak", "ipin ucuna bir yerden sarılmak" açısından, bir “Leyla Zana görüşmesi”, başlangıç olabilir. Bizi üzen, büyük acılar yaşamamıza neden olan gelişmelere “dur” diyebilmek için bir yol bulabilmek, hepimizin arzusu…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bu çağrıya olumlu karşılık vermesini, bir sinyal olarak değerlendirmekten yanayım.
Bu bunaltıcı, bıktırıcı ve sisli ortamda, bir “çıkış ışığı” bulabilecek miyiz?
Bekleyelim ve görelim…
Güncelleme Tarihi: 23 Ocak 2016, 11:23