Arap baharı olarak tanımlanan süreç, son halkası olan Suriye’de Kürt baharına dönüştü. Rojava yine halkın eliyle, trajik yalnızlığına rağmen başarılı bir çıkış yaparak, bölgeye yönelik hesapları olan bütün güçleri şaşkınlığa sürükledi. Tabii olarak yapılan bütün hesapları da bozdu.
Kürdistan’ın batısında bunlar olurken, kuzeyinde açlık grevleri süreci ile Türkiye bir krizin eşiğine gelmiş ve savaşta umduğu sonuçları alamaması da üstüne eklenmişti.
Kürt hareketinin öteden beri barış arayışları bu dönemde de kendini dışa vurdu. Türkiye hükümetinin bu arayışlara yanıt olma kararı ve girişimleri de muhataplarında karşılık buldu.
İpler kopma noktasına ulaşmışken, sosyal dalgalanma günden güne hız kazanırken diyalog sürecinin başlaması ile birden gerilim düştü.
Kamuoyuna sızan bilgiler kadarıyla, bildiğimiz görüşmeler stratejik bir temele oturtulmaya çalışılıyor ve ülkede ki tarafların onurunu rencide etmeme hususunda bir mutabakat içeriyordu.
Amed newrozunda heyecan dolu bekleyişe katılan milyonların huzurunda silahlı mücadeleden siyasi mücadele aşamasına geçildiği mesajı okundu.
Sistem süreci patinajlarıyla mı karşı tarafın omzuna yıktı, yoksa başından beri bu değişim tek taraflı bir içerik mi taşıyordu, bu konu hala muğlâk. Bu muğlâklığa tarafların birbirine dönük eleştirileri ve ithamları neden olmuş olsa da, bütün aksaklıklarına rağmen hala devam etmekte olduğunu görüyoruz.
Kürtlerin genelde milliyetçi kanadınca dile getirilen diğer olasılığı irdelediğimizde, imkanı ile ilgili sorularımız olsa da, veriler ve dünyada ki kamuoyu eğilimleri bu seçeneğe tam olarak şans tanımıyor da değildi. Bilmeyen okuyucularımız için bu seçeneği hatırlatmakta fayda görüyorum.
Sistemden tam kopuş ve bağımsız Kürdistan seçeneği
Arap baharı sürecine denk gelen ve Türkiye de derinleşen kriz ve toplumsal dalgalanma derinleştirilerek götürülse idi, yani Kürt hareketi çıtayı yüksek tutup devleti adım atamaz hale getirse idi ne olurdu?
Arap devletlerinde rejim değişiklikleri ile sonuçlanan halk hareketleri gibi, Kürtler de uluslararası kamuoyu tarafından gereken ilgi ve heyecan ile karşılanacak mıydı? O halk hareketleri kendiliğinden ve hiçbir gücün yönlendirmesine dayanmıyor muydu sorusuna verilecek yanıt, aslında bizimde cevabımız olacaktır.
O devletler için egemen güçler rejim değişikliklerini planlamışlardı. Neoliberal ekonomi ve üretimin tüketim fazlası olması vb. daha birçok neden, bu rejimleri uluslararası pazar arayışlarının önünde engele dönüştürüyordu. Bu yüzden dönüşüm dayatılsa da, dirençle karşılaşıldı ve bir kırılma zaruri hale geldi. Ancak Türkiye öznelinde bu durum değişik seyrediyordu. Ab kapısında ve değişimi vaat eden bir siyasi yapı ile uluslararsı egemen güçler tarafından ihtiyaç duyduğu desteği görüyordu.
Türkiye de böylesi bir kalkışma muhtemelen o süreçte beklenilen sonuçları belki doğurabilirdi ama çok kanlı bir sürece de kapı aralardı.
Tüm uluslararası ilişkiler, hak, güç ve diplomasi alanlarında devlet varlığını dayatırken, hukuklarını bu realiteler üzerinden kurarken, biz devletin küçüldüğü demokratik toplumu esas aldık.
