Barışı üniformaya bakmadığımız gün kazanacağız
Ayşe Yıldırım
(Cumhuriyet Gazetesi Haber Koordinatörü ve Yazarı):
Savaş her zamanki gibi önce gerçeği öldürdü. Barışa bir adım kala sadece bir kişinin hırsı yüzünden ülkenin yeniden kan gölüne döndüğü unutuldu. Her ölüm haberiyle, özel güvenlik bölgeleriyle, öz yönetim ilanlarıyla, göçe zorlanan köylerle daha da uzaklaşıldı gerçekten.
IŞİD ile mücadele derken nasıl oldu da bir Kürt-Türk savaşı yaratıldığı sorusu havada asılı kaldı.
Barışın sadece oy peşinde koşan siyasilere bırakılmayacak kadar değerli olduğunu hep birlikte unuttu Türkiye.
Çözüm süreci,barış süreci diye alkış tutan ‘medya’ bir günde savaş diline döndürüldü.
‘Başkanlık’ peşinde beyhude koşan zat tabutta yatan delikanlının babasının gözyaşına bakmadan cenazeyi miting alanına çevirdi.
Ekmek belki de okul parası için fırında çalışırken öldürülen gençlere giydirilmeye çalışılan gerilla giysisi sorgulanmadı. Öldürülen kadın gerillanın çıplak bedenini gösteren fotoğraflar servis edilirken susup suça ortak olundu.
Çoluk çocuk çatışmadan kaçan insanların fotoğraflarına bu topraklarda yaşanmıyormuş gibi yabancı gözlerle bakıldı.
Kandan beslenenler kendi çocukları evlerinde otururken ‘şehit edebiyatı’ yapıp ölümü kutsallaştırdı.
Barış diyenler terörist olarak yaftalandı. Silahlar sussun diyenlere kıyamete kadar savaş dendi. Türk’ün gücünü göstermek isteyenlerin savaş hukukunda bile yeri olmayan işkenceleri alkışlandı.
Silvan’da 10 gün süren çatışmaların ardından kurşunlanmış, yıkılmış evinin önünde kartona çizdiği üç gülün üzerine yazdığı “Barış istiyorum” yazısını havaya kaldıran o küçük çocuğun yaşadığı travma fotoğrafta kaldı.
Ölümlerin yarattığı acıda ortaklaşmadığımız, öldürülen gençlerin üzerindeki üniformaya bakmadığımız, Kürt annenin de Türk annenin de gözyaşlarının aynı olduğunu anlamadığımız sürece barış istiyoruz sözleri o çocuğun çığlığı gibi havada kalacaktır.
Gerçekten barış istiyorsa bu ülke, çözümü sadece seçim hesabı telaşına kapılan partilere bırakmamalı. Devrilen masanın yeniden kurulması için her ilde, her ilçede, her mahallede kol kola girmeli ve hep bir ağızdan haykırmalı; “inadına barış”.
Bu halkların savaşı değilse barışı kim engelliyor?
Abdülhamit Bilici (Cihan Haber Ajansı Genel Müdürü ve Zaman Gazetesi Yazarı):
Ülkemizde Kürtler ile Türkler, Aleviler ile Sünniler, solcular ile sağcılar, dindarlar ile laikler, Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında bir sorun yok. Onlar ülkenin her yerinde barış içinde, kardeşçe yaşamayı biliyorlar. Peki sorun nerede? Niçin bugün olduğu gibi zaman zaman ülke kan gölüne dönüyor?
Bugün yaşanan kanlı ve acı olaylar, eskiden beri bu topraklardaki çatışmaların ırk, din, mezhep, dil, ideolojik farklılıklarından değil, kötü niyetli çevrelerin kirli planlarının sonucu olduğunun yeni bir göstergesi. Seçim öncesinde şehit cenazeleri gelmezken hatta 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de varılan mutabakat gereği silahsızlanmayı sağlayacak müzakereler başlayacakken niçin bir anda silahlar konuşmaya başladı?
Hükümet tarafından bakınca bu sorunun en iyi cevabını, Dolmabahçe toplantısına başkanlık eden ve Erdoğan itiraz edene kadar çok önemli bir iş yaptığını düşünüp elini taşın altına koyan HDP’lilere teşekkür eden Yalçın Akdoğan verdi. İki noktanın altını çizdi: Birincisi, Selahattin Demirtaş’ın, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünün, Erdoğan’ı tahrik ettiğini söyledi. İkincisi, “Çözümü biz yapacağız oyları siz alacaksınız” diyerek Kürt oylarını AKP’den uzaklaşıp HDP’ye kaydığını gösteren anketleri rolünü hatırlattı. İktidar uğruna barış sabote edilebilir ve kan üzerinden siyaset yapılabilir. Eski vesayetçi sistem de bunu yapardı. Şimdi de kırmızı kitaptan hukuk tanımazlığa her alanda onların yoluna girenler yapıyor. Öncekiler çağdaşlık, laiklik, Kemalizm gibi paravanları kullanırdı, bugünküler de “yeni Türkiye, Osmanlı, ileri demokrasi, İslamcılık gibi retorikler kullanıyor.
Siyasi iktidarın dün ölümleri durduracak bir süreci başlatması ne kadar övgüyü hak ediyor idi ise bugün oy ve iktidar uğruna süreci sabote etmesi o kadar kınanmayı hak ediyor. Şayet çözüm süreci baştan itibaren büyük bir sorunu çözmek amacıyla değil de İmralı Zabıtları’nda ortaya çıktığı gibi Erdoğan’ın başkan olma yolundaki pazarlığın bir parçası idiyse ortada adi bir fırsatçılıktan başka bir şey yok demektir. O halde Kürt açılımı da askeri vesayetle mücadele, AB süreci, Alevi açılımı, sivil anayasa gibi AKP’nin büyük iddialarla başlatıp ihtiyaç kalmadığında yarı yolda bıraktığı adımlardan birinden ibarettir.
Çatışmanın diğer ucundaki PKK açısından bakıldığında da durum farklı değil. Türkiye partisi olma iddiasıyla HDP’nin barajı geçip 80 milletvekilliği kazandığı bir ortamda PKK’nın teröre başlayıp ateşkesi bitirmesi kime hizmet etmektir? Bunun Kürtlere, Türklere, HDP’ye ve demokrasiye vurulmuş bir darbe olduğuna şüphe yok. Erdoğan ve çevresindeki ekibin, Öcalan’ı övüp, HDP’yi ve Demirtaş’ı hedef alması ile PKK ve Kandil’in terör kararıyla HDP’nin barış, etnik kimlik siyasetini aşma ve Türkiyelilik mesajını çöpe atma çabası arasında hiçbir fark yok.
Erdoğan ile Kandil arasındaki HDP karşıtı bu ittifaka en açık şekilde dikkat çeken isim eski AKP kurmaylarından ve yeni HDP Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat oldu. Fırat, Cumhuriyet’e verdiği röportajda, “HDP’yi tost yapmak devletin de Kandil’in de işine geliyor” dedi. Fırat, AKP’nin seçim sonrası HDP’yi asıl muhatap olarak görmek yerine düşman ilan ederek, Kandil’in de silaha sarılarak bunu yaptığını söylüyordu: “Silahın konuştuğu yerde sivil siyaseti yürütemezsiniz. Defalarca silahların gömülmesi gerektiğini söyledik. Bırakın silahı, siyaset konuşsun. Hükümete, devlete siz de bizimle konuşun, diyoruz. Ama burada hedef alınan PKK değil HDP.”
Demokrasi ve Avrupa Birliği süreci çerçevesinde yürüyen AK Parti’yi dönüştürüp, “kırmızı kitap, muhaberat devleti, tek adam yönetimi” çizgisine taşıyarak derin yapılarla ortak haline getiren odaklar ile PKK’ya HDP projesini sabote etmesini ihale edenler aynı. Başta dediğim gibi, savaş Türkler ile Kürtlerin, Aleviler ile Sünnilerin savaşı değil, derin yapının savaşı. Dolayısıyla o yapıyı deşifre etmeden de barış zor. Bugün olanları, aslında Ergenekon tipi yapılar 2000’lerde yapmak istiyordu. Ancak AKP’nin, yargının ve demokrat kesimlerin çabasıyla engellendi. Ama bugün Ergenekon AKP ile el ele vermiş, kendisiyle mücadele edenleri linç ediyor, demokratları susturuyor.
Şahsen Türkleri de Kürtleri de bu ülkenin tüm insanlarını seviyor ve tüm farklılıkları zenginliğimiz kabul ediyorum. Herkes için demokrasi ve hukuk istiyorum. 21. yüzyılda hâlâ sorunlarımızı kanla çözme çabasını en büyük gerilik olarak görüyorum. Terörün her türünü lanetliyorum. Barışı destekliyorum.
Hekimler ve sağlık çalışanları her zaman barışın yanındadır
Bayazıt İlhan (TTB Başkanı):
Türkiye’de özellikle 7 Haziran seçimleri ve ertesinde meydana gelen Suruç Katliamı ile birlikte gittikçe tırmanan bir şiddet ortamı yaratılmış durumda. Biz hekimler olarak çok iyi biliyoruz. Savaş ve çatışma ölüm, sakatlanma, gözyaşı ve izleri yıllarca silinmeyecek acılar getirir. Halkları birbirine düşman eder. Savaştan, çatışmadan halklar değil hep belli çıkar grupları kazanmıştır. İçine düştüğümüz şiddet sarmalı ne yazık ki hastanelere ve sağlık çalışanlarına da yönelmiştir. Hastanelerde hekimler tehdit edilmekte, kafasına silah dayandığı haberleri gelmektedir. Sağlık tesisleri ve ambulanslara saldırılar gerçekleşmektedir. Bu gidişat ne yazık ki gittikçe daha çok can yakacak kötü bir sürece işaret etmektedir. Şimdi hiç gecikmeden savaşın dilini bırakıp barışın dilini kurmalıyız. Tüm toplumun, bütün örgütlü güçleriyle barış talebini yükseltmesi gerekmektedir. Evde, iş yerlerinde, sokaklarda, meydanlarda barışı çağırmanın zamanıdır.
Halklar gençlerini, çocuklarını bu savaşa feda etmemelidir, hele hele kendi çocukları için yapmadıkları “feda” çağrılarını halka yöneltenlerin beklentilerini tümüyle boşa çıkarmalıdır.
İnsanlar isterse akan kanı durdurabilir, savaş çığırtkanlarının hevesini kursağında bırakabilir.
Hekimler ve sağlık çalışanları her zaman barışın ve kardeşliğin yanındadır.
Şalterler barış için inmeli
Yaşar Miraç (Şair):
Türkiye’de barışın kazanılması için benim görebildiğim eğer seçime gidilecekse bu AKP’nin iktidar olmayacağı bir seçim olması gerekir. Bu durum barışı çok ciddi şekilde etkileyecektir. Yani barış güçleri tabii ki silahların susmasını hedeflemeli ama seçim sonuçlarında AKP’yi hükümetten düşürecek planla hareket etmeli. Çünkü bunlar Türkiye’yi felakete sürüklemek için bir senaryoyu uygulamaktalar. Onun için CHP ve diğer bütün partilerin bu konuda hepsinin duyarlı davranması lazım. Barış ancak Türkiye demokrasisi güçlenirse sağlanır. Demokrasi cephesi oluşturarak seçimse seçim, hükümetse hükümet, öncelikle demokrasinin tesisi için ortak hareket edilmeli. Bütün bunlara boş verip barış mitingi yapıp slogan atmakla barış biraz zor olur diye düşünüyorum. Sendikaların da alanlara çıkabilmesi lazım. Barış biraz da böyle kurulur. Yani sırf mühendis odalarının, baroların, partilerin, açıklamaları ile ya da şairlerin, yazarların tepkileri, protestoları , imza kampanyaları ile barış sağlanamaz. Sendikalar, işçileri tabandan örgütleyerek, barış için iş bırakıyoruz diyebilmeliler. Üniversiteler yine benzer şekilde. Böyle olursa barış sağlanabilir. Belli kişilerin protesto kampanyaları düzeyinde kalmamalı.
Çevre mücadelesi eşittir yaşam hakkı mücadelesi
Sebahat Aslan (Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED) Başkanı):
Çevre mücadelesi eşittir yaşam hakkı mücadelesi. Bu mücadeleyi yürütürken elbette barışı savunan insanlar olarak savaşın yaşam hakkını gasbedeceğini hem de çevresel anlamda çok büyük felaketler yaratacağını biliyoruz. Bu anlamda savaşa karşıyız, barışı savunuyoruz. İnsanlar savaşa karşı örgütlenmeli. Barışı savunanlar bir araya gelmeli ki son zamanlarda bu gerçekleşmeye başladı. Her ilde örgütlenmeler oldu, bu örgütlenmeler tabana yayılmalı. Hiç bir siyasi görüş ayrımı olmadan, barışı savunanları bir araya getirecek, ön yargısız yapılar oluşmalı./EVRENSEL
Güncelleme Tarihi: 21 Ağustos 2015, 13:33