Çocukları Taşıyan Bulutlar

Başka bir zamanda yankılanıyor gülüşleri, kayıtlarını bu dünyadan umarsızca düşürdüğümüz çocukların. Başka bir dünyaya efsunla yazdırmışlar ama sadece adlarını, soyadlarını değil.

Çocukları Taşıyan Bulutlar
ALİYA DÜŞÜNMEZ- YÜKSEKOVA GÜNCEL

Başka bir zamanda yankılanıyor gülüşleri, kayıtlarını bu dünyadan umarsızca düşürdüğümüz çocukların. Başka bir dünyaya efsunla yazdırmışlar ama sadece adlarını, soyadlarını değil. Buradaki kiri, çamuru, buradaki güzelliği ve çirkinliği, kısacası buraya dair her şeyi, giderken unutmuşlar. Ben cennet diyeyim ama siz istediğinizi anlayın. Orada birbirleriyle, bizim bilmediğimiz bir oyun kurmuşlar. Burada kalanlara inat, öyle gülümsüyorlar, öyle şenler…

Vurulan bir bahar ölmez mi, ölür tabii, sizin gözlerinizin önünde düşüşünü izlersiniz. Sonra o bahar, başka bir dünyaya yine bir bahar olarak doğar. Ama siz, baharsız kalırsınız, bakışlarınızda kışlar gide gide büyür. Azar azar kurursunuz, boynunuzda baharların vebali, kışın cinnetine tutulursunuz. Düşerseniz buz, durursanız don…

Çocuk yüzleri silinip gidiyor resimlerden, fotoğraflarda donup kalan gülüşlerden öpüyor anneler. Ağıtlar yükseliyor, bir avuç büyüklüğünde toprakların önünde. Buradaki ağıtlar, gittiği yerde çiçek olarak büyüyorsa da, yetişkinlerin gerekçelerinden büyük ama belimize kadar boylarıyla, belki daha da küçük çocuklar…

Söylenmemiş ninniler, anlatılmamış masallar dolanır boş odaların içinde. Evlatlarının kahkahasının ardına düşer, annelerin ruhları. Babaların soruları yıkıyor bütün dayanaklarımızı, dökülüyor bir bir içi çoktan boşalmış kavramlar. Aklımız, vicdanımız, anlamların çöplüğü! Bir sigara küllüğü hissiyle yaşıyoruz, birbirinin içine kendi külünü bastıran ruhlar…

Boşalmış sokaklar sessizliğiyle yasa durur, ışıkların üstüne iner karanlık. Savrulup dururuz kendi viranelerimize. Belki bedeni çok üşümüş bir küçük avuç, içine alır ellerimizi. Hayal mi gerçek mi ayırdına dahi varamayız. Taki bacalarda tüten dumanların içinde yükselirken, kendimizi görene değin. Gözümüzden sızan damlalar, islere bulanarak yüzümüzdeki ifadenin üstünü kalın bir hat gibi çiziyor. O hat, yarılmış bir vadide çıkıntılı bir uçurum oluyor. Rengini yitirmiş ruhlarımızı görüyorum diplerde. Hepimiz biçimsiz uzanmış haldeyiz.

O uçurumdan yetişkinlerin gerekçeleri dökülüyor, gerekçeler bir arpa yığını büyüklüğüne varamıyor. Sonra bulutlardan çocuklar iniyor, uçurum boyunca sıra sıra dizilip, bizlere bakıyor. Biraz küs, biraz kırgın…

Arsızız, sıralamaya başlıyoruz gerekçelerimizi. Önce yağmur, sonra dolu, sonra yıldırımlarla dilimiz hizaya çekiliyor. Utancımdan gözlerim bir çekirgeyi arıyor, bir çekirge beni sırtına alıp kaçıracak bir çekirge… Mevsim uymuyor arayışıma, yüzüme inen karlar donuyor.

Gözlerimi açıyorum, hala buradayım, yetişkinlerin dünyasında. Bulutların çocukları taşımadığı, yağmurun dilimizi doğrultamadığı bu dünya da. Boyunlarımızdaki utançlara bakıyorum miktarı artmış, azalacağına…

Haberler düşüyor önümüze, henüz anne karnında iken, yahut 8 yaşında ya da biraz daha büyük ama hala küçük…

Hayat ağırlaşıyor, taşıdığı vebal kadar.

Çocukları koruyacak bir rüzgarın duasına çıkmalı, yetişkinlerin keyfiliğinin önüne set olacak, bütün çocukları eteğinin ardına saklayacak bir rüzgar. Buralarda dualar adresini şaşırmadan ulaşır mı menziline… İçimizde bin tereddüt.

Ne sitem, ne şikayet dikemiyor perdeleri. Küçük bedenlerin üstü hep açık ve keyfiliğin menzilinde… 

Güncelleme Tarihi: 23 Aralık 2015, 08:19
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER