Uçurumun Kenarındaki Çığlık/Yara

Yeterrrr ! Susun. Kavga etmeyin artık, diye bağırdı küçük kız. O sırada babasının kırdığı sandalyenin üzerinden atlamış, masanın üzerine çıkmıştı. Elindeki bıçağı boğazına dayamış, anne babasının kendisini fark etmesini bekliyordu. Babası eline geçirdiği kül tablasını vitrinin camına fırlatmakla meşguldü. Annesi vitrinin camının şangırtıyla kırılıp tuzla buz olmasına aldırmadan, kocasına hakaret etmeye devam ediyordu. Kır ulan kır, Allah’ın manyağı, umurumda mı sanıyorsun? Sen benim hayatımın içine etmişsin.

Kır.

O sırada eline geçirdiği, kayınvalidesinin onlara her geldiğinde sağlam mı, diye kontrol ettiği, güya amcasının Çin’den ona evlilik hediyesi olarak getirdiği, onun da biricik oğluna hediye ettiği heykeli fırlattı. Al ulan al, bunu da kır. Adamın omzunu teğet geçen heykel yere gürültüyle düşüp kırılmadan, odanın bir köşene yuvarlanırken, kadın daha sinirlenip, hayvansın oğlum sen, hayvan. Hayvannnnnnnnn diye uluyordu.

Kızları bu sırada, boğazında mutfak bıçağı, gözlerinde yaşlar, masanın tepesinde acı içinde ayaklarını masaya vurup, tepinmeye devam ediyordu. Yeterrrrrrrrrr. Kavga etmeyin artık.

Anne ve babası onun sesini duymayacak kadar kendileriyle dolu, etrafı kırıp dökmeye devam ediyorlardı.

Onların kavga şekli buydu. Birbirlerine dokunmazlardı. Nesnelere zarar vermek haz veriyordu onlara.

İlk tanıştıklarında kelimeleriyle kırıp dökerlerdi birbirlerini. Sonra yatağa girer, bedenlerini yalayıp okşayarak tamir eder ederlerdi, kırıp döktükleri yanları.

Ne zaman beraber yatmayı bıraktılar, birbirlerine dokunmaktan vazgeçtiler, nesnelerden çıkarır oldular öfkelerini.

Artık kelimelerle iletişim kuramıyorlardı. Kavga da edemiyorlardı. Bu yüzden ne zaman öfkelenseler kendi içlerine dönüp, kırıp dökmeye başlıyorlardı. Annesinden ilgi bekleyen, huysuz konuşmayı henüz öğrenememiş çocuklar gibi öfkeli, etraflarına zarar veriyorlardı.

Bir arada olmakta ısrar ederlerse, öfkelerini kendilerine çevirecek biri kendine zarar verecekti.

Bugün evin içi savaş meydanına dönmüştü. Sanki evin içine bir bomba düşmüş, canlıların dışında her şeyi paramparça etmişti.

Genelde kadın hakaret eder, adam eline geçirdiği her şeyi fırlatıp etrafa saçardı. Kadın arada ona karşılık verir, al bu da benden der gibi bir şey fırlatırdı.

Bugün herkes çıldırmış gibi gözüne kestirdiğini kırıp döküyordu. Yemin etmişlerdi sanki etrafı tuz buz etmeye.

Çocuğun tepesinde dikildiği masanın dışında vitrinin camları sanki üzgün yerlere dökülmüştü. Duvardaki küçük kızın hayallere daldığı orman manzaralı resim duvarda asılı durduğu yerden yere düşmüş boynu bükük kavgayı seyrediyordu.

Kadının mutlu zamanlarında sevgiyle suladığı çiçeklerinin saksıları kırılmış, toprakları etrafa saçılmış, çiçeklerin kökleri utançtan saklanacak yer arar gibi titreşiyordu.

Adamın futbol seyretmekte ısrar ettiği saatlerde diğerlerinin içlerine kapanıp köşelerine çekildiği televizyon, kadının küfredip fırlattığı melek biblosu yüzünden şimdi kırgın, somurtuyordu.

Eve gelen yardımcı kadının temizlemeyi unuttuğunda azar işittiği kristal avizenin tertemiz taşları, kim bilir havada uçuşan hangi öfkeli nesne yüzünden kopmuş etrafa dağılmış, düştüğü yerden şaşkın tavana bakıyordu.

Küçük kız hâlâ boğazında bıçak, onları kendi gerçekliklerinden koparıp, anın vahametini görmeye çağırıyordu.

Kadın kocasına ne zaman öfkelense onun tüm ailesinden nefret ederdi. Aklına ailesinin kadına yaptığı tüm haksızlıklar, hakaretler gelirdi.

Odanın içinde heykelin peşine düşüp onu yerden aldığı gibi hızla duvara fırlattı. Allah hepinizin belasını versin, dedi. Nereden karşılaştım lan sizin gibi dar kafalı insanlarla, diye bağırmaya devam etti.

Komşular kapının dışında alışık oldukları bu cam kırılma şırıltılarını dinlerken polisi aramakta yine kararsız kaldılar. Küçük kızdan utanıyorlardı. Mülk sahibi olmasalar çoktan aralarında imza toplayıp onları apartmandan attıracaklardı. Ama oturdukları katın sahibiydiler. Her gün yüz yüze baktıkları komşularının bu ayıbını bildiklerini onlara fark ettirmek istemiyorlardı. Bulaşmak istemiyorlardı kısacası.

Oysa bugün farklıydı. Küçük kız ilk defa çığlık çığlığa bağırıyordu. Onun sesini hiç duymazlardı oysa.

Ayda bir kere evde kadın ile erkeğin sesi yükselir. Evin eşyaları, camdan bir nehir gibi köpürür, şırıldar. Sonunda evin kapısı hızla çarpar. Birisi evi terk eder. Arkasından bir elektrik süpürgesi çalışır. Ortalığı sessizlik kaplardı.

Evde kadın ve erkeğin dışında küçük kızları bir de kızın kedisi vardı. Komşular en çok onlar için endişelenirdi.

O kavga selinde çocuk ve kedinin nereye sığındığını merak ederlerdi.

Bugün küçük kızın canına tak etmiş, masanın tepesine çıkmış. Annesinin sabahları ona reçelli ekmek hazırlamak için kullandığı ekmek bıçağını boğazına dayamış. Anne ve babasını susmazlarsa, kendini öldürmekle tehdit ediyordu. Onlar kızın farkında değildi.

Ve küçük kız hayatın ilk travmasını işte bugün yaşadı. Artık o hayatı boyunca kimsenin onu fark etmediğini, sevmediğini sanacak... Hep uçurumun kenarında yaşayan insanlardan biri olacak... Uçurumdan atlasam mı yoksa hayata katılsam mı kaygısı hiç peşini bırakmayacak...

YORUM EKLE
YORUMLAR
Semiha Ates
Semiha Ates - 10 ay Önce

Hem anlatim cok iyi hem de cewrenin yuz yuze bakiyoruzu cok guzel anlatmissiniz❤️