Kimi sevsem sen ve yürekleri dağlayan en acınaklı halim...
Duyulmaz bir sesin en sessizliği bu hep hazin bir sonu ve sevdanın en derinliği misali hep ulaşılmazda...
Kalbin taşıyamadı artık bunca çekmişliği...
Feleğin yed rengini barındırdı hep tıpkı renk cümbüşü misali,
Kırmızıyı, sarıyı gök mavisini; Gökkuşağını dile getirir gibi idi varlığın en güzelini ve en güzelliğini yaşatırdı hayata...
Adın yürek dağlayan, kanayan ve durmak bilmeyen koca bir yaraya merhem gibi… Sesin solukların en derini misali dünyaları dize getiren ve sevdaları dile getiren bir dille;
‘’Kendine iyi bak diyecek kadar, uzun yaşamaz bu yüreğim sensizim üşüyorum, gitti gidiyor gönlümün yarısı, hala bu şehirde ben nasıl yaşıyorum’’...
Yine hüzün yağıyor ve sessizlik bozgunda bir can gidiyor birde peşinden ağlayışlarla gözü yaşlı hep unutmayacak canan…
Hep sineye çekildi bunca hicran, yüreği dağlayan keder ve hayat anlamsızlaşmış ölümden de beter…
Bir şarkı olsa gerek hep dile aşina yürek yangında, kalp bihuzur ve gökyüzünde kara bir örtü var sanki karanlıktan da beter…
Hep gözlerimiz konuştu ağlayışlarla dile gelen bunca yaşanmışlığa ve gölge oldu artık güneşin ziyasına hayat…
Güneşi beklediğin bir zamanda karanlığın hakim olmasıydı yaşam… Bir de özlemlerin hep hasretle son bulduğu, vuslatın hep hicranla bittiği bir günün akşamı gibi hep sabahların dört gözle beklenildiği…
Kimi sevsem sen ve yürekleri dağlayan en acınaklı halim, dünya bir yana hayat durmuşluğu yüz tutmuş gece gündüze karışmış,
Feryatlar yükselirken arşı alaya, yürek yangınlarının sızısıydı hep derinden hissedilen, bazen gür bir nida ile bir yağmurun kara toprağa yağmasını ve beklenen şafağın sökmesi gibi bir bekleyişle gözlerin sabahı görmesi dileğiyle…
Güneşin doğuşu gibi barışın zuhur etmesi ümidiyle…
Güncelleme Tarihi: 05 Ağustos 2015, 00:54