Sığınmacı krizin Avrupa Birliğinin dış siyaseti sonucu gittikçe büyüdüğünü ve AB’nin bu konuda gereken adımları atmadığı görülüyor. Bu konuda İngiltere başbakanının tavrı ve ilk açıklaması utanç vericiydi. David Cameron daha fazla sığınmacı almak sorunu çözmez diyerek sığınmacılara hemen sırtını döndü ve de ciddi tepkiler aldı. Bu hafta The Guardian gazetesinin köşe yazısında İngiltere’nin sığınmacılara yönelik tavrının lekeli olduğunu vurguluyor ve İngiltere başbakanının utanç verici tutumu devam ederse İngiltere’yi AB’nin kapısına daha fazla yaklaştıracağını söylüyor.
Almanya ve seçtiğimiz yazılar da yine mülteci krizini işliyor ve bu türden dramatik resimler tartışmaları yönlendirecek güce sahip olduğunu hatırlatıyor. Aylan Kurdi’nin dünyaya yayılan bu resminin, bencil ve insani olmayan siyasi tercihlerin nelere yol açtığını kelimelerden çok daha iyi anlattığını vurguluyor.
Ne yazık ki Avrupa basını AB’nin dış siyaseti sonucu kaçışların ve ölümlerin yaşandığı bağlantısını kurmuyor veya kurmak istenmiyor. Bu nedenle sorunun asıl sebebi göz ardı ediliyor ve savaşları uzun vadeli durdurmanın koşulları böylece daha da fazla zorlaşıyor.
İNGİLTERE’NİN MÜLTECİLERE YÖNELİK TUTUMU HEPİMİZ İÇİN UTANÇ VERİCİ
Polly TOYNBEE
The Guardian
Ülkenizden utanın sözleri Almanlara uzun yıllardır söyleniyor. İngilizler olarak kendi hakkımızda sadece kahramanlık hikayeleri anlatıyoruz. Şimdi ise David Cameron bizi de utandırdı, kendisinin kötü partisi bizim de itibarımızı zedeledi.
Yöneticiler insanların en iyi yönlerini ortaya çıkarmalı, utanmadan en kötü yanlarını tetiklememeli. Cameron Suriyeli sığınmacılardan bahsederken utanmadan “Bazılarını aldık” dedi - tabii cesareti yoktu gerçek sayıyı söylemeye: Çünkü asıl sayı 216. Üstelik yüzü kızarmadan “Daha fazla sığınmacı (ülkeye) kabul etmek sorunu çözmez” dedi.
Bir tane siyasetçi, Yvette Cooper, ahlaklı davranmayı tercih ederek duyarlılık gösterdi. Ondan sonra bir fotoğraf Cameron’ı iyice utandırdı, o anda ‘the Sun’ gazetesinde bir köşe yazarı sığınmacıları hamam böceği olarak tarif etmişti uzun zaman önce ama bu kez bir çocuğun cansız bedeni olarak gözler önüne serildi. “sürüler”, “yağmacılar” ve “yığınlarca göçmen” bir askerin kollarında bir tek cansız beden oldu.
