6 Mart 2014 tarihinde, Almanya’nın birçok kentinde vizyona girecek "Hêvî” belgeselinin yönetmeni Yüksel Yavuz, sorularımızı yanıtladı.
"Hêvî” Belgesel filminde gördüğüm aslında Kürdistan’daki 30 yıllık hak ihlalleri, faili meçhul cinayetler, ölüm ve katliamlar. Bu yakın tarihi anlatmak için neden 4 kadın karakteri seçtiniz?
30 yıllık Kürdistan tarihi tüm hak ihlallerine, failleri aslında ”belli" olan cinayetlere, ölüm ve katliamlara karşı verilmiş ve bedeli çok ağır olan bir mücadeleler tarihidir aynı zamanda. "Hêvî” bu tarihi ve mücadeleyi kadın perspektifinden anlatan bir film. Kadın perspektifi derken, bir taraftan da Kürt kadınının özgürlük mücadelesinde katettiği yolu ve bu mücadelenin kadına kazandırdığı yönleri de anlatmak istedim. Bunu yaparken yıllardan beri siyasetin içinde olan, insan hakları aktivistleri ve gerilla mücadelesinde bulunmuş kadınları dahil etmek istedim.
Karakterlerin ikisi hukukçu, diğer ikisi de 12 Eylül döneminde Diyarbakır gibi bir yerde işkencelere maruz kalmış kadınlar. Bu isimlerin seçilmesi bilinçli miydi?
Bu karakterlerin seçilmesi bilinçli bir tercihti, ortak özelliklerinin yanı sıra hayatların belirli dönemlerinde yolları kesişmiş insanlar. Örneğin Sakine Cansız, 1970’lı yılların ikinci yarısında, PKK'nin kuruluşuna giden süreçte Elazığ'da Aysel Tuğluk’un daha sonra beraber cezaevindeyken milliyetçiler tarafından öldürülen abisiyle politik çalışmalar yürütüyor. Arkadaşlığı, yoldaşlığı var. Aysel Tuğluk da daha küçük yaşlarda Sakine Cansız ile tanışıyor. Yine Gültan Kışanak, 12 Eylül döneminde Kürt halkının toplumsal belleğinde derin bir yer edinen Diyarbakır Cezaevinde Sakine Cansız ile beraber aynı koğuşu paylaşıyor, aynı insanlık dışı işkencelere maruz kalıyor. Sakine Cansız, 1990 'ların başında cezaevinden çıkarken de Eren Keskin'le tanışıyorlar. Eren Keskin bu ziyareti filmde anlatıyor. Sonraki yıllarda Eren Keskin Avrupa'ya çıktığında Sakine'yle görüşüyorlar bazen. Yaptıkları işler, verdikleri mücadeleler her ne kadar farklı alanlarda olsa da, bir anlamda hayatlarının belirli dönemlerinde yolları kesişmiş dört kadın.
Neden belgeselin ismini "Hêvî” koydunuz? "Hêvî” sizin için ne ifade ediyor?
Filmin kaba montajı ortaya çıktıktan sonra bu isim kendisini dayattı. Filmin yapımcısı Zülfiye Akkulak önerdi bu ismi. Kürt Özgürlük Mücadelesi’nde kadınların ağırlığı ve özgünlüğünü bir umut olarak gördük. Onun için bu ismi koyduk.
"Close Up Kürdistan” öncesi film biyografinizde daha çok diasporadaki Kürtler var. Ancak bu filmden sonra anavatanınıza gidip orada filmler yaptınız. Bunlar oldukça politik eserler. Sizi sorunun kaynağına iten nedenler nelerdi?
Beni oraya çeