Bir kitap kopyacısı için gün ışığı altın değerinde idi. İlk zamanların acemiliklerini üstünden atmış, artık mesleğinin inceliklerini kavramaya başlamıştı.
Toyluk zamanlarından kalma birçok alışkanlığını terk etmiş olsa da birisini özenle korumaktaydı. Doğuştan kendisine bahşedildiğine inandığı, güzel yazma becerisine duyduğu minnettarlığı ifade edişi.
Öyle ya, fiziksel olarak akranlarından oldukça zayıf olduğu için, zamanın var olan işlerinin hiçbirinde kendisine uygun bir iş bulamazdı. Tarla işlerinde, çobanlıkta veya yük kaldırmayı gerektiren ticarette diğerlerine göre oldukça talihsizdi.
Babasından kendisine kalan tek miras, ona can borcu olan bir hoca idi. Küçükken kendi yanına almış ve ona okuma yazmayı öğretmişti. Yazma becerisi görünür olunca da onu geçimini sağlayabileceği işverenlerle tanıştırmış ve tüm hayatının yönünü değiştirmişti. Bu şekilde onun hayatını kurtararak, babası ile ödeştiğine inanıyordu. Kendisi de o yaşlı hocasını düşündüğünde, ona göre sadece ödeşmemiş, daha fazlasını yaparak alacaklı duruma geçmişti. Bu nedenle minnettarlık cümlelerinin içerisine, mutlaka o yaşlı adamın ismini de dahil ederdi.
Kavrayışı yetersiz olduğu için, kitapların içeriğini pek anlamazdı. Onun gibi güzel yazma yeteneğine sahip biri için, bu pekte önemsenecek bir konu değildi. Meslektaşlarına kıyasla hem çok daha hızlı teslim ederdi işleri, hem de çok daha güzel yazmış olurdu.
İşverenler arasında çok popüler olsa da, ilim ortamlarında pek kabul görmezdi. Ya çok ezberden konuşmakla ya da anlama yetersizliği ile itham edilerek aşağılanırdı. Çok önemsemiyordu kendisine yönelik bu bakış açısını. Annesinin, komşu kadınlara kendisiyle gurur duyan cümlelerine defalarca ettiği tanıklık ve çocukluk arkadaşlarının kendisine imrenen bakışları, onu yeterince tatmin ediyordu. Mahalledeki yetişkin kızların ona sempati duyan tavırları da bu tatmini katlıyordu.
Kazancı iyi olsa da bunu yaşantısına pek yansıtmıyor, tüm gelirini annesine teslim ediyordu. Annesi de evde gizli bir yere saklıyor ve oğlunun geleceğini korumak istiyordu. Her ikisinin bu mütevazi duyguları onları çevredeki olası kıskançlık ve kötülüklerden koruyordu. Ne kadar kazandığını sadece işverenler biliyordu. Her ne kadar yetenekli olsa da diğer yazıcılardan farklı bir fiyat istemeyi hiçbir zaman düşünmezdi. Sadece daha hızlı yazmasından dolayı geliri ona bağlı olarak, farklılık arz ediyordu.
Günler bu tatta akıp giderken, kente gelen tüccarlar kötü haberleri iletmeye başlamışlardı. Devrin ilim ve ticaret merkezi Semerkant kuşatılmış ve felaketi yakındı. Kendi işleri açısından olumlu bir gelişme olarak düşünüyordu tüm yazıcılar. Semerkant düşerse, kendi kentleri bilginin merkezi olacaktı. Yüksek dağlarla çevrili kentleri her türlü saldırıya karşı doğal korunak sağlıyor ve Semerkant’a uzaklığı da bir hayli idi.
Kendisi bu konularla hiç ilgilenmiyor, her zamanki gibi güne yeteneğinin minnettarlığı ile başlıyor ve tüm gün boyunca bu özelliğinin neşesiyle çalışıyordu.
Bir gün kente yabancıların gruplar halinde doluştuğunu duydu. Kısa zamanda gelenlerin, tüccarlardan kendi kentlerini duymuş Semerkantlılar olduğunu öğrenmişti. Her şeylerini bırakıp gelmek zorunda kalan bu kalabalıkların haline üzülmüş ve kendileri için neler yapılabileceğini düşünmeye başlamıştı.
Hatta yemek vakitlerinde birkaç aileyi misafir ederek, düşüncelerini hayata da geçirmişti. Yemek sohbetlerinin birinde, kente gelenler arasında Semerkant’ın büyük yazıcıları da olduğunu duyunca, küçük bir ifade ile alaylı gülümsemişti.
Oysa Semerkant o dönemin en önemli merkezi idi. Doğal olarak yetenekler arası rekabet, kendi bulunduğu kentten çok daha sertti. Bu sertlik yeteneklerin daha incelmesine ve tabi daha özgün olanların öne çıkmasına neden oluyordu. Ancak o bunların hiçbirini düşünemiyordu.
Çok geçmeden aldıkları işlerin sayısında düşmeler olmuş, yeteneği Semerkantlı yazıcıların yeteneklerinin gölgesinde kalmıştı. Hayatı boyunca tutunduğu tek dal çatırdamakta idi. Artık eski neşesini kaybetmiş ve kendini işine verme isteğini yitirmişti. Günün ilerleyen saatlerine kadar yataktan çıkmıyor ve annesinin söylenmelerine huysuzlukları ile karşılık veriyordu.
Kente doluşan ve herhangi bir vasfı olmayan Semerkantlılar geçimlerini sağlamak için haydutluğa başvuruyorlardı. Eski huzurlu ve güvenli günler geride kalmış ve herkes geceleri kaygıyla yatmaya başlamıştı.
Bir gün bitirdiği işleri teslim etmek üzere evden ayrılmış, kitapçının yanına gitmişti. Sohbet ederlerken bundan sonra kendisine çok daha az iş düşeceğini öğrenmişti. Semerkantlılar daha ucuza ve daha kaliteli iş çıkartmaya başladıklarından, işverenlerin çoğu onlarla çalışmaya yönelmişti. Bunu duyduğuna çok üzülmüş ve içerlemişti. Kalbinde günden güne bir yetersizlik duygusu büyümekte idi.
Eve döndüğünde kapının açık olduğunu ve annesinin öldürülmüş olduğunu gördü. Altınları sakladığı yerin hemen yanında. Yıkılmıştı.
Son iş teslimatından aldığı ücret ile defin işlemlerini yapmış ve evine dönmüştü. Semerkantlılara nefret duygusu ile bakmaya başlamıştı.
Karakterimizde oluşan bu duyguların, nelere sebep olduğu ile ilgili bir bilgi veremeyeceğim. Bundan sonrasını okuyucunun, kendi içindeki duygularıyla yönlendirilen hayal gücüne bırakıyorum.
Güncelleme Tarihi: 24 Şubat 2015, 23:58