Türkiye’nin de, Güney Kürdistan yönetiminin de Rojava gerçeğini içine sindirmesi gerektiğini söyleyen Kalkan, ”Rojava’daki gelişmeleri engellemeye çalışmak Kürtlükle bağdaşmaz. Güney Kürdistan yönetimi saygı görmek istiyorsa saygı göstermeyi bilecek” diye konuştu.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan MED NÛÇE’de yayınlanan Politik Alan programında Ersin Çelik'in sorularını yanıtladı.
Kürdistan ve Ortadoğu’daki sıcak gündem başlıklarına geçeceğiz, ama 30 Haziran 1996’da Dersim’de Zilan-Zeynep Kınacı’nın bir eylemi gerçekleşmişti. Bunun 19. yıldönümü. Bir Kürt kadının bu eylemin hem bulunduğu dönem hem de bugüne olan etkisi üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Şehadetinin 19. yıldönümünde Zilan yoldaşı ve tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Amaçlarını başarma sözümüzü bir kez daha yineliyorum. Bu 19 yılda binlerce, onbinlerce Zilan doğdu. Kürt kadınları Zilanlaştı. Özgürlük hareketimiz Zilanlaştı. Hareket ve halk olarak Zilan çizgisinde tam bir fedaileşme yaşadık. Kadın özgürlüğü temelinde bir toplumsal özgürlük çizgisini hareketimizin bütün alanlarına oturttuk. Zilan fedailiği bugün Kürdistan’ın dört parçasında kadını erkeği, yaşlısı genci tüm Kürt insanın temel tutumu olmuş durumunda. Her gün onlarca Zilanlaşma yaşanıyor. Zilan çizgisinde fedai eylemi gerçekleşiyor. Bu Zilan gerçeğinin ne kadar yakıcı bir gerçek olduğunu, Kürt kadının ve halkının var olmak ve özgür yaşamak için nasıl temel bir insani tutumu ifade ettiğinin en açık göstergesidir. 20’inci Zilan yılına girerken Zilan fedailiği, çizgisi öneminden hiçbir şey kaybetmemiş durumda.
Önder Apo’ya dönük baskılar, saldırılar, tehditler 19 yıl önceki gibidir. Tüm kadınlara dönük erkek egemen sistemin vahşi katliamcı saldırıları azalma göstermiş değil. Kürt halkının varlığına ve özgür yaşam istemine dönük özel savaş kapsamında topyekün saldırılar birçok alanda devam ediyor. Vahşi katliamlar düzenliyor faşist soykırımcı güçler. Bütün bunlar var olmak ve yaşamak için Zilanlaşmayı temel bir ihtiyaç haline getiriyor. 20’inci Zilan yılında da bizi var edecek, yaşatacak, özgür kılacak tek tutkumun Zilanlaşmak olduğu çok açıktır.
Zilan isminin en fazla kullanıldığı bir yer de Rojava. Bu, bizim de dikkatimizi çekmişti. Özellikle de YPJ’nin direnişiyle de öne çıkan bir durum olmuştu. Gündemin de birinci sırasında da Rojava’daki gelişmeler var. Geçtiğimiz hafta Gire Sipî özgürleştirildi. En yakıcı gelişme ise Kobanê’den geldi. Saldırılar gerçekleşti, bir katliam yaşandı. Bu saldırı içinde bulunduğumuz süreçte ne anlama gelmekte? Yine bu saldırıda Türkiye’nin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortadoğu halklarının ve insanlığın başına bela olmuş bu faşist DAİŞ güruhunun herkes tarafından lanetlenmesini ve bu güruha karşı “insanım” diyen herkes tarafından mücadele edilmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Çünkü bu konuda yetersizlikler var, sahtelikler var, yalancılıklar var. Kobanê katliamının intikamı alınır, şehitlerin kanı yerde kalmaz. Bu temelde tüm katliam şehitlerini saygıyla anıyorum. Halkımızın insanlığın başı sağolsun, diyorum.
Kürdistan’da hem faşizm hem de soykırım var. Dolayısıyla faşist soykırımcı güçler kendi rollerini oynuyorlar. Bize, insanlığa düşen bu faşist soykırımcılığı anlamak ve faşizme, soykırımcılığa karşı Zilan çizgisinde mücadele etmektir. İnsan olarak var olmak ve yaşamak da buna bağlıdır. Böyle bir vahşet karşısında kahramanca direnen bir halk konumuna gelen Kürtler bugün başları dik, onurlu ve gururlu şekilde özgür insanlığa öncülük eder konumdalar.
Faşizm niye katliam yapıyor, diyemeyiz. O niye var oldu ve nereden besleniyor, diye sormamız lazım. Bu vahşeti besleyenler kendilerini ele veriyorlar. Bir kere o kadar araç nereden geldi? Bir de bu Kobanê konusunda Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan sicili kirli bir kişilik haline geldi. DAİŞ’in 15 Eylül’den itibaren başlattığı saldırı sürecinden de sanki saldırıyı yürütüyor gibi değerlendirmeler yaptı, komutlar verdi, “düştü” dedi, “düşecek” dedi. Kobanê’nin düşmesi için dört gözle beklediğini ortaya koydu. Bugün de katliamın hemen ertesinde “Güney sınırında bir Kürt devletinin kuruluşuna asla izin vermeyeceğiz” açıklaması yaptı. Rojava Kürdistan’ı buradaki Kürt halkını, özgürlük devrimini açıkça tehdit ediyor. Güvenlik kurullarını toplamışlardı, oradan çıkan sonuç olarak Rojava güçlerinin ilerlemesi, Kobanê-Afrin arasında ilişkilerin geliştirilmeye çalışılması durumunda orduya saldırı emrinin verildiği, bu kararın alındığı ifade ediliyor.
