Derler ki kendinizi ölüme teslim edin, mezar sizi sevgiyle kabul edecek. Ailenizden, sevdiklerinizden, dostlarınızdan vazgeçin, her şeyinizden feragat edin, çünkü tek gerçek odur, ölüm... Ama böylesi bir ölüm mü peki?
“Çizmelerimi çıkarayım mı? sedye kirlenmesin”
Peki ya bu söz nasılda parçalıyor yüreğimizi. Soma da ölümden son dakikada kurtulan bir canın kullandığı bu söz. Alın terinin, emeğin değerinin ne derinlikte olduğunu nasırlanmış yüreklerimize bastırarak vurguluyor “çıkarayım mı çizmelerimi, sedye kirlenmesin”. Çünkü o canıyla ödüyor eline aldığı her şeyi. Onun için her şeyin değeri bir başkadır. Kirlenmemeli. Belki de biliyordur kömür lekesidir kolay kolay çıkmaz, nasıl ki kömür gibi yanan bedenlerin acısının yüreklerden çıkmayacağı gibi.
Hayat böyle işte, kim bilir dün yerin iki bin metre altına indiklerinde bu canlar hangi hayallerle indiler, çıktıklarında neleri yapacaklarını planlıyorlardı. Çıkamadılar, kömüre bürünmüş cansız bedenleri çıktı.
Peki ya bunların can güvenliklerini yeterince sağlamayan paragözlüler, çizme giymişler mi hiç? Kömür lekesi işlemiş midir elbiselerine. Sanmam, belki bu acı tablodan sonra azda olsa siner kömür lekesi vicdanlarına.
Yoksulluk böyle bir şey işte, canları pahasına çalışıyorlar bunlar. Evlerine bir ekmek iki lokma yiyecek götürebilmek için, indiler iki bin metre yerin altına.
Büyük oran da ucu ölüme ulaşan bir ipe tutunabildiğine sevinmek. Sevdiklerine bir ip buldum tutunacak diyerek, koşarak müjdeli haber vermek.
İnsan hayatının ederinin suya bile denk düşmediği bir kültürde, mecburiyetlerin sana belirlediği yöne teslim olmak ve bunu coşkuyla karşılamak.
Çaresizlikler içerisinde kendi ölümüne uzanan yolu bulduğuna bile sevinmek.
Yoksulluğun nelere razı ettiğinin göstergesidir bugün yaşanan. Umurunda olmadığın adamlara bile mecburen güven duymak. Kafanda bin soru işareti olsa da, o yerin altına inip, akşama evde kaynayacak tencereyi düşünmek...
Hangi yana dönsen huzursuz eden bir gerçeklik, hangi yana kaçmaya kalkışsan ayaklarından zincirlenmişlik. Bu ülke de farklısı mümkün değil mi? Yaşam kalitesi ile ilgili bir kaygımız olmayışından mı, onun bedelini karşılayamayışımızdan mı...
Benim gördüğüm, bu yaşadığımız kültür buna müsait değil.
Ailelerine sabır temenni ediyoruz hepimiz. Dilediğimiz sabırla geri getirecek miyiz canlarından giden parçayı!
İşte ölüm böyle, acıtıyor geriye dönüp baktığımızda. Daha tazedir acıları. Ya birkaç gün sonra, evlerinin kapılarını açıp içeri giremeyeceklerini gördükten sonra. İşte o zaman asıl yürekleri kanayacak. Ölüm işte o zaman evlerinde hissedilecek, sessizce soğuk bir biçimde sinecek her köşeye.
Soğuktur ölüm. Yaktığı bedenleri soğutur. Ama yakamadığı bedenleri her gün biraz daha yakar. Alevi hiç dinmiyor, her geçen gün biraz daha gürleşir yüreğimizde.
Birkaç gün ciddi konuşuruz, şu önlemler alınsaydı, şöyle olsaydı ölümler bu kadar olmazdı, bundan sonra şu yapılmalı vs. ve sonrasında susarız yine. Çünkü hep böyle olmuştur, bütün iş facialarına baktığımızda. Alınacak önlemlerde geçici olmasın, kalıcı kalsın bu sefer. Çünkü kayıplar gerçekten çok büyük ve acıtıyor.
Bu yazı yazılırken geçen son haberlere göre 205 kişinin hayatını kaybettiği Manisa- Soma daki maden faciasında, saatler sonra kurtarılan bir işçinin ambulansta söylediği: “Çizmelerimi çıkarayım mı? sedye kirlenmesin” sözleri yürekleri dağladı.
Güncelleme Tarihi: 14 Mayıs 2014, 16:55