Kaybedilen yakınlarımızı, zamanın silikleştirmesine, hafızaların unutma eğilimine karşı korumaya uğraşıyoruz.
Onları hem arıyor, hem de onları hatırlatarak hayatın parçası haline getiriyoruz. Yaşamalarını sağlıyoruz. Bazılarımız adaleti arıyor, bazılarımız ise yakınlarımıza olup bitenlerin hikayesini öğrenmeye çalışıyoruz.
Bazı annelere eşlik eden çocuklar da var. Cumartesi çocukları diyorum onlara. Varlıklarını hiç bilmedikleri, babalıklarını hiç duyumsamadıkları, kendileri için kim olduğunu sadece büyüklerinden, belki de annelerinden öğrenen çocuklar bunlar. Fotoğrafta gördüğünüz küçükte onlardan biri. Tayyip Canan kısaca anlatıyor hikayesini. Gözlerindeki yaşlara takılıp kalıyorum. Bana anlatılanları duyamayacak kadar, kalbime hapsoluyorum.
Arkadaş çevresinde duyduğu kadarı ile tasavvur edebildiği bir babaya ağlıyor. Görmediği, yaşamadığı ama eksikliğini her gün his edebildiği bir babaya.
Belki de benim yorumum sınırlı, nasıl anlayabilirdim yaşamakta olduğu duyguları. Kim bilir belki sadece annesinin gözyaşlarında gördüğü acıya dayanamadı göz kapakları ve damlalar süzüldü yanaklarından.
Her yetim biraz küskündür insanlığa. Etraflarındaki herkes gönüllerini almaya çalışır durur. Ama faili meçhul kurbanlarının çocuklarının yüzlerine daha farklı duygularda eklenir.
İşte o duygulara teselli nasıl bulunur bilmiyorum. Acısına eşlik etmekten başka…
Bu topraklarda doğmanın bir diyeti gibi bu hal. Sebep olanlardan biri ironik bir şekilde, tam da bugünde, kurduğu bütün büyük cümlelerini de yanına alıp gidiyor. Ötelerde onu annelerin ve bu çocukların ahlarının karşılayacağına inanmak istiyorum.
Tekrar küçüğün gözlerindeki ifadeye takılıyorum. Bu ifadeye bir ad koyup, onu sınırlamak istemiyorum. Herkesin kalbinde başka bir yankıya neden olmasının önünü açık bırakıyorum.
Cumartesi çocukları, babalarını arıyor, babalarını özlüyor. “Kokusunu özlüyorum” demişti biri. Babasının nasıl koktuğunu bilmese de, babaların ayrı bir kokusu olduğunu his edebilmiş demek ki. Belki de babasına sıkı sıkıya sarılan arkadaşlarını gördükçe, kalbinde onun boşluğunu daha derinden his etmiştir. Kendisini özlem olarak ifade eden, devasa bir acı…
Bu çocukların duyguları, meselenin ağırlığının gölgesinde kalıyor. Görmezden geliniyor.
Bütün bir toplumun meselesi bu çocuklar diyorum kendi kendime. Babalarını çok aratmayacak bir sevgiyle sarılmalı. Yerleri doldurulamaz ama ihtiyaçları azaltılabilir.
En önemlisi de, annelerin ve çocukların hem sorularına, hem adalet arayışlarına yanıtlar bulmaları. Yoksa her yaklaşım yüzeysel kalır. Meselenin özünü anlamaktan kaçınmak olur.