Başka güçler de var, “zayıflık var, biz gelmeliyiz” diyenler var. Sanki oradaki zayıflık açığa çıksın da biz oraya gidebilelim, anlamında. Bu bakımdan dünyanın gözü önünde, insanlığı korumaya, kurtarmaya çalışan, bu uğurda binlerce kızını-oğlunu şehit vermiş bir halka dönük bu saldırı bu alanı yaşanamaz hale getirme hareketidir. Erdoğan’ın “kurdurtmayacağız” sözünün uygulanması olduğunu anlamayacak kadar ahmak değiliz. Farklı amaç ne, bunu tam bilmiyoruz. Bir yerlerden Kobanê’nin, özelikle de Bakur’da sınır boyu alanı tümden ele geçirmeye dönük askeri plan da olabilir. Bu anlamda başarı sağlanamamış da olabilir, hedefler tam vurulamamış da olabilir.
Gire Sipê’de bir kişinin burnu mu kanadı? Vahşetten, faşizmden, işgalden kurtarıldı. Özgür bir alan haline getirildi. Toplum biraz nefes alıyor. DAİŞ faşistleri ve AKP diktatörlüğü rahat bıraksa daha da rahat nefes alacaklar. Şimdi bu saldırı bunun intikamı mıdır? Rojava’nın en büyük katliamı oldu.
Buradan Kürt halkına, Rojava halkına, Kobanê halkına, analarımıza, kadınlarımıza özellikle seslenmek istiyorum: Daha iyi bilinçlenmemiz gerekiyor, daha örgütlü olmamız lazım. Dünya savaş halinde, Ortadoğu’da büyük bir savaş var, oyun var. Birçok güç Kürdistan üzerinde emeller besliyor. Kürt soykırımını tamamlamak istiyorlar. Tehlike var. Buna karşı direnmekten başka çaremiz yok. Teslim olmayı bile kabul edecek durumlar değiller ki, onurlu Kürt halkı elbette bunu kabul edemez. Zilanlar yaratan bir halk elbette bunu kabul edemez. O bakımdan daha dirençli olmak, daha bilinçli örgütlü olmak lazım. Daha mücadeleci olmamız gerekiyor. Başka çaremiz yok. O nedenle de düşman karşısında bilinçli, iradeli durmalıyız. Ağlamamalıyız ki, düşmanımız sevinmesin. Ağlamamalıyız ki, acılarımız dinmesin, öfkemiz azalmasın. Faşizm ve soykırım karşısında öfkemiz azalırsa o zaman biz yok olmuşuz demektir. Onursuzluk içine de düşeriz, katlediliriz de. Onurlu, özgür bir yaşamı yaratmanın yegane yolu direnmektir.
Gire Sipî’nin özgürleştirilmesi hem de Kobanê katliamını birarada ele alabiliriz. Buna paralel “bölgenin Arapsızlaştırılması, Türksüzleştirilmesi gibi bir kara propaganda da yürütülüyor. Ama bu saldırıların bir amacının da Kobanê’nin yeniden boşalmasını sağlamak olarak da değerlendirmeler var. Bu tartışmayı neye bağlıyorsunuz? Bu tartışmayı özellikle de AKP sözcüleri yürütmesi de dikkat çekici değil mi?
Rojava’da ve bütün Suriye’de büyük bir özgürlük ve kurtuluş mücadelesi veriliyor. Şimdi kurulan yönetimler ortada, mücadeleyi yürütenler içeresinde Arap, Süryani, Ermeni gençleri var, dünyanın dört bir yanından, Amerika’dan, Avusturya’dan, Almanya’dan, İngiltere’den katılmış kahraman gençler var. Özgür yaşama tutkulu, cesur ve fedakâr insanlar var. Her şey göz önündedir ve Rojava kapalı bir rejim değildir. Bütün bunların yalan olduğunu basın yaydı. Bunu AKP hükümeti yapıyor.
Peki, TC sınırları içerisinde kaç milyon Arap var? Bu Araplar anadillerini konuşabiliyorlar mı, “Arap’ız” diyebiliyorlar mı? Suriye’deki Arap’ın, Hesekê’deki Arap’ın hakkını Türkiye mi savunuyor! Halkları katleden, kültürleri, dilleri yok etmiş olan Türkiye mi Arap’ın hakkını savunuyor! TC sınırları içerisindeki Araplar ne durumdalar? Sınırın ötesindeki Arap’ın hakkını savunabilmesi için önce kendi yönetimindeki Arap halkının haklarını versin. Dilini, kültürünü özgürce yaşama imkanını versin. Irak’ta, Suriye’de Türkmenleri en fazla bu faşist diktatörlükler katletti. Türkiye her zaman bu diktatörlüklerle ittifak halinde oldu. Saddam yönetimi ile ittifak halinde oldu. Esad yönetimi ile de ittifak yaptı, “iki devlet bir hükümetiz” diyecek kadar ilişkileri ileri gitti.
