Şemdinli'yi vuran kurşunlar

Şemdinli… Güneşi bol ama güneşsiz memleket. Bütün kentler arasında en esmer yürekli olanı. En masum ve en güzel düşlere sahip bir çocuk yüzü. İçinde kötülüğün arınmış olduğu bir “iyi” ve nazlı bir çocuktur, Şemdinli. Berrak suları ve rengarenk doğa örtülü dağlarını, ormanlar yakılırken yükselen dumanlar tamamladı, yıllarca. Sonra kurşun, top, bomba sesleri ve elleri-ayakları kopan insanlar.

Şemdinli'yi vuran kurşunlar
 Şemdinli… Güneşi bol ama güneşsiz memleket. Bütün kentler arasında en esmer yürekli olanı. En masum ve en güzel düşlere sahip bir çocuk yüzü. İçinde kötülüğün arınmış olduğu bir “iyi” ve nazlı bir çocuktur, Şemdinli. Berrak suları ve rengarenk doğa örtülü dağlarını, ormanlar yakılırken yükselen dumanlar tamamladı, yıllarca. Sonra kurşun, top, bomba sesleri ve elleri-ayakları kopan insanlar.
                       Terk edilen onlarca köy ve yetim kalan onlarca çocuk.
                  Ben, 18 yaşına kadar bir tek gün bile Şemdinli’nin dışına çıkmadım. Yani 18 yaşın tamamı orada geçti. 18 yıl, 216 ay eder. 216 ay ise, ortalama 6850 gün eder. Bu günlerin en az 5000’i kanla, şiddetle, ölümle, yaralanmayla, çığlıklarla geçti. Yıllarca ya bir top sesiyle ya da kapıları tekmeleyen askerlerin öfkeli sesiyle uyandık, yaz-kış demeden. Yıllarca güneşin doğuşuyla ya birilerinin mayına düştüğünü duyardık ya da birilerinin öldürüldüğünü… Yıllarca uykusuz kaldık. Yıllarca tarlamıza, yaylamıza gidemedik. Yıllarca her sabah dövülmekten ağzımız-burnumuz kan içinde kaldı. Yıllarca okul sıralarımızdaki arkadaşlarımızın tartaklanarak sınıftan çıkarıldıklarını gördük.
               Dünya değişti, yaşam değişti, biz değiştik ama devletin Şemdinli’de yaptıkları hiç değişmedi.
                  Sonra büyüdük. Aradan yıllar geçti. Üniversiteyi okuduk. Bir “yıllar” daha geçti.
Devletin Şemdinli’de yaptıkları hiç değişmedi.
                  Bizler bir şeyleri değişmesini istedik. Buraya gelen yöneticiler ve yetkililer, kulaklarını tıkayarak geldiler, tıkayarak gittiler. Yıllarca…
                   15 Ağustos 1984 ‘ten bu yana bizler büyüdük, yeni kıtalar keşfedildi. Yeni ülkeler kuruldu. Dünyanın birçok coğrafyasında haritalar değişti, devrilen liderler oldu. Velhasıl dünya değişti, gelişti ve güzelleşti.
               Ama devletin Şemdinli’de yaptıkları hiç değişmedi.
               Savaş bitti, çözüm süreci başladı…
Devletin Şemdinli’de yaptıkları hiç değişmedi.
               Onlarca katliam yapıldı, onlarca çocuk yetim kaldı, onlarca kadın dul kaldı.
Ama devletin Şemdinli’de yaptıkları hiç değişmedi.
Evlere bomba atıldı, masum insanlar öldürüldü.
Ama devletin Şemdinli’de yaptıkları hiç değişmedi.
               IŞİD diye bir barbar vahşeti çıktı, bitmek üzere…
               Devletin Şemdinli’de yaptıkları hiç değişmedi.
               Arap baharı çıktı, yeşerdi, söndü…
               Devletin Şemdinli’de yaptıkları hiç değişmedi.
               Şemdinli büyüdü…
               Yüzlerce insan doğdu, yüzlerce yaşlı öldü.
Yeni karakollar yapıldı, yeni köyler-mahalleler kuruldu…