Sığınmacılar açısından tarihimiz aslında hiç de temiz değil: Deniz yoluyla gelen Vietnamlı mülteciler veya Ugandalı Asyalılar hakkında İngiliz basının kirli haberlerine bakmak yeterli. Şimdi ise bu halklar İngiltere’ye olumlu katkılarından dolayı entegre edilmiş. Tarihdeki yaptıklarımızı övünerek anlatırız mesela Kindertransport’dan (1938 deki Yahudileri kurtarma operasyonu) dolayı kendimizi tebrik edişimizi, ve bu yüzden hatırlayın 10 bin çocuk kabul ettiğimizi, ama söylemediğimiz bir şey var o da çocukları gaddarca ailelerinden kopardık çünkü yetişkin Yahudi istemiyorduk. 1938’de The Daily Express gazetesi bütün Yahudi mültecilerin ülkeye alınması için yürütülen kampanyaya karşı tepki gösterdi, çünkü onlar açısından “sepet (yani ülke) taşmak üzereydi” ve dahası “yeni yabancı dalganın bir çoğu aşırı sol siyasi görüşe sahipler” ve bu yüzden ülkeye alınmamalarını savundular. 1938’de Daily Mail gazetesi de “ulussuz Yahudilerin bu ülkenin bütün limanlarına dökülmesi bir rezalet” olarak yorumladı. Geçen hafta Daily Mail editörü “Bu sene mart ayına kadar doğan bebeklerin yüzde 27’sinin göçmen aileleri var, bu görünmemiş bir değişikliğe bizi götürüyor ve bir dönem bu ülke dil, tarih, inanç ve yurt sevgisi üzerinde birleşiyordu” diye bir açıklama yaptı ve görünen o ki (1938’den bu zamana kadar) pek bir şey değişmemiş (gazetenin mültecilere bakışı açısından).
İnsanlar çocuklarını küçük sızıntılı bir tekneye koyduklarında onların her şeyi göze almasında bir düzmece yok.
Nicholas Winton and Trevor Chadwick Yahudi çocukları Prag’dan İngiltere’ye getirmek için hayatlarını riske attıklarında onlara sponsor olanların istekleri sarı saçlı küçük kızların ülkeye getirilmesi yönündeymiş. Belki de bu yüzden sahilde ölü bulunan çocuğun beyaz tenli görünmesi etkili oldu. Baroness Warsı (Muhafazkar siyasetçisi ve Pakistan kökenli) İngiltere’de yayımlanan Today programında refakatsiz çocuklar ve tecavüze uğramış kadınların ülkeye alınmasını öneriyor. Öyle görünüyor ki biz görünür mağdurlar istiyoruz çünkü Budapeşte’de veya Calais’de olan yürekli ve güçlü erkekler bize korku saçıyor.
Korkunç olan insanları bezdirmek veya insana benzemeyecek hale çevirmek çok zor değil. Onları sadece bir iki gün bir kampa veya hayvan araçlarının içine sıkıştırdığınızda güneşin altında ve de susuz bıraktığınızda bizlere artık benzemeyecekler. Tren yolculuğu yapabilmek için bıçak keskinliğinde olan tellerin içinde yüzerek, bazıları bu süreçte hayatını kaybediyor, insansızlaşıyor ve korkunç hale geliyor. İnsanlık dışı muameleler mahkumlara ve işkence görenlere daha kötü suçlar işletebiliyor ve bir dönem mağdurken artık eskisi gibi olmuyorlar. Böyle olunca sempati kepeni düşüyor ve “diğerleri” uzak dursun diyoruz.
Empati farklı sınıflandırmaya göre yapılıyor. Kaçanların röportajlarını dinlediğimizde kıymetli ve hak edenleri diğerlerinden ayırıyoruz. The Daily Mail bir röportajında Macaristan’dan çok güzel görünümlü iki tane Afrikalı seçmiş ve Chelsea futbol takımını izlemek istediklerini söylüyorlar. Sadece bunun için mi hayatlarını tehlikeye attılar? Bazıları safça daha iyi bir hayat istediklerini söylüyorlar röportajda ama bütün hikaye anlatılmıyor bizlere.
İnsanlar çocuklarını küçük sızıntılı bir tekneye koyduklarında, ve biliyorlar ki her gece insanların öldüğünü, onların her şeyi göze almasında bir düzmece yok. Ülkeye ulaştıklarında, eski hallerine döndüklerinde, aileleriyle ve de hikayeleriyle, birçoğunun kalifiye yetenekleri var ve işte o zaman göz göze geldiğimizde onların de aynen bizim gibi olduğunun farkına varıyoruz.