En çok baskı ve zulüm uygulayan rejimlerin dostu olacaksın, kendi sınırın içerisindeki Arap’ın adı bile olmayacak, her türlü hakareti onlara yakıştıracaksın, kültürel soykırımdan geçireceksin ondan sonra da başka bir yerdeki Arap’ın hakkını savunduğunu söyleyeceksin! Bunu söylemeye Türkiye’nin hakkı yoktur.
Böyle bir politika ispatlansın herkesten önce biz ona karşı mücadele ederiz, karşı çıkarız, ama bir suçlamadır hem de her gün Arap halkının özgürlüğü-kurtuluşu için onlarca üyesini şehit veren YPG-YPJ savaşçılarına çamur atmak oluyor. Bu hakaret ve haksızlıktır.
AKP iktidarı döneminin en karlı çıkan ailesine ait Çalık Holding’e bağlı ATV-Sabah ve diğer AKP yanlısı basınla Güney Kürdistan’daki bazı basın-yayın kuruluşları ki, bunların başında Rudaw geliyor, bunlar aynı haberin-yorumun Türkçesi ve Kürtçesi servis ediliyor. Buradan hareketle yapılan değerlendirmelerden bir tanesi de Rojava’da Arap halkını Kürtlerle çatışma içine sokma arayışı. Güncel gelişmelerde basının tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Basın ifade özgürlüğünün temelidir. Basın özgürlüğü bütün özgürlüklerin başlangıcı oluyor. Ama basın için bu söylenebilir. Faşizmin dalkavukları için bu geçerli değildir. Bazıları basının bu saygın, toplum yaşamındakini anlamlı rolünü kötüye kullanıyor. Baskıcı, terör uygulayan iktidar ve devlet güçlerinin aracı-aleti haline getiriyorlar. Ayrıntılarını bilemem, ben izleyemiyorum, neler söylendiğini tam bilemiyorum, ama dün bir gazete “YPG operasyon yapmış bin tane Türkmen’i tutuklamış” diye haber yapıyor, hemen arkasından Tayyip Erdoğan tehdit açıklaması yapıyor. Oysa ortada öyle bir şey yok. YPG de öyle bir şey olmadığını açıkladı. Bu, basına en büyük hakarettir.
Bu biçimde basın özgürlüğünü kötüye kullanan, basının yüzünü karartan tutumlara karşı ortak tutum alınabilmelidir. Bu basıncılık değil, bu katliamın, soykırımın tahrik edilmesi. Baskı, terör uygulayan iktidar güçlerine ön açma, katliamların zeminini yaratma hareketi yürütülmesidir. Bunlara psikolojik savaş organı deniliyor. Şimdi yürütülen savaş özel savaştır. Özel savaşın da yüzde 95’i psikolojik savaştır. Dolayısıyla günümüzün savaş araçları silah, top, tüfek değil basındır, televizyondur…
Basını bir yana bırakalım, TC de, Güney Kürdistan yönetimi de Rojava Kürdistan gerçeğini kabul edecek, içine sindirecek. Rojava Kürdistan da Başure Kürdistan yönetimini tanımaz. O zaman Hewler yönetimi ne yapacak? Kürtler bir birine karşı böyle yaklaşırlarsa dünyanın karşısına nasıl çıkabilirler? Üstelik Güney Kürdistan’ın destek vermesi gerekiyorken herkesten önce Rojava’daki gelişmeleri engellemeye çalışmak neyle bağdaşır bir şey diyemiyorum, ama yurtseverlikle, Kürtlükle bağdaşmaz. O nedenle Güney Kürdistan yönetimi saygı görmek istiyorsa saygı göstermeyi bilecek. Kabul edilmek istiyorsa, kabul etmeyi de bilecek. Bir de Rojava’da zor koşullarda, bir avuç insan Kürdün onurunu yüceltmek istiyor, bütün insanlık da buna kıvançla bakıyor, böyle bir yerde arkadan hançer sokan, karalayan olamaz. Böyle bir Kürtlük olamaz, böyle bir Kürt yönetimi olamaz, Kürt basını da olamaz. Rudaw mıdır, bilemem, ama Kürtçe konuşuyor olmak yetmiyor, TC saraylarında da Kürtçe konuşuyorlar, Amerika’da da Kürtçe konuşuyorlar. Dili herkes öğreniyor. Bununla herkese kendilerini kabul ettireceklerini sanıyorlar. Biraz özgür Kürtlük damarı, tutkusu olanlar gerçekleri görmeliler. Gerçeğe saygıyla sahip çıkmalılar.
TC yönetimi de, eğer Rojava’daki direniş son zaferleri kazanamasaydı, eğer 7 Haziran seçiminde HDP barajı aşamasaydı, AKP Güney Kürdistan yönetimiyle de ilişki içerisinde 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında kararlaştırılan topyekün özel savaş saldırısını yapacaklardı. Bunun başında da Rojava’ya saldırma geliyordu. Biz bunu net biliyoruz. Bu bakımdan başarısız kaldılar ve şimdi yapamıyorlar…
Bu ihtimal tümden ortadan kalktı mı?
Hayır, kalkmamıştır. Açıktan, hızla bunu yapamadılar, ama şimdi provokasyonlarla, komplolarla yapmaya çalışıyorlar. TC yönetimi bu Kürt politikasıyla hiçbir yere gidemez. Mevcut tutum AKP’nin tutumu değil TC devletinin tutumudur. AKP, CHP ve MHP Kürt karşısında aynı noktaya geliyor: Kürt düşmanlığı. Kültürel soykırım rejimi diyoruz buna. Mevcut devletin stratejisi buna oturmuştur. Bu strateji değişmek zorunda. Bu strateji faşisttir ve kültürel soykırımcıdır. Hiçbir dile ve kültüre yaşama hakkı tanımadı. Herşey Türk olacak, diyor. Kültürler, diller mozaiği denen Anadolu, Mezopotamya tek bir dil ve kültüre mahkûm edilmek isteniyor. Bu tarihte en büyük savaşları getirdi, şimdi de getiriyor. En büyük katliamlara yol açtı, açıyor.
7 Haziran seçimlerinin sonuçlarının doğru okunması Türkiye toplumunun bunu istediğini gösteriyor. Bunu istemeyen 3 parti kaybetti, bunu biraz dillendiren HDP seçimin kazananı oldu. HDP bunları istediği için kazandı. Demek ki Türkiye değişmenin yönü özgürlük ve demokrasiden yanadır.
Yok, eğer eskisi gibi olacak, deniliyorsa, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “ne olursa olsun asla kabul etmeyeceğiz” yaklaşımı sürerse bu Türkiye’ye felaket getirir. Tayyip Erdoğan’ın Kürt düşmanı söylemi, Ortadoğu politikası Türkiye’yi Osmanlı’nın içine düştüğü durumdan daha ağır sonuçlara götürür. Kendisini Abdulhamid’e benzetiyor, Abdulhamid politikaları sonunda Osmanlı’yı nereye götürdüğünü gördük. Bunu ikinci kez yaşatmak istiyorlar. Bunu faşist, tekçi, diktatöryal çizgileriyle yapıyorlar.
Rojava’yı tehdit etmek kolay değil. Rojava’nın arkasında Bakur’da, Türkiye’nin her tarafına yayılmış 30 milyonluk Kürt var. Hele elini kaldırsın da görelim! Artık Kürtler bilinçli ve örgütlüdür. Biz öyle olmasını istemiyoruz, olmaması için de sabrettik. Önder Apo Eyüp sabrını bile kat kat aştı. Halk 17 yıldır İmralı zulmüne sabretti. Barış olsun, demokratik çözüm olsun, sorunlar kavgayla çözülmesin diye bu sabrı gösterdi. Ama kimse sanmasın ki, Kürtler bunu içine sindirdiler, zayıftırlar, yapacakları bir şey yoktu da onun için bunu kabul ediyorlar. Hayır, sadece barış ve demokrasi içerisinde ortak yaşam olsun istedikleri için böyle yaptılar. Önder Apo böyle istediği için ona uygun davrandılar. Yok, eğer böyle davranılırsa; üç aydır görüşme olmuyor, her türlü baskı ve tecrit, sindirme var, dört yıldır avukatlarla görüşme olmuyor, ailelerle görüşme olmuyor. Durumu nedir, yaşamı nedir bilinmiyor. Halkın iradesi orada, bunu Kürt halkının kabul edeceğini mi sanıyor AKP hükümeti, TC devleti! Net olarak söylüyorum: başlarına felaket gelir.
Şimdi zaman Türkiye’de düşünme ve tartışma zamanıdır. Doğruya ulaşma zamanıdır. Türkiye’yi bu kadar darlık, faşizm, diktatörlüğe götüren zihniyet ve politikadan kurtulma zamanıdır. 7 Haziran seçimleri herkese bunu gösterdi. Herkesin kafasına doğru gelmesi için vurdu. Şimdi böyle bir noktaya gelineceği yerde eski tutumu sürdürmeye kalkmak olup bitenlerden hiçbir şey anlamamak oluyor. Kendilerini çok akıllı, iyi bilen sanıyorlar, ama yaşananların ne anlama geldiğini anlamadıkları açığa çıkıyor. Kobanê’yi bu konuda hep zayıf görüyorlar. Herhalde bir saldırı noktası olarak kullanıyorlar. Kobanê halkı da bunu iyi görmelidir. Direnişe öncülük etmek kötü değildir. Biraz zor gelir, acısı büyük olur, ama kahramancadır, yiğitçedir. Bütün Kürdün iradesi orada toplanıyor, oradaki direnç Kürt tutumunu, iradesini temsil ediyor. Dolayısıyla bu kahramanlığı Kobanê’nin kadınları, erkekleri gösterdiler. Hepsini selamlıyoruz, insanlık onurunu temsil ettiklerini bilmeleri gerekiyor. Bu, her şeyden daha yücedir. Aç olabilirler, susuz olabilirler, kan içinde de olabilirler, ama yeter ki onurlu olsunlar. İşte onu elde ediyorlar. Onurla, başları dik, insanlığa doğru yolu gösteriyorlar.
TC YÖNETİMİ TUTUMUNU DÜZELTMEK DURUMUNDA
Bu bakımdan, TC yönetimi tehdidinden vazgeçmeli, tutumunu düzeltmek durumundadır. Halkın da her türlü tehdit ve tehlikeye karşı daha çok bilinçlenme, daha çok örgütlü olmak durumunda. Belli ki zayıflıklarımız var. Açık kapı bırakılmıştır. Niye öyle oldu, diye herkes kendine sormalı. Niye daha sağlam örgütlenemedik? Niye daha iyi bir savunma sistemi geliştiremedik? Katliamcıların hilelerine niye aldandık? Burada ciddi gözden geçirilmesi, irdelenmesi, düzeltilmesi gereken tutumlar var. Acı büyük, ama bunu uzatmadan kendi özgücümüze güvenerek güvenliğimizi, varlığımızı ancak kendimizin sağlayacağımızı bilerek eksikliklerimizi gidermek, hatalarımızı düzeltmek zorundayız. Savunma, güvenlik sistemini bir iğne ucu kadar açık bırakmayacak şekilde bilinçli, örgütlü, sağlam hale getirmek gerekli. Bu kadar yiğitçe, kahramanca savaşanlar, her gün onlarca şehit verenler böyle bir savunma sistemini geliştirmeyi de bilmeliler.
Özellikle Türkiye algısında düzeltme olmalıdır. Mevcut haliyle Türkiye Kürt karşıtıdır. Dört parça için de böyledir. Tartışmalarda deniliyor ki, “niye Başur’un Kürdüne dost da Rojava’nın Kürdüne düşman! Kim Başur’un Kürdüne dost? TC mi Başur’un Kürdüne dost. Belki KDP ile AKP birbirine dost olabilirler. Ama Kürde bu kadar düşman olan bir rejim nasıl Kürtlük için bu kadar mücadele etmiş Başur halkına dost olabilir? Fırsat bulsa bir kaşık suda boğacak, aç bırakacak. Sınırları kapatıp Başur halkını aç bırakmaya çalıştığı zamanlar az mı oldu? Bunları unutmak ihanettir. Hele hele bunu Başur halkının unutmuş olduğunu hiç sanmıyorum. Hiç sanmıyorum ki, bu tür sözlere Başur halkı kansın. Çünkü gerçek durum öyle değildir. O bakımdan da düşman algısını doğru ele almak lazım. Şunu söylemiyorum: gözü kara bir düşmanlık olsun, önümüze gelene düşmanlık edelim, hayır, kesinlikle öyle değil. Birazcık dostluk, insanlık gösteriyorsa birisi biz ona beş gösterelim, ama öyle değil de düşmanlık yapıyorsa, düşmana karşı da düşmanlık yapılır. Sana karşı düşmanca durana karşı sen de mücadele etmek zorundasın. O bakımdan mevcut TC politikalarına karşı yetersizlik var. Evet, anlaşılırdır, uzun bir sınır, dikkatli politika yürütmek gerekiyor, ama bu kuzey sınırında demokratik yönetim olsa, dost bir yönetim olsa, kuzey Kürdistan özgür olsa ve Rojava’yla birleşse ne güzel olur. Ama bunu istemek ayrı, bugünkü gerçeklik ayrıdır. Bugün halk her türlü şekilde destek veriyor. Sınırın Bakur tarafında Kürt düşmanı bir yönetim var ve Rojava’yı tehdit ediyor. Demek ki bütün saldırıların arkasında bunlar var. Zaten bunlar belgelerle de açığa çıktı. DAİŞ’in yarısı Türkiye sınırları içerisindedir. TC devletinde müsamaha gördü.
Günlük olarak Türkiye’deki DAİŞ militanlarının fotoğraf ve görüntüleri yayınlanıyor…
Evet, bir de DAİŞ Suriye sınırları içinde aranıyor. Suriye sınırlarından daha fazlasının Türkiye sınırları içerisinde olduğunu iddia ediyorum. Özellikle de sınır hattında, Çukurova’da, İstanbul’a kadar, nerelerde terör yuvaları var? Nerelerde eğitim yapıyorlar? Hangi yollardan gelip Suriye’ye geçiliyor, bunları herkes biliyor. Basın birçok kez belgeledi ve açıkladı. Devletler de biliyorlar. Amerika’da, Avrupa’da bu gerçekliği çok iyi biliyor…
Buna rağmen uluslararası güçlerin tutumlarında bir zayıflık olduğunu söyleyebilir miyiz? Fransa’da da yeni bir saldırı oldu…
Herkes basit çıkar peşinde koşuyor. Küresel politika yürüten güçlerin tek boyutlu politika yürüteceklerini sanmamak lazım. Onlar, kafalarının içerisinde kırk tilki dolaşıyor, derler ya, kırk tilkinin kuyruğu da birbirine değmiyor. Öyledirler. DAİŞ’ten korkuyorlar. Kendilerini savunma iradesi gösteremediler. Bu bakımdan YPG ve YPJ bütün insanlığı savunduğu için dünyanın dört bir yanından gençler gelip katılma iradesini gösterdiler. Kendileri ne yapar, bilemiyorum, ama birbirlerinin ne yaptıklarını biliyorlar. O nedenle ABD-Türkiye ilişkileri gergin, Suriye politikaları nedeniyle gergin. Hala da benzer bir politik durumdalar. ABD ile Avrupa Türkiye’yle karşıt bir konumda. Suriye politikaları karşı karşıyalar.
