Hozat: Kürt sorununun çözüleceği yer Meclis’tir

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, 7 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye’nin yeni bir döneme girdiğini belirterek, Kürt meselesinin çözüm yerinin de Meclis olduğunu ifade etti.

Hozat: Kürt sorununun çözüleceği yer Meclis’tir
 KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, 7 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye’nin yeni bir döneme girdiğini belirterek, Kürt meselesinin çözüm yerinin de Meclis olduğunu ifade etti.

“Artık bundan sonraki süreç eskisi gibi asla yürümez. AKP’ye bu şans tanınmayacak. AKP’ye tanınan şanslar bitmiştir’’ diyen Hozat, eşit müzakere koşullarının hazırlanması ve Meclis’in devreye girmesi halinde tahkim edilmiş bir ateşkesin olabileceğini belirtti.

Hozat, sürecin devamı için resmi müzakerenin başlaması ve bunun da şeffaf olarak yürütülmesi gerektiğine vurgu yaparak, ‘’Bu anlamda Kürt sorununun çözüleceği yer meclistir. Bu süreç çözümünü beraberinde getirir’’ dedi.

Bu süreçte mutlaka üçüncü bir gözün de olması gerektiğine dikkat çeken Hozat,  artık İmralı’daki her görüşmenin hem yazılı hem de görsel olarak kayıtları ve belgelerde de imzaların olması gerektiğini ifade etti.

KCK’nin 12 Haziran’da yayınladığı deklarasyona işaret eden Besê Hozat,  tekçi, milliyetçi ulus devlet yetkilerinin yerellere dağıtılmasını ve yerelin kendi kendisini yönetecek bir biçime gelebilmesi için yeni bir anayasanın çıkarılmasının önemli olduğunu vurguladı.

“Çözüm süreci demek demokratik siyaset demektir’’ diyen Hozat, koruculuk sisteminin kaldırılması, JİTEM ve yeniden örgütlendirilen Hizbi kontranın tasfiye edilmesi, sadece hasta tutsakların değil, bütün siyasi tutsakların serbest bırakılması gerektiğini vurguladı.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat sorularımızı yanıtladı:

'ÇÖZÜM DEĞİL, TASFİYE SÜRECİ VARDI'

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı olarak, Kürt sorunun çözümünü ve demokratikleşme konusunda eskinin tekrarının kabul edilemeyeceğini ve müzakere koşullarının hazırlanmasını istediniz. Devletin kamuoyuna karşı açık ve şeffaf olmasını istediniz. Bu temelde yaptığınız açıklamada 3 temel maddeyi gündeme koydunuz. Süreç eskisi gibi olmaz diyorsunuz. Peki, yenisi nasıl olmalıdır?

Yenisini anlamak için eskisini bilmek gerekiyor. Eskisi neydi? AKP çokça çözüm sürecinden bahsetti. Fakat ortada bir çözüm süreci yoktu. AKP 2011-2012 devrimci halk savaşında ciddi anlamda sıkıştı. Gelişen Rojava devrimide hem Kürdistan’ı hem de Türkiye’yi etkiledi. Bununda yarattığı bir sıkışma oldu. AKP bunların sunucunda Önderliğimizin ayağına gitti. Bu süreç böyle başladı. Fakat AKP bu süreci gerçek anlamda bir çözüm sürecine dönüştürmedi. AKP ve Türk devleti açısından bu çok önemli bir fırsattı. Maalesef bu süreci doğru değerlendirmediler. Bu süreci AKP kendi çıkarları temelinde sürekli olarak kullandı.

Son iki yılda da hep bir seçim sürecini yaşadık. Önce yerel seçimler ardından Cumhurbaşkanlığı ve şimdide genel seçimler yapıldı. AKP sürekli olarak bu süreci kendisi için bir yatırıma dönüştürmeye çalıştı. Son derece pragmatik yaklaşarak bu diyalog sürecini de araçsallaştırarak istismar etti.  AKP bunu niye yaptı? Çünkü AKP milliyetçi, faşist, Kürt düşmanı zihniyeti bu sürecin sonuçlandırılmasını el vermedi. AKP baştan itibaren bu süreci de PKK’yi tasfiye etmenin ve Kürtlerin kırk yıllık mücadele ile elde etti kazanımları tasfiye etmenin bir süreci haline getirdi.  O yüzden son iki yıldır da Rojava’daki devrime saldırarak, DAİŞ’e destek vererek Kürtlere karşı savaşı yürüttü.

AKP’nin zihniyeti son derece ırkçı olduğu için politikaları da bunu aşan bir düzeyde olmadı.  Çözüm sürecini yürüten oymuş gibi lanse ederek bir algı yaratarak, toplumda da bu yönlü bir beklenti yaratı. Kürtlerin oylarını, demokratik çevrenin, liberallerin oylarını kendisine akıtmak istedi. Türkiye’de barış, huzur, demokrasi isteyen kesimlerin halkların oylarını böylelikle devşirdi. Her dönemde bu tür yöntemlerle seçimleri kazandı. AKP bu tür yöntemlerle kendisini devletleştirerek, konumunu pekiştirdi. Çünkü şunu çok iyi gördü; toplum Kürt sorununun çözümünü istiyor. Barışa dönük yoğun bir talep var. Bu talep sadece Kürtlerle sınırlı değil, Türkiye toplumuda bunu istiyor. Toplumun nabzını çok iyi tutun bir parti olarak AKP bunu çok iyi gördü. Bunu da sürekli çözüm ve süreç kavramlarını kullanarak istismar etti.

Önderliğimiz bunu fark etti ve buna büyük bir tahammül gösterdi. AKP’yi çözüme çekmek için Önderliğimiz çok büyük bir çaba harcadı.  Her defasında AKP’nin bu istismarcı ve pragmatik yaklaşımlarını süreci, halkın taleplerini, barış umutlarını suiistimal eden politikalarına ve tutumlarına karşı büyük bir sabır ve emekle hep süreci geliştirmenin çabası içerisine girdi. AKP’ye de adım attırmanın mücadelesini verdi. Fakat AKP’de geri adım atmadı, bundan vazgeçmedi. Bunun için süreçte gelişmedi.  AKP’nin toplumda oluşturduğu  çözüm algısı, gerçekler ortaya çıkınca, toplumun AKP’nin gerçek yüzünü, samimiyetsizliğini, milliyetçi, faşist karakterini, Kürt düşmanlığını  görmesiyle değişti. Bu çok somut olarak seçim sonuçlarına yansıdı.

'ÖNDER APO SÜREÇTEN ÇEKİLMİŞTİR'

AKP kendisine verilen bu çok önemli şansı değerlendirmedi. Bunu var olan beklentileri tam tersine boşa çıkardı.  Artık bundan sonra AKP’ye bu şans tanınmayacak. AKP’ye tanınan şanslar bitmiştir. AKP’ye 13 yıl buyunca çok fazla şans tanındı. Önder Apo ve hareketimiz çok büyük şans tanıdı. Hiçbir hükümet sürecinde yapılmadığı kadar ateşkes ve eylemsizlik kararı alındı. Gerilla sınır dışına çekildi. Bu düzeyde büyük bir adım atıldı. Maalesef AKP hiçbir şansı doğru değerlendirmedi. Milliyetçi, faşist, tasfiyeci politikalardan vazgeçmedi. Bunu sürdürmeye devam etti. Toplum AKP’nin bu politikalarına bu seçimde tavır koymuştur. Kürt halkı ve Türkiye halkları HDP’ye % 13 oy kazandırarak AKP’yi iktidardan düşürmüştür. Bu tutumuyla halk AKP’ye artık yeter demiştir. Hareketimizde Önderliğimizde bu tutumu, tavrı ortaya koymuştur.

Önder Apo son görüşmesinde, ‘‘bu biçimiyle ben yokum’’ diyerek  açık bir şekilde tutumunu ortaya koymuştur. Önder Apo mevcut durumda AKP’nin yürüttüğü süreçten çekilmiştir. Artık bundan sonraki süreç eskisi gibi asla yürümez.  Biz bunu 12 Haziran’da yaptığımız deklarasyonda çok açık bir biçimde ifade ettik. Süreç bundan sonra devam edecekse mutlaka ama mutlaka resmi müzakerenin başlaması gerekiyor.

Resmi müzakerenin eşit koşullarda yapılması gerekiyor. Müzakere eşitler arasında olur. Denk güçler, eşit güçler arasında olur. Eşit koşulların olmadığı yerde asla müzakere olmaz. Geçmiş süreçte müzakereye geçilememesinin temel nedeni de buydu. AKP, Önderliğimizle yaptığı görüşmelere ilişkin her türlü siyaseti yürütüyor, her türlü sözü söylüyordu. Fakat Önder Apo kamuoyuna rahat bir biçimde tek bir kelime söyleyemiyordu.

Bu diyalog süreci Önder Apo ile yürütülüyordu fakat Önder Apo lideri olduğu partiyle filli bir görüşme yürütemiyordu. İmralı da tartışmalar oluyor, bu tartışmaların hiçbir resmi kaydı, belgesi yoktur. O tartışmaların altında devletin bir imzası yoktur. Karşılıklı atılan bir imza yoktur. Hiçbir biçimde bu tartışmaların sonuçları bir proje veya yasa olarak meclisin gündemine öneri olarak bile girmemiştir. Böyle bir süreç müzakere süreci olabilir mi?  Sözde geliştirdiğin çözüm sürecinin Önderliğini böyle ağır bir tecrit altında tutarsan, o Önderliğin ne hareketiyle, ne kendi halkıyla, ne Türkiye toplumuyla, ne sivil toplum örgütleriyle, ne basınla hiçbir ilişkisi olmazsa, hiçbir biçimde onun koşulları, onun ortamı oluşturulmazsa öyle bir süreç müzakere süreci olabilir mi? Böyle bir şey olamaz. Müzakerenin müzakere olabilmesi için eşit koşullarının sağlanması lazım.

'ÖNDERLİĞİMİZİN KANDİL’E GELMESİ LAZIM'

Nasıl ki hükümet rahat siyaset yapabiliyorsa, konuşup istediği konuda açıklama yapabiliyorsa, toplumla buluşabiliyorsa, her türlü kurum ve kuruluşla görüşebiliyorsa, Önderliğimizin de aynı biçimde aynı eşit koşullara, benzer fırsatlara sahip olması lazım. Bunun adı özgürlüktür. Önderliğimizin özgürlüğüdür. Devlet, hükümet nasıl özgürce hareket ediyorsa Önderliğimizinde özgürce hareket etmesi lazım. Önderliğimiz müzakerenin bir tarafı ise -ki bir tarafıdır baş müzakerecimizdir- rahat hareket etmesi gerekir. Önderliğimizin çok rahat Kandil’e gelip hareketiyle toplantı yapması lazım. Bu süreci hareketimizin kadrosuna yönetimine anlatması lazım. TBMM konuşarak bu süreci anlatması lazım.

Kürt sorunu nasıl çıktı, bu sorunun çıkış noktası neydi, nasıl bu güne geldi, kırk yıllık savaşın bu anlamda nedenleri neydi, ortaya çıkardığı sonuçlar nedir? Devlet politikaları neydi hareketimizin yürüttüğü mücadelenin yol açtığı sonuçlar neydi. Bundan sonra bu sorun nasıl çözülecek? Bütün bu soruların çözümünü meclise de, topluma da, basına da anlatması gerekiyor. Örgütüyle kapsamlı tartışıp bu süreci örgütüne anlatması ve kavratması gerekiyor. Bu koşulların sağlanması lazım. Önderliğimizin özgürlüğünden kast ettiğimiz budur.

Bu sorun çözülecekse, bu örgütün Önderliği özgür olmalıdır. Kırk yıldır mücadele veren bir örgütün Önderini içerde tutsak tutacaksın, dışarıyla hiç bir ilişkisi ve bağlantısı olmayacak hareketiyle filli bir buluşması olmayacak, halkıyla bir buluşması olmayacak ama buna rağmen sen, ‘ben çözüm sürecini yürütüyorum’ diyeceksin. Bu durumda sen yalan söylüyorsun, halkı aldatıyorsun denilir sana. Şimdiye kadar yaptığı da buydu zaten. Bundan sonra biz buna müsaade etmeyeceğiz. Bu tarzda bir süreci biz kabul etmeyeceğiz. Önder Apo’nun özgürlük koşulları sağlanmadan, özgürce düşüncelerini, fikirlerini bizzat kendisi hareket ve toplumla paylaşmadan, sürecin sonuç alamayacağı bir gerçektir. Bizde bunu bildiğimizden artık bunu kabul etmeyeceğiz. Bundan sonra gelişecek sürecin böyle gelişmesi gerekiyor. Sürecin Meclisin gündemine taşırılması lazım.

'YETKİLERİN YERELE DAYANDIĞI YENİ BİR ANAYASA ÇIKARILMALI'

Nasıl Meclis’e taşırılacak? Meclis ne yapacak?

TBMM kanun ve yasa çıkarma yeridir.  Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin Önderliğiz kasım ayında barış ve demokratik müzakere taslağı adıyla bir çözüm projesi taslağını hem devlet hem de hareketimize sundu. Hükümette bu taslağı inceledi, Hareketimiz de inceledi. Aylardır taslak üzerine tartışmalar yürütüyoruz. Belli oranda bunu zaten kamuoyuyla da paylaşıyoruz. O taslakta Kürt sorununa ilişkin yol haritasını Önderliğimiz ortaya koyuyor. Dört başlık altında Kürt sorunun çözümünü çok güçlü bir şekilde ortaya koyuyor.

Birincisi; Kürt sorunu demokratik yollarla çözülecekse yüz yıldır uygulanan ve AKP’nin de on üç yıldır uyguladığı tasfiyeci siyasetin, inkar ve imha siyasetinin değişmesi gerekiyor. Bu anlamda Önderliğimiz yöntem sorunu önemli bir sorundur diyor ve yöntemi ortaya koyuyor. Yöntemde nedir? Burada yöntem yerel demokrasidir,  demokratik siyasettir. Demokratik siyasetin çerçevesini güçlü bir biçimde ortaya koyuyor.  Bu sadece Kürdistan açısından değil, Türkiye açısından da demokratik özerk bir yapının geliştirilmesi gerekiyor. Tekçi, milliyetçi ulus devlet yetkilerinin yerellere dağıtılması gerekiyor.  Yerelin kendi kendisini yönetecek bir biçime gelebilmesi için yeni bir anayasanın çıkarılması gerekiyorBu anayasanın çıkarılacağı yerde meclistir. Çünkü yasama organıdır. Herhalde yürütme bu işi yapmaz. Anayasayı meclis yapar. Çoğulcu demokratik özgürlükçü bir anayasa yetkilerin özyönetime, yerele dayandığı, Kürt kimliği başta olmak üzere bütün etnik inanç kimliklerini tanıyan cinsiyetçiliği aşan ve bunların örgütlenmesine şans tanıyan ve kabul gören  bir anayasa mecliste yapılmalıdır. Bu da Kürt sorununun çözümünü beraberinde getirir. Bu anlamda Kürt sorunun çözüleceği yer meclistir. Bu süreç çözümünü beraberinde getirir. Resmi müzakere süreci de şeffaf olarak yürütülür. Toplum bilgilendirilir. Meclis, görüşmeleri gündemine almalı ve kamuoyuyla paylaşmalıdır. Eğer yeni hükümet bu konuda adım atarsa  doğal olarak bu süreç kendisiyle birlikte kaçınılmaz olarak tahkim edilmiş ateşkes sürecini de gündeme getirecek. Bu iki adımın atılması durumunda tahkim edilmiş ateşkes durumu ortaya çıkacak.

'ÇÖZÜM SÜRECİ DEMOKRATİK SİYASET DEMEKTİR'

Nedir tahkim edilmiş ateşkes?

Tahkim edilmiş bir ateşkes sürecinde ateşkesin kuralları vardır. Yapılan ateşkesler sağlam yapılır. Karşılıklı her iki tarafın uyması gereken kuralları vardır. Özü budur. Tahkim edilmiş ateşkesten anlamamız gereken budur. Tüm ateşkeslerin temel bazı kuralları vardır.

Bir; ateşkes sürecinde güçler birbirine karşı silah kullanmayacak. Bir çatışma durumu olmayacak.

İkincisi; devlet savaş çağrıştıran hiçbir eylem, etkinlik ve faaliyet içerisinde bulunmayacak. Karakol, kalekol, baraj, HES yapmayacak. Bunların hepsi güvenlik barajıdır. Güvenlik amaçlı yol yapmayacak. Aksine Kürdistan’daki savaşa göre konumlandırdığı güçlerin sayısını azaltacak. Kürdistan adeta açık bir cezaevine dönüştürülmüş. Bir karakol sistemine dönüştürülmüş. Kürdistan da adım boyu karakollar var. Bu özel savaş kurumlarının ortadan kaldırılması lazım. Koruculuk sistemin ortadan kaldırılması lazım. JİTEM’in tasfiye edilmesi lazım. Hizbi kontranın tasfiye edilmesi lazım. AKP sürecinde bu yeniden örgütlendirildi. Bu tetikçi gücün ortadan kaldırılması lazım. Toplum üzerindeki baskılara son verilmesi lazım. Siyasi tutsakların hepsinin bırakılması lazım. Öyle sadece ağır hastaları değil, eğer bu bir çözüm süreciyse ve bu iş barışla, demokratik siyasetle çözülecekse o insanlar demokratik siyaset yaptıkları için cezaevinde. Bunların bırakılması lazım. Çözüm süreci demek demokratik siyaset demektir. O zaman demokratik siyaset yaptığı için cezaevlerine konulan insanların serbest bırakılması lazım.

'ÜÇÜNCÜ BİR GÖZ OLMALI'

Devlet bu kurallar çerçevesinde hareket ederse ve bir izleme kurulu da bütün bu süreci izler ve denetlerse süreci kim ihlal ederse zamanında müdahale edip tavır koyarsa bu süreç doğru bir biçimde gelişir. Bu anlamda bu süreçte mutlaka üçüncü bir gözünde olması lazım.  Artık İmralı’daki her görüşmenin hem yazılı hem de görsel kayıtları olmalı. Belgelerde imzalar olmalı. Hem Önderliğimizin hem de devletin karşılıklı imzaları olmalı. Her şey belgelenip arşivlenmelidir. Üçüncü göz bütün olup bitenleri izleyip  denetlemelidir. Aynı biçimde bu üçüncü göz dışarda da süreci takip etmelidir. Kurallara kim uyuyor, kim uymuyor denetlemelidir. Bunlar gelişmediği müddetçe bir çözüm sürecinden bahsetmek mümkün değil.

Yeni hükümetin süreci bu şartlar bu kurallar çerçevesinde geliştirmesi gerekiyor. Aksi durumda hiçbir biçimde eskisi gibi yaklaşmayacağız ve eskisi gibide ele almayacağız. Devletin geliştireceği her türlü yönelime karşı siyasi, kültürel, ekonomik ve askeri olarak  zamanında en şiddetli bir biçimde karşılık verilecektir. Eskisi gibi bu süreç böyle devam edemez. Bu yaklaşımımızı çok açık bir biçimde kamuoyuna deklere ettik.

'PKK SİLAH BIRAKMAZ'

İki esas madde gerçekleşirse ardından tahkim edilmiş bir ateşkesin kalıcı olarak gerçekleşebileceğini ifade etiniz. Peki Türk devletinin sizden beklediği kalıcı olarak silah bırakma meselesi nasıl olacak? Yapmış olduğunuz açıklamada silah bırakmanın Kürt özgürlük hareketinin iradesinde olduğunu  belirtmiştiniz. Peki bu silahsızlanma nasıl gerçekleşecek?

Şimdi şunu belirtelim. Önderliğimiz hiçbir zaman silah bırakmadan bahsetmedi, öyle bir ifade kullanmadı bu büyük bir iftiraydı. İkincisi de çok bilinçli bir algı operasyonuydu, bir özel savaştı AKP’nin yürüttüğü. Bunu bir özel savaş olarak ele almak lazım. Zaten AKP’nin iki yıldır geliştirdiği sürecin kendisi bir özel savaş sürecidir. Çözüm süreci falan değil. Bunun bir parçası olarak da bunu hep kullandı. Böyle bir şeyi hiçbir zaman ne Önderliğimiz ifade etti, ne Hareketimiz ifade etti. Bu Hareket silah bırakmaz.

Demokratik çözüm süreci de gelişse Türkiye’de, yani bu sorun müzakere de edilse, meclisin gündemine de gelse, anayasada değişse, Kürt kimliği de tanınsa Türkiye’de barışçıl demokratik temelde Kürt sorununu da çözsek bunun sonucunda PKK silah bırakmaz. PKK, Türkiye’de silahlı mücadeleyi durdurabilir. Kürt sorunu demokratik temelde çözülse, yeni bir anayasa güvenceye kavuşsa, Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi durdurabilir fakat silahı bırakmaz.

PKK neden silah bırakmaz?

Nedeni şudur; PKK bir Kuzey Kürdistan örgütü değil, PKK ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir partidir, bir örgüttür. Kürtler sadece Kuzey Kürdistan da ve Türkiye de yaşamıyor. Kürtler Suriye’de de yaşıyor, Rojava’da da yaşıyor, Irak’ta da yaşıyor, İran’da da yaşıyor, dünyanın dört bir tarafında da yaşıyor.  Özelde de Kuzey Kürdistan dışında Irak, İran Suriye Kürdistan’ında da Kürtler ciddi bir katliam ve soykırım politikaları altında. Rojava’daki Suriye’deki savaş son dört yılda Suriye’de yaşanan gelişmelerle birlikte bir statü oluşturdu. Fakat halen tehdit ve tehlike ortadan kalkmış değil. Suriye’de savaş derinleşerek sürüyor, dahada sürecek. Şuanda bölgede yaşanan bir üçüncü dünya savaşıdır.

Bu savaş öyle birkaç yılda bitecek bir savaş değil, belki daha bir on yıl sürecek, belki de daha fazla da sürecek böyle bir savaştır ve bu savaşın merkezinde de Kürtler var. Kürtlere karşı bütün hegemonik güçler büyük bir katliam ve soykırım savaşı yürütüyor. DAİŞ ve benzer örgütlerle bunu yapıyor. Türkiye’de barışçıl temelde bu sorun çözülürse PKK Kürtlerin özgürlük mücadelesini Suriye’de yürütür, Güney Kürdistan’da yürütür, Rojhilat Kürdistan’ında yürütür, her yerde bu mücadeleyi yürütür. Kürtler ciddi bir tehdit altındadır.

Bu anlamda yani silah bırakmaya dönük böyle bilinçli bir biçimde sanki Önderliğimiz, hareket böyle bir şey kullanmış, söylemiş gibi bir algı çok bilinçli bir biçimde yaratılmaya çalışılıyor. Bu çok yanlıştır yani halkımızda, toplumda bunu çok iyi bilmelidir. Böyle bir şey ne söylendi ne de yapılır. Bunu böyle bilmek lazım. Bir de Önderliğimiz bu koşullarda Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi durdurma çağrısı bile yapamaz, yapsa bile hareket bunu kabul edemez.

'ÖNDERLİĞİMİZ ÇAĞRI YAPMAZ'

Peki hangi koşullarda silah bırakma olur?

Önderliğimiz şu anda ağır bir tecrit altındadır. Kendisi de ifade etti, İmralı sistemi bir işkence sistemidir, bir çarmıh sistemidir dedi. Önderliğimiz İmralı sistemini bir çarmıh sistemi olarak tanımladı. Dünyanın neresinde 17 yıl bir halkın Önderi bu kadar ağır koşullarda tutuluyor. İmralı gibi bir adada çok sağlıklı bir insanın bile sağlığı birkaç yılda iflas eder. Bu kadar ağır psikolojik ve özel savaş altında Önderliğimiz direniyor. Bunun dünyada bir örneği yoktur. Guatemala sistemi bile böyle değildir. Bu ondan 100 kat ağır bir sistemidir. Bu kadar yoğun bir fiziki İmralı koşullarını göz önünde bulundurduğumuzda Önderliğimizin çok ağır bir zulüm ve işkence altında, olduğunu görebiliyoruz.

 Bir Önderlik, bir harekete bu koşullarda çağırı yapamaz. Çünkü özgür değil. Bir harekete çağrı yapması için o Önderliğin özgür olması gerekiyor. Toplumda, hareket de şu kanaate ulaşmalıdır; Önderliğimiz hiçbir baskı altında, hiçbir şiddet altında kalmadan  kendi öz iradesiyle, özgür iradesiyle karar veriyor ve çağrı yapıyor demesi gerekiyor. Bunu diyebilmesi için de özgür olması gerekiyor. Özgür olmadan Önderliğimizin böyle bir çağrı yapması zaten mümkün değil, yapmaz da. Diyelim ki yaptı, yapsa da örgüt kabul edemez.

Neden kabul etmiyorsunuz?

Çünkü koşulları özgür değil, Önderliğimiz özgür değil, baskı altındadır, şiddet altındadır, büyük bir zulüm ve işkence altındadır. O koşullarda yapılacak bir çağrıyı da baskı altında kalarak yapmıştır denilir ve kabul edilemez. Toplumda bunu kabul görmez, harekette bunu kabul görmez. Harekette, Kürt halkıda bunu öyle değerlendirir. Şiddet altında, baskı ve işkence altında kalmıştır zorla yaptırılıyor denilecektir ve bunu kabul edilmez. Kaldı ki Önderliğimiz de yapmaz.

 Önderliğimiz 17 yıldır büyük bir zulüm altındadır böyle bir yaklaşım içerisine girmemiştir. Kürt sorununun demokratik çözümü için, resmi bir müzakere için çok güçlü bir emek ortaya koymuştur, direniş ortaya koymuştur. Yani benzersiz bir mücadele ortaya koymuştur. Önderlik bu koşullarda böyle bir çağrıyı yapmaz bu böyle bilinmelidir.

O açıdan diyoruz süreç değişmiştir. Türkiye yeni bir döneme girmiştir. Önderliğimizin geçmiş yaklaşımları da bu temeldeydi. Sorun çözülsün diye bir niyet ortaya koydu fakat bu çarpıtıldı. O süreç artık aşıldı. Şu an da Türkiye’de bu seçimlerle birlikte yeni bir döneme girmiştir. AKP’nin baskıcı, faşizan, diktatöryal iktidarını toplum reddetmiştir. Demokratik siyaseti benimsemiştir. Bu seçimde Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünden yana olmuştur. Yeni hükümetten de toplum bunu bekliyor, bunu istiyor. Bundan sonra süreç gelişecekse de bunun üzerinden gelişmeli. Hareket olarak da bizim tavrımız tutumumuz çok nettir ve bu biçimdedir.

Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkinde temel yaklaşımımızı sürece dair tutumumuzu 12 Haziran’daki deklarasyon da çok açık bir biçimde ortaya koyduk. Kürt sorunu demokratik bir temelde çözülürse, Türkiye’ye karşı silahlı mücadele durdurulabilinir. Ama bu Kürt sorununu Meclis’te demokratik temelde çözülmesine bağlıdır, yeni bir anayasanın oluşturmasına ve Kürt kimliğinin tanınmasına bağlıdır. Yerel demokrasinin, demokratik özerk sistemin Kürdistan ve Türkiye’de  gelişmesine bağlıdır.  

'SORUN ÇÖZÜLMEZSE TÜRKİYE PARÇALANIR'

Yeni bir dönem başladı dediniz Türkiye açısından. Bu yeni dönemde, yeni kurulacak hükümet yaptığınız deklarasyona yeşil ışık yakarsa sizin yaklaşımınız nasıl olur?

Yeşil ışık yakması şu olur yani adım atması anlamına gelir. Artık herkesin sözlere karnı toktur belki de en fazla bizim. AKP Kürt sorununun da, demokratik çözümünde çok fazla demagoji yaptı, içini çok fazla boşalttı, pratikte bambaşka bir şey uyguladı, tam bir tasfiye siyaseti uyguladı. Seçim sürecinde uyguladığı siyasetin sözlerini de kullanmaya başladı son maskesi de öyle düştü. Bu sözlere bizim karnımız toktur. Bu toplumun, Kürt halkının da karnı toktur.

Yeni hükümet Kürt sorununa dönük samimi yaklaşımını, somut tutumunu atacak pratik adımlarla ortaya koyacak.  Atılacak pratik adımlarla İmralı’da müzakereler başlayacak. Müzakereler izleme heyetinin denetiminde olacak, gözetiminde olacak. İzleme heyeti ile birlikte HDP heyeti de İmralı’ya gidecek. Görüşmeler resmi başlayacak. Bütün görüşmeler belgeli, imzalı, kayıtlı olacak. Önderliğimizin koşulları değiştirilecek. Önderliğimiz hareketle bir araya gelmenin imkanına kavuşacak, toplumla buluşmanın imkanına kavuşacak, özgür bir biçimde Önderliğimiz bu süreci yürütecek. Çok rahatlıkla Kandil’e gelecek, topluma gidecek, basına konuşacak. Yeni hükümet bunları kabul etmek durumundadır. Kabul etmezse o da kendi sonunu getirir. Birkaç ayda oda AKP’nin yaşadığı büyük hezimeti yaşar. AKP’yi bu noktaya getiren Kürt sorununa ve Önderliğimize yanlış yaklaşımıydı, sorunu araçsallaştırması, politik malzemeye dönüştürmesiydi. Yeni hükümet AKP’nin  yolunda giderse sonu da aynı olur.

O açıdan yeni hükümet bu konuda somut adımlar atarsa ve kuşkusuz süreç olumlu bir biçimde gelişir bu Türkiye de müthiş bir şey ortaya çıkarır. Ortadoğu’nun bu yangını içerisinde, bu kaosun içerisinde güçlenerek çıkabilir. Üçüncü dünya savaşı yaşanıyor ve merkezinde de Türkiye’nin kendisi var. Ancak kendisini bu savaşın içerisinden Kürt sorununu demokratik bir şekilde çözerek galip çıkabilir. Aksi bir durumda kaçınılmaz bir biçimde Türkiye parçalanır. O kaçınılmaz bir son olur. Türkiye’yi bütünlüklü bir arada tutacak olan Kürt sorununun demokratik çözümüdür. Bunun içinde Önderliğimizin özgürlüğüdür, resmi müzakerelerdir, bu sorununun mecliste ele alınmasıdır, yeni bir anayasanın çıkarılmasıdır. Ancak Türkiye’yi bu kurtarır. Aksi hiçbir tutum ve yaklaşım Türkiye’yi kurtarmaz, bitirir. 

 

Güncelleme Tarihi: 17 Haziran 2015, 14:52
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER