Kalabalıklarda karşılaşılabilecek kadar kötülüğün, fazlasını barındırabilir miydi ıssızlık! Ama barındırabileceğine sonsuz bir sadakatle inanıyordum. İnanıyorduk!
Kolektif bir hatıra belki, belki de ortak hikayelerdi bunun kaynağı. Ama çıplak bir gerçek vardı ki, sokak masumdu.
Yaralarımızı serpiştirdiğimiz bir adresten ötesini ifade etmiyordu. En azından bitimindeki kırmızı duvara kadar. Her ne kadar gece ışıklar o sonu aydınlatmasa da hafızam gündüzden kalan ile tamamlıyordu. Göremesem de, görüyordum o kırmızı duvarı.
Duvar sadece yabancıların önünde dikiliyordu, onlar oradan geri dönmek zorunda kalıyorlardı. Tüm mahalleli bilirdi zaten, yürüyüş yollarına bu bilgiyi hesaba katarak yön verirlerdi.
Karanlık çöktüğünde, penceresi sokağa bakan tüm evlerin perdelerinde belli belirsiz kıpırdanmalar olurdu. Sanırım diğer kadınlarda benim gibi, karanlıkta ya düşüncelerini, ya kederlerini o kırmızı duvara, pencere ve perdelerin arkasından işlemekteydi.
O duvar, hayatımızdaki hiç kimsenin bize göstermediği bir sabırla, hepimizi hep birden de olsa, uzun uzun dinlermiş gibi gelirdi. Bazı sabahlar, işe gitmek için sokağı girişinin olduğu taraftan yürümeyi özellikle tercih ederdim. Gece ayinlerinden izler kazınmış mıdır diye inceleyen gözlerle bakardım. Hiçbir sabah öyle bir ize denk gelmedim. Bu beni belli belirsiz mutlu ederdi. İş yerinin durağanlığına gidinceye kadar, kırmızı duvarla ilgili düşüncelere dalmak eğlenceli idi.
Su gibi diyordum kendi kendime, kırmızı ama sert bir su gibi. Üstüne dökülen her şeyi alıp, içinde eritiyor, sonra çözüyor ve kendisinin bir parçası haline getiriyordu. Kırmızısını ve insanların dalgınlığını bitirişini seviyor olmalıydık. Kırmızı duvar kendi aramızdaki sır gibiydi.
Bize bakan tarafını kırmızı düz bir duvar olarak görüyorsam da, ara sıra öbür yanını merak etmiyor değildim. Ancak sokak uzundu ve birbirine yapışık evlerden ibaretti. Öbür yana dolanacağım kadar güçlü bir merak yoktu içimde.
Ta ki bir gün sokağı girişinin geçişe kapalı olduğu ana denk gelinceye kadar. Yayaların diğer sokağa yönlendiren görevliler, tüm bezginlik ve yorgunluk sızlanmalarımıza aldırış etmemişlerdi. Sokağımızın girişinde ne olup bittiğini anlamamış olsak da, mecburi ve isteksiz adımlarla diğer sokağa sapmıştım. Dürüst olmak gerekirse aklımda kırmızı duvar yoktu. Taa ki sokağın bu tarafına bakan binaların renkleri tanıdık gelinceye kadar. Adımlarım kendiliğinden hızlanmıştı. Az sonra görecektim duvarımızın bu taraftaki yüzünü.
Kendi binamın karşındaki ev hemen yanında ortadan bu tarafı yıkılmış, gerisi döküldü dökülecekmiş gibi bir görüntüye sahip bir enkaz vardı. Emin olamadım ama her iki yandaki binaların doğru olduğunu birkaç kez tekrarlayarak kontrol edince, artık biliyordum. Bize güçlü yüzünü gösterirken, içten içe yıkılıyordu, kırmızı duvarımız.
O günden sonra bir daha o duvara bakan penceremden bakmadım...
Güncelleme Tarihi: 08 Nisan 2015, 00:26