Bu öngörü ulus devletlerin artık toplumların kendini gerçekleştirmesinin önünde engele dönüştüğüne, halklar arası doğal ilişkileri zedelediği düşüncesine dayanmaktadır. Ortadoğu gibi içe içe bir coğrafyada ulus devletlerin sakıncalarını ve travmalarını bu coğrafyanın tüm halkları olarak yüzyıldır değişik boyutlarıyla yaşıyoruz. En büyük mağduru olan biz Kürtlerin bütün bu mağduriyet sürecinin ana kaynağı olarak devletsizliğimizi yıllarca görmüş olmamızdan kaynaklı, milliyetçi çevrelerin dillendirdiklerini de anlıyorum. Biraz da o ideolojinin de ulus devletle göbekten bağından kaynaklı olduğunu düşündüğümüzde, durum daha da anlaşılır olmaktadır.
Ancak arayışında oldukları dört parça ve tek devlet olgusunu, bugün ki Kürt hareketlerinin hiçbirisinin sahiplenmiyor oluşunu da gözardı etmektedirler. Milliyetçiliklerinin ilhamı olarak gördükleri Barzani faktörünün Türkiye ile ittifak ve Türkiyeli Kürtler telaffuzları, kendi düşünce dünyalarında bir yıkıma neden olmuş, savunularını da boşluğa düşürmüştür.
Oysa ne bu hareketler ne de liderler bu arayıştan nedensiz bir şekilde bir kopuş yaşamamışlardır. Evet, ulus devletler henüz dağılmamış ancak geçtiğimiz yüzyıldaki gibi de devam edemeyecekleri netleşmiştir. Günümüz iletişim çağında günden güne gittikçe de gereksizleşmişlerdir. Hitler Almanya’sının prototipi olan Türkiye bile revizyona gitmek durumunda kalmıştır. Bunun Kürtlerin mücadelesinin yarattığı sonuç olarak okumak kadar, dünyadaki değişimle bağını da görmek durumundayız.
Peki, bütün bu analizlerin ışığında baktığımızda Türkiye deki Kürtler için en gerçekçi ve çağın gereksinimlerine en uygun perspektifi BDP temsil ediyorken, Barzanili bir siyasal girişimin etki alanı ne kadar olacaktır ve bu etkinin artırılması için başvurulacak enstrümanlar neler olmaktadır.
Kürt halkı nezdinde BDP ye rakip diğer tüm aktörlere kıyasla, geçmişten günümüze daha etkili bir aktör olduğu gerçeğini gözönüne alarak düşünmek zorundayız.
Birinci başvurabileceği enstrüman Kürdi değerlerin bağlamlarından koparılarak, oryantalist bir anlayışla tüketilmesinin teşviki, ikincisi muhafazakar kitlelerin değer silsileleri ve üçüncüsü ise para kaynaklarıdır.
İkincisi ile BDP’ nin mücadele etme gücü bulunmaktadır. Bunun için gerekli araçlara sahiptir. Ancak birinci ve üçüncüsü ile BDP’ nin çok güçlü bir deneyimi olmadığını düşünmekteyim. Oryantalist yaklaşımla mücadele etme ile ilgili yoğunlaşmalar şimdiden başlarsa iyi olur. Toplumda bu konu ile ilgili bir bilinç oluşturmalı ancak bu çekişmeyi kirletmemeye özen göstermelidir. BDP’ nin karşısında Kürtlerin tarihsel belleğinde olumsuzlukları ile bilinen bir figür bulunmamaktadır. Bu durum özeni de dayatmaktadır. Kürtlerin birbiri ile cepheleşmesi de bu dönem ve tarihsel akış içerisinde kaçınmaları zorunlu bir haldir.
Üçüncü araçla baş etme, BDP’ ye toplumun sorunlarına projelerle yanıt olmayı dayatmaktadır. 30 yıllık geçmiş, halkın yoksulluğunu derinleştirmiştir. Bunu görerek onlara üretim alanları açmalı, kimseye muhtaç kalmayacakları projeleri üretmelilerdir. Bu bir anlamda inşanın kendisi olacağı gibi, bu konuda BDP’ nin kendi becerileri ve birikimini de görme fırsatını doğuracaktır. BDP kimlik sorunu çözüldüğünde diğer sorunlara yanıt olma becerisini daha da geliştirmek durumunda kalarak, aslında geleceğe de kendisini hazırlamış olacaktır.
Osman İnal
Güncelleme Tarihi: 28 Kasım 2013, 22:28
Osman İnal