               Bir çok belediye başkanı değişti, bir çok hükümet değişti.
Devletin Şemdinli’de yaptıkları hiç değişmedi.
               Şimdi yıl 2015… Devletin Şemdinli’de yaptıkları hala değişmedi.
               Yine devlet kurşunuyla gencecik bir insan öldürüldü.
               Onyıllardır yapılan şeyler, sadece isim ya da şekil değiştirdi. Ama zihniyet hep aynı, hiç değişmedi. 30 yıl önce, Kürtçe selamlaştığımız için girişteki eski polis noktasında saatlerce bekletildiğimiz, küfredildiğimiz zihniyet ne ise bugün hala aynı zihniyet devam ediyor.
               30 yıl önce tek kelime bilmediğimiz halde zorla, dayatarak andımızı ezberleten zihniyet ne ise, şimdi de aynı zihniyet devam ediyor.
               30 yıl önce köy meydanında muhtara atılan tokadın zihniyeti ne ise, Şapatan’da köylülere vahşice saldıran zihniyet ne ise bugün de aynı zihniyet devam ediyor.
               Aynı zihniyet dün Umut Kitabevi’ni bombaladı, bugün Necdet Uysal’ı kurşunladı.
               Aynı zihniyet dün kadınlarımıza küfrediyordu, bugün ıslık çalıyor.
               Aynı zihniyet dün Ortaklar’da köylüleri katletti, bugün Samanlı’da Necdet’i…
               Aynı zihniyet dün yaylaları yasakladı, bugün tarlaları yasaklıyor.
               Bu zihniyet iflas etmiştir. Bu zihniyet çağdışıdır. Bu zihniyet ne Türkiye’ye ne de Şemdinli’ye hizmet eder. Bu zihniyet sadece savaşın zihniyeti, katliam dilinin zihniyetidir.
               Bu zihniyet çağdaş Türkiye’ye, demokrasiye, barışa, çözüm sürecine, kardeşliğe saldırı zihniyetidir.
               Bu zihniyeti kınıyorum…
               Şimdi herkes kulaklarını ve gözlerini açıp iki kez düşünmeli.
               And olsun ki bu köhnemiş, ucuz ve çürümüş zihniyet birgün yenilecektir. Barış, kardeşlik ve demokrasi kazanacaktır.
               Ey liderler, başbakan, cumhurbaşkanı, bakanlar, duyun artık hayatlarının baharında yaşama veda eden insanların feryatlarını. Onların geride bıraktıkları gözü yaşlı, kimsesiz kalan ve onlara son bir kez el bile sallayamayan onlarca insanın çığlıklarını duyun. Şemdinli’den  ve hemen hemen Türkiye’nin her tarafından yükselip bütün dünyayı sarsan, onlarca aileyi yasa boğan haykırışları duyun. Açın kulaklarınızı. Sasonlar, Zağroslar, Gabbarlar, çiçek açsın.
                  Barışa sevdalanmak ve çözüm getirmek bu değildir. Barışa sevdalanmak ve çözüm getirmek, barışı yaşamak ve yaşatmaktır.
                   Barışı yaşamak, yaşamın en derinlerindeki sevgi dağarcığını kucaklamaktır. Umudun damarlarında nazlı bir kan damlası olmaktır. Toprağın anne şefkatini okşamak ve toprağa çocuk olmaktır. Bir yağmur damlasının en sevimli yüreği, bir rüzgarın en tatlı esintisi olmaktır. Güneşin saçlarına yapraklı bir çiçek takmak, bir yıldızın en parlak sesi olmaktır. Geleceğin en güzel melodisi olmak ve bir şiir tadında yaşamaktır…
                   Barışı yaşamak, kocaman bir yürek ister. Bu yüreğe sahip olmayan zihniyet, bir gün mutlaka tarihin çöplüğüne gömülecektir. 

Güncelleme Tarihi: 27 Ocak 2015, 17:55
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER