Biz yatarken sıcak yatağımızda kim bilir kaç talan, kaç sürgün yaşadı yetim kardeşlerimiz savaş siperlerinde. Ve ellerinde kapkara bayrakları ile kaç çocuğu katletti ömrümüzün yeni Firavun'ları.
Bilemedim acının mabet bildiği yüreğimizde neden sadece gölgesi kaldı umudun. Bilemedim, neden ölümle sınanır oldu civan ömrümüz.
Mutluluk madem uğramıyacaktı talan yurdumuza neden medeniyetler hayat buldu o şefkatli rahminde.
Ve biz yani insanlar, vicdanı bahtından kara zavallı böcekler; durmadan adaklar adayalım bütün eskimişlerimizle ve tarihi geçmiş köhneliğimizi yollamaya devam edelim o muhacir coğrafyaya. Ne de olsa vicdanlarımızın bile tarihi geçmek üzere.
Kendi bencilliğimizi avutmak adına ağıtlar yakalım durmadan ama ilerde bir gün belki hiç olmayacak bir takvimin bilinmezliğinde çocuklarımız olacak bizim yüzümüze tüküren çocuklarımız. Yani biz, onuru ve özgürlüğü hiçe sayıp kapitalist sayıklamalara dalan biz, aslında hiç olmasaydık belki de daha güzel olurdu dünya.
Varoluşu, doğuştan bir kaybediş diye tanımlayan Kafka gerçek için ne demişti hatırlayalım: "Gerçek bölünemez, bu yüzden kendini tanıyamaz; her kim onu tanımak isterse bir yalan olmak zorundadır. Sanatımız, gözümüzün gerçekle kamaşmasıdır. Geri geri kaçan ucube maskelere vuran ışıktır gerçek, başka bir şey değil."
Aslında Kafka bu paragrafta insanlığın gercekliğe karşı olan nefretini bütün çıplaklığı ile dile getirmiştir. Bizler dünyada eşi nadir görülen bir zülme maruz kalan kardeşlerimize karşı işte tam da Kafka'nın deyimi ile geri geri kaçan ucube maskelere vuran ışık gibi davranıyoruz. İşte bundandır varlığımız ile yokluğumuzun arasındaki farkın olmayışı.
Bizler insanlık ailesi olarak kendi türünün yok edilmesine ve ötekileştirilip dünyadan kovulmasına karşı göz yummakla yetinmeyip adeta çanak tutan varlıklarız. Çünkü biz gerçeği ararken yalan olan yegâne mahlükatlarız. Aksi taktirde bu kadar zülme, vicdan dışı muamele ve işkenceye karşı nasıl tepkisiz kalabilirdik.
Unutmayalım ki bugün Kürtler, Filistinliler gibi horlanan ve işkenceye, sürgüne, tecavüze maruz kalan bütün ezilenlerin günahı hiçbir sistemin değil, bizatihi insan oğlunun kendi günahıdır. Eğer hâlâ dünyada birileri hoşgörü ve barıştan bahsedip insanlığı ahmak yerine koyuyorsa bunun gerçekliğin bünyesindeki bir başka zıtlık olduğunu da bilmemizde yarar vardır. Nasıl olsa yalanın insanlık tarihinde her zaman bir itibarı olmuştur ve bu tecrübe ile de sabittir.
Güncelleme Tarihi: 02 Ekim 2014, 10:02