Yığınla göç eden ve de korkunç savaşlardan kaçanlar için siyasi bir cevap yok. Uluslar dışlama fikri üzerinden kuruldu; bizler ve de dışarıda olanlar. Bizler kendi sınırlarımız içinde paylaşabilmek için vergi ödüyoruz. Ama bu mülteciler çalışır, katkı sunar ve “bizim” gibi olurlar. İngiltere’de hızla yaşlanan nüfusun 5’de biri 65 yaşın üstünde ve inisiyatif alacak, korkusuz ve çoğu eğitimli ve olanaklı olanlar bu dehşet verici yolculuğu yapmasına ihtiyacımız var.
David Cameron İngiltere’deki AB referandumla ilgili kendi itibarını kurtarmaya çalışırken bu utançtan (mülteciler konusunda) kaçamayacak. Avrupa liderleri İngiltere’nin zor durumda olan Yunanistan ve İtalya’daki mültecileri açıkça reddetmesi etkili olmayacak ve bu hepimizi etkileyecek. Bu yaklaşım bizi AB’nin kapısına daha da yaklaştıracak. Ve bu birliğin bir parçası olmaktan çıkarsak Fransızlar, Almanlar ve Belçikalılar neden bizim sınır bekçilerimiz olsunlar? İngiltere’ye giden teknelere ve trenlere herkesi böylece bırakabilirler.
Eğer bu durum da David Cameron utanmıyorsa belki budala davranışı onu utandırır.
Çeviren: Çağdaş Canbolat
BODRUM’DAKİ ÖLÜ ÇOCUĞUN ÖĞRETTİKLERİ
Stefan PLÖCHİNGER
Süddeutsche Zeitung
Bu yılın sonunda neler oldu bitti diye baktığımızda acı verici resimler eşliğinde 2015 yazına mülteci trajedisi damgasını vurdu diyeceğiz. Avusturya’da kamyonun içinde ölü bulunan 71 mülteci, Budapeşte- Viyana-Passau-Münih yolundaki mülteciler, Almanya’nın kara yüzünü gösteren Freital ve Heidenau’nun başını çektiği ırkçı saldırılar, Almanya’nın ak yüzü olan mültecilere gönüllü yardım ve Bodrum sahilindeki ölü çocuk film şeridi gibi gözümüzün önünden geçecek.
Yüzüstü uzanmış küçücük bir çocuk, başı dalgalara değiyor, yüzü ise kuma gömülmek üzere... İlk bakışta kırmızı tişörtü, mavi pantolonu ve ayakkabılarıyla sanki huzur içinde uyuyormuş gibi. Aslında vücudunda güç kalmamış, elleri gerilmiş, gözleri kapalı ve yüzü bomboş. Haber ajansları çocuğun Kos’a gitmek isterken boğulduğunu haber verdi. Birçok Suriyeli mülteci ile birlikte plastik bir tekne ile Yunan adasına kaçmak istemiş, savaşsız ve korkusuz yaşayacağı Avrupa’ya erişebilmek umuduyla...
Bir jandarmanın taşıdığı çocuk cesedi önce Türkiye sonra dünya medyasına yansıdı. Herkes öfkeli ve şaşkındı. Avrupa nasıl bu kadar kalpsiz olabilirdi? AB, iltica politikasını insani koşullara uydurmak için neler yapmalıydı?
Bu türden dramatik resimler tartışmaları yönlendirecek güce sahiptir, bu nedenle de çok kolay istismar edilebilir. Örneğin Macaristan’dan yayılan dikenli teli aşmaya çalışan mülteciler resminin altına ‘Bu insanlar ne kadar vahşi. Dikenli tel bile onları durduramıyor!’ diye de yazabilirsiniz, ‘Bu insanlar için neler yapabiliriz?’ de.
Ancak Bodrum’daki ölü çocuk resmi karşısında en acımasız medya organları bile ‘Korkunç!’ tan başka bir şey yazamadı. Resim, yoksulluk ve sefaletten kaçma, kurtulma çabasının bazen daha daha büyük acılara yol açabileceğini tartışmaya yol açmayacak şekilde gösterdi. Hiçbir suçu olmadan umuda yolculuğa çıkanların bu korkunç kaderi, içinde birazcık insanlık olan herkesi dayanılmaz acılara gark etti.
Hiçbir ırkçı bu resmi mültecilere saldırmak için kullanmaya kalkışamaz, aynı zamanda böyle resimler iltica tartışmalarını yönlendirebilir. Bu hafta Avusturya’da Die Krone gazetesi, otoban kıyısında kamyon içinde balık istifi ölü bulunan 71 mültecinin halini gösteren bir resim yayınladı. Aynı resim Almanya’da Bild gazetesi tarafından da yayınlandı.
İki gazete de bu tür resimlerle insanların gözünü açmak, mültecilere yönelik ön yargı ve saldırıları püskürtmek istediklerini yazdılar. Resmin yayımlanması iki gazetenin hem büyük destek hem de büyük eleştiri almasına yol açtı. Eleştirenler, gazetelerin bu türden resimlerle satışı arttırmak istediklerini dile getirdiler. Destekleyenler ise bu vahşet resimlerinin gizlenmemesi gerektiğini savundular. Basın konseyine şikayet dilekçeleri gönderildi; mülteci dramını anlamak için bu tür resimlere ihtiyaç yoktu, halkın çoğunluğu sorunun ne olduğunu biliyor ve yardım etmeye çalışıyordu.
Süddeutsche Zeitung olarak kamyondaki 71 ölü mültecinin fotoğrafını yayımlamadık, Bodrum’daki çocukla ilgili olarak karar vermemiz ise çok zor oldu. Yayımlayalım mı, yayımlamayalım mı? İnsanların vicdan ve merhametlerini harekete geçirebilmeleri için illa bir ölünün gözüne mi bakmaları gerekiyor? Yazının başındaki gibi bir cümle sahilde neler olduğunu, kaç kişinin kaçarken öldüğünü göstermeye, duyguların harekete geçmesine yetmiyor mu? Daha açık söyleyecek olursak iltica politikasının insanlık dışı olduğunu göstermek için illa okurlara kahvaltıda bir ölü çocuk sunmak zorunda mıyız?
Birçok gazete redaksiyonu bizim gibi bu soruya cevap aradı. Aslına bakarsanız ne kadar okur varsa o kadar cevap vardı. Doğru ya da yanlış, okurun o anki ruh durumuna, vicdanına, bu konuya olan ilgisine bağlı değişik cevaplar... Problemin boyutunu anlamak için Bodrum’daki ölü çocuğun resmine mi ihtiyacımız var? Buna ihtiyaç duyanlara cevabımız; ‘internette dolaşıp duruyor bu resim, isteyen baksın.’ şeklinde...
İnternette Bodrum’daki ölü çocuğun resmini ararken karşınıza bu yıl veya daha önceki yıllarda aynı şekilde sahilde cesedi bulunan onlarca çocuk resmi de çıkacak. Yıllardan beri AB’nin mülteci politikası nedeniyle insanlar- çocuklar- ölüyor. Resimleri yayımlanıyor, acı duyuluyor, sonra iltica politikası üzerine geniş bir tartışma yapılmaksızın, yanlışlardan ders çıkarmaksızın unutuluyor.
Bu yılın sonunda 2015’i değerlendirdiğimizde bu yaza mülteci trajedisi damgasını vurdu diyeceğiz. Tabii ki tam tersi de olabilirdi eğer bu türden felaketleri üreten politika değiştirilecek mi değiştirilmeyecek mi sorusuna cevap verip harekete geçseydik. Bodrum’daki ölü çocuğun resmine bakarak ya da bakmayarak yapılması gereken bu konuda karar vermek!Evrensel