Türkiye’de yeni seçilen vekiller TBMM’de yemin etti. Koalisyon tartışmaları sürüyor. Oluşan tablo içerisinde seçim sonrası geçen süreçte, özellikle de Rojava politikası özelinde de HDP’nin tutumunu yeterli buluyor musunuz? İkincisi, geçen programda sizin değerlendirmeleriniz başta olmak üzere, PKK ve KCK yönetiminin değerlendirmeleri, yorumları üzerine “Kandil HDP’ye talimat veriyor” gibi bir algı da yaratılmak isteniyor. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Biz bir özgür gücüz. Kendimizi de tartışıyor değerlendiriyoruz, dünyayı da tartışıyor değerlendiriyoruz. Herkese ilişkin görüş belirtiyoruz, herkes de kendinden daha fazla bizim hakkımızda konuşuyor. Bize dair konuşulanların hepsine bize talimat mı vermektir, yok. Biz öyle algılamıyoruz, öyle kimseden de talimat almıyoruz. Türkiye ortamını değerlendirirken sadece HDP’yi değerlendirmiyoruz, onlarca parti var, sol-sosyalist güç var, düzen partileri var, hepsini değerlendiriyoruz. En çok AKP’yi konuşuyoruz. Ben bir HDP’yi konuşuyorsam beş AKP’yi konuştuğumu söyleyebilirim. Eğer HDP’ye olanlar talimatsa, AKP’ye olan da talimat sayılmalı. Böyle değildir. Bizim kimseye talimat verme ihtiyacımız da yoktur. Kendi kararlarımızı, görüşlerimizi uygulayacak güce, örgüte sahibiz. Biz bir eylem gücüyüz. Başka partilerle dostluk kuruyoruz, ittifak yapıp birlikte çalışıyoruz, ama düşüncelerimizi başka partiler uyguluyor da biz sadece düşünce üreten araştırma grubu değiliz. Dünya alem nasıl bir eylem gücü olduğumuzu görüyor. 40 yıldır PKK kendini kanıtlamış bir güçtür.
Türkiye’deki tartışmaları 7 Haziran seçim sonuçlarını yansıtır görmüyorum. Doğru değildir, eskide kalmadır. 7 Haziran yeni bir başlangıç oldu. Toplum siyasetçiye emir verdi, talimat verdi, biz değil. Siyasetçi onu görürse toplumdan onay alır, yok göremez toplumdan onay alamaz kendi bildiğini okursa, gelecekte toplum o siyasetçiye daha ağır ders verir. Bu ne tehdittir ne de talimat, bir durumun tespitidir.
O bakımdan mevcut tartışmalar, arayışlar 7 Haziran seçim sonuçlarına uygun değildir. Türkiye’de demokratikleşmeyi geçirecek, demokratik çözümü gerçekleştirecek bir gidişat değildir. Hâlbuki Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Eğer böyle olmazsa felaket olur. Tayip Erdoğan’ın söyledikleriyle hareket edecekse Türkiye batar. Batınca da bizi sorumlu görmesinler. Batıranlar ortadır.
Gün gibi ortada, bu kadar kendi halkına, yönettiği insanlara, mazlum insanlara; kadına, gence, Kürde, Alevi’ye düşman olan bir yönetim batıyorsa biz mi yapıyoruz? Kendi düşmanlığı batırıyor. Kendi zihniyeti ve politikaları batırıyor. Bunu herkesin görmesi gerekiyor.
Bu bakımdan sadece HDP’nin değil, seçim sonrasındaki politik tartışmalar doğru ve yeterli olmamıştır. Mesela en aktif CHP olmaya çalıştı. Biraz da kendine göre yapıyor, ama CHP’nin yaklaşımları doğru değildir. Şu anlamda doğru değil, “normalleşme gerekir” diyor. Normalleşme değil, demokratikleşme gerekiyor. Bunu doğru söylemek lazım. “Restorasyon gerekiyor” diyor. Restorasyon değil, demokratik yeniden yapılanma gerekli, doğru söylemesi lazım. CHP, AKP’nin yaptıklarını eski CHP sistemine göre değiştirmek istiyor, bunun adını da “normalleşme” koyuyor. “Restore edeceğim” diyor. Faşist diktatörlüğü biraz cilalayacak AKP’nin uygulamalarını törpüleyecek işte düzene çıktık, demokratik olduk diyecek. Bu aynı AKP çizgisidir. Kendine demokrat, kendine özgürlükçü, kendisine oldu mu artık ülke kurtulmuşta oluyor, demokratta oluyor! Bu politikadan vazgeçilmeli. CHP içerisinde gerçekten de özgürlükçü, demokrat, sosyal demokrat saygılı insanlar var. Bu politikaya karşı çıkmalılar.
