Merkel’in “nereye geldim ben” şaşkınlığı, yüzünden okunuyordu.
Ama bu, kendi tercihiydi.
Türkiye kritik bir seçimin arifesindeydi ve Merkel “seçim sonrası gidin” telkinlerini reddederek Erdoğan’a bu yaşam öpücüğünü verdi. Çünkü onun için Erdoğan’ın istikbalinden çok, mülteci krizi önemliydi.
Türkiye ve Almanya’daki Erdoğan muhalifleri o zaman bu ziyareti eleştirmişti. Erdoğan, Batı’nın tüm değerlerini reddeden bir otoriterdi.
Demokrasiye inancı olmadığını daha İstanbul Belediye Başkanı iken ilan etmişti.
Hukuku tanımadığını uygulamalarıyla göstermiş, kendisini eleştiren herkesi cezalandırma hevesine düşerek ifade özgürlüğünü ayaklar altına almış, basına ağır bir sansür uygularken, özgürlük talebiyle meydanlara çıkanları polisin sert müdahalesiyle ezmişti.
“Kininin takipçisi bir nesil istiyoruz” demişti kürsüden. “Kızlı-erkekli bir arada kalınan evleri” hiddetle eleştirirken muhtarları “onları bize ihbar edin” diye tembihledi. Kürtaja karşıydı. Kadın, en az 3 çocuk doğurmalı ve onların bakımıyla uğraşmalıydı.
Erdoğan’ın dini sözcüsü pozisyonundaki Diyanet’e göre nişanlıların bile el ele tutuşması günahtı.
“Almanya, bu anlayışa mı sahip çıkacak”tı?
Merkel bu eleştirilere kulak asmadı. Pazarlığını yaptı. Erdoğan’ı, Suriyeli mültecileri Avrupa’ya yollamayıp Türkiye’de tutacak bir formüle ikna etti. Karşılığında 3 milyar Avro ve AB ile donmuş olan müzakerelerin yeniden başlamasını vaat etti. Sarayda kalmadan gitti.
O gider gitmez Erdoğan bu ziyareti, Avrupa’nın kendisine verdiği destek olarak sundu ve seçimden zaferle çıktı.
***Yılbaşı gecesi Köln’de yaşananlar biz Türklere çok tanıdık geldi. Bu her yılbaşı İstanbul’un büyük meydanı Taksim’de yaşananların aynısı.
Sınıfta, okulda, işyerinde, hayatta kadını erkekten ayırmaya, onu çocuk yapıp büyütmek vazifesiyle eve kapatmaya çalışan muhafazakâr maço kültürün ve onun yarattığı kadın açlığının bir yansıması bu...
Türkiye’de, laik, modern, çağdaş bir yaşamı ve demokratik bir cumhuriyeti savunan kadınlar ve erkekler, yıllardır bu anlayışa karşı canları pahasına direniyor. Kadını köleleştiren bu anlayışın sonuçlarının değil, nedenlerinin sorgulanmasını, onu değiştirecek politikalar geliştirilmesini savunuyor.
Peki İstanbul’da ya da Köln’de, meydanlarda karşı karşıya gelen bu iki anlayış karşısında genelde Batı dünyası ve Avrupa Birliği, özelde Almanya ve Merkel nerede, kimin safında duruyor?
Biz, bunun cevabını biliyoruz.
O yüzden de Merkel Köln saldırganlarına sert tepki gösterirken acı acı tebessüm ediyoruz.
“Sınırlarımızı kapatalım”, “göçmenleri kovalım”, “mülteciler için parasını verip uzak bir ülkede toplama kampı kuralım” demek, sorunu çözmüyor.
Dünya artık, steril kıtalarla, ülkelere meydanlara izin vermeyecek kadar kozmopolit bir gezegen.
Bir coğrafyada çıkardığınız savaşın bedelini, oranın halkıyla birlikte siz de ödüyorsunuz.
Genelde Batı dünyası, özelde Almanya da kıtanın ve dünyanın geleceğine dair eski değerlerini hatırlayarak bir tercih yapmalı ve gündelik çıkarları uğruna kadim değerlerinden taviz vermemelidir.
Din kurallarının hükmetmediği, kadınların erkeklerin özgürce bir arada yaşayabildiği, adaletin, demokrasinin, özgürlüklerin baştacı edildiği, savaşın değil barışın yüceltildiği bir dünya kurmanın yolu, sınırları kapatmaktan değil, sınırın ötesinde aynı ideali paylaşanlarla küresel dayanışmadan geçer.
Aksine verilecek her desteğin bir faturası olacaktır.
Erdoğan’ın Suriye’yi silahlandırma politikasını belgeleriyle sergilediği için, onun şikâyetiyle hapse atılmış bir gazeteci olarak, Alman hükümetinin saraydakilere değil, zindandakilere kulak vermesini bekliyorum.
Vakit çok geç olmadan...Cumhuriyet
Güncelleme Tarihi: 18 Ocak 2016, 13:30