Şunu herkes bilmelidir. Şu bu partiyle ilişkili değil, Türkiye’nin demokratik değişimime, dönüşüme, demokratik yeniden yapılanmaya ihtiyacı var. 35 yıldır 12 Eylül askeri faşist askeri diktatörlüğünün baskısı altında toplum inliyor, cendere içerisindedir. Biraz Kürt direnişi nefes aldırttı rahatlattı, şoven milliyetçiliği geliştirerek o direnişin demokratik etkisini de yok etmeye çalışıyorlar. Mevcut faşist sistem toplumu bitiriyor. Ulus devlet sistemi insanı, toplumu her şeyiyle bitiriyor.
Buna karşı çıkacak bunu değiştirecek bir dönüşüme kesinlikle ihtiyaç var. 35 yıl az bir zaman değildir. Neredeyse yarım yüz yıla gidiyor. Bir darbe yönetimi bu kadar kalabilir mi? Dünyanın hiçbir yerinde kalmadı. Ama Türkiye hala bunu değiştiremedi. Sahte bir biçimde güya “12 Eylülcüleri yargılıyoruz” diye AKP yaptı. İşte restorasyon AKP’nin yaptığıydı. CHP’de benzer bir şey yapmak istiyor. Bu kabul edilemez. Restorasyonla, normalleşmeyle bu iş olmaz. Demokratik değişim dönüşüm, demokratik yeniden yapılanma gereklidir.
Demokratik yeniden yapılanmanın ilkeleri nedir? Çerçevesi nedir? Bir; kadın özgürlüğünü ve eşitliğini esas alacaksın. Kadın özgürlüğü olmadan özgürlük ve demokrasi olmaz. İki; Kürdün özgürlüğünü esas alacaksın, yüz yıldır inkar ediyorsun soykırım uyguluyorsun. Kürt özgürlüğü olmadan Türkiye’de hiçbir özgürlük ve demokrasi olmaz. Üç; bu temelde bütün ulusal ve dinsel kimliklerin özgürlüğünü sağlayacaksın. Dört; en ileri ifade ve örgütlenme özgürlüğü sağlayacaksın. Bunları yaparsa meclise, meclis denir ve bir demokrasi organı olur. Hükümet böyle bir programla hareket ederse bu dönemin hükümeti olur.
Bunun gerçekleşmesi için de gerçekten de iki temel kriter var. Bunu söylemek ne talimat vermek ne de birilerinin hakkını savunmak, öyle değil. Böyle bir demokratik dönüşümü sağlayacak mücadelenin, yönetimin içinde HDP’nin önde olması gerekli. Başta olması gerektiği açıktır. Çünkü 7 Haziran’da diğer partiler kaybetti, HDP kazandı. HDP bu çizgiyi savundu. HDP’siz bu olabilir mi? Olamaz. Dolayısıyla HDP’siz bir demokratik yönetim, demokratik süreç artık Türkiye’de olamaz.
O zaman sadece mecliste değil, hükümet ortağı da mı olmalı?
Her yerde HDP olmalı. HDP buna göre bir politika yürütmeli. Oyunu üçe katlamış, hile yapılanları da bilmiyoruz. Birde barajı geçti, geçemeyecek baskısı altında buraya gelmiş. Şimdi toplum böyle sorumluluk vermiş “beni temsil et, demokratik değişim dönüşüm yap” demiş olan bir hareket. “Ben bunu yapmıyorum geri çekileceğim” diyebilir mi? O bazı söylemler yanlış oldu. Eleştiriyoruz. “Emanet oy!” HDP’nin tabanı yüzde yetmiş, seksendir. AKP, öbürleri çaldılar. Bu yüzde seksen oyun yüzde on üçünü hırsızların elinden HDP geri aldı. Daha alamadıkları var, onları da alması gerekiyor.
Hak sana sorumluluk veriyor, görev veriyor. Sen kazanan olarak çıkmışsın. Çelişki oldu, biz ben bunu açık söyleyebilirim. Bir taraftan “tek kazanan biziz” diyeceksin, diğer taraftan “muhalefet oluyoruz” diyeceksin. O zaman kazanan iktidar olmuş demektir. Yüzde on alırsın, yirmi alırsın bu mesele değil, sen kazanmışsın.
Mesela HDP Eşbaşkanlarına, Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini vermeli. En çok oy arttıran, toplumun meyil ettiği, Türkiye’nin geleceğini ifade eden HDP’dir. AKP, CHP daha çok oy almış olabilirler. Bu mele değildir. Eski oylarından düşmüşlerdir, geriliyorlar. Gelişmekte olan toplumun Türkiye’nin geleceğini çizmesini istediği parti HDP oluyor.
Bu bakımdan: Bir; HDP’siz bir yönetim kesinlikle demokratik olamaz. 7 Haziran seçim sonuçlarını temsil edemez. İki; Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır hale getirilmesi. Bu süreci bütün buraya kadar getiren, bunun düşüncesini ortaya çıkaran, örgütünü yaratan, bütün tehlikelerden koruyarak Türkiye’yi demokratik anayasa yapacak, yasal reformlar yapacak, barışa ve demokrasiye kavuşabilecek bir noktada tutan tek kişi Önder Apo’dur. Herkes bu gerçeği görmelidir.
ÖNDER APO’NUN MEVCUT KOŞULLARI SÜREMEZ
Bunu yapan bir kişi on yedi yıldır zülüm altında tutuluyor. Bu zülüm hala devam edemez, artık süremez. Buna derhal son verilmesi gerekiyor. Kendi yarattığı sürece aktif katılması gerekli. Öyle yaşasın diye değil, rol oynasın çalışsın. Buraya kadar getirdi, bundan sonrada yapacağı, öncülük edeceği büyük şeyler var. Halka hizmet ediyor, sadece Kürde değil, Türkiye’deki bütün toplumlara hizmet ediyor. Ortadoğu’nun demokratik birliğini savunuyor. Sadece Kürde değil, Türkiye’deki bütün toplumlara hizmet ediyor. Bu bakımdan da artık Önder Apo’nun mevcut koşulları süremez. Böyle olan yerde faşizm, diktatörlük var demektir. Ona karşı da mücadele edilir. O nedenle yeni Türkiye siyasetini doğru tartışmak için hemen gereken şey şuydu: HDP’nin hemen inisiyatif üstlenmesi gerekiyordu ve Önder Apo’nun özgür yaşam ve çalışır koşullara ulaşmasının tartışılıp öyle bir duruma getirilmesi gerekiyordu. Bunlar olmadı. Doğru olmayan budur.
Belirttiklerim dışında bir demokratik yeniden yapılanmayı öngörmeyen, programlamayan bir meclis, hükümet algısı ve müzakere süreci dışındaki her türlü hükümet arayış, kuruluş diktatörlüğü ifade eder. Mevcut 12 Eylül faşist askeri rejimini sürdürmeyi öngörür. Savaş hükümeti olur. Kürde saldırır, Alevi’ye saldırır, kadına saldırır, Rojava’ya saldırır, Başur’a saldırır, her yere saldırır. Bir felaket durumudur. İş işten geçtikten sonra haydi direnilsin demek olmaz. Önlemenin, doğruyu geliştirmenin imkanları vardır. Koşulları vardır. O halde bu koşulları, bu imkanı değerlendirelim, diyoruz.
Deniz Baykal öne çıkmak istiyor. Abdullah Gül’le görüşmeler oldu, öne çıkmak istiyorlar. Yani herkes rol oynayabilir, oynasınlar ama bütün rol oynamak isteyenlere ben şunu söyleyebilirim: HDP’siz ve Önder Apo’ya özgürlüksüz bir düşünceyi hiç kimse aklından geçirmesin, uygulamaya çalışmasın. Mevcut olanı sürdürmeye çalışır. Belki iki gün yürür ama sırt üstü düşer.
Her halde AKP ve CHP hükümet kurmak istiyor. HDP’siz olmaz. Demokrasi programsız olmaz. Bir AKP, CHP hükümeti hangi çözümü gerçekleştirecek, değişimi yapacak, programı hayata geçirecek belli olmalıdır. Bir demokratikleşme programı olmalıdır, restorasyon programı değil. Demokratik dönüşüm ve yeniden yapılanma programı, bunu da ancak HDP’nin katılımıyla olur. MHP’de katılsın. Devlet Bahçeli o kadar ters davranmamalıdır. Bu AKP’yle taban kavgası için yapılıyor. Oy almayı, oy kaybetmemeyi buna bağlamak yerine millete hizmet etmeye, demokratikleşmeye bağlamak daha doğrudur. O bakımdan yani öyle bir çizgide kalmak yerine, gelişmeleri 7 Haziran seçim sonuçlarını okuyarak onlarda değişim, dönüşüm yapabilmeliler.
TÜRKİYE POLİTİKASI PKK’SİZ OLAMAZ
Biz bunları söyledik. Bunlar hiç kimseye akıl vermek de değildir talimat da değildir. Bizim de mücadele alanımızdır. Türkiye politikası PKK’siz olamaz. Herkes her gün kendinden fazla PKK’yi konuşuyor. PKK yöneticileri bu duruma ilişkin görüş belirtiyorlarsa bunda anormal bir durum var mı?
Demokratikleşme, demokratik dönüşüm ve yeniden yapılanma yönündeki her türlü çabaya sonuna kadar destek vereceğiz, mevcut sistemi sürdürmek isteyen yeni özel savaş hükümetleri kuran herkese karşıda kahramanca direneceğiz. İkisine de hazırız. Bunu açıkça da ilan ediyoruz. Biz öyle kapalı kapılar ardında gizli hesapları olan, politikaları olan güç değiliz. Biz halka dayanan politika yürütüyoruz. Dolayısıyla içimiz dışımız, her şeyimiz açıktır. Ne düşünüyorsak, ne planlıyor, ne yapmak istiyorsak bunu halka, topluma, kamuoyuna herkese duyuruyoruz.
Hatta biz kendi içimizde eleştiri, özeleştiri halindeyiz. Seçimden sonra geçen yirmi günde biz pasif kaldık. Yeterince siyasi süreci tanımlayan, aydınlatan konumda olamadık. Özeleştiri vermemiz gerekiyor. Eleştirini bir boyutu kendimizedir. Eksikliğimizi anlayarak doğru yöntemlerle gidermeye çalışıyoruz. Yaptığımız odur.ANF
Güncelleme Tarihi: 30 Haziran 2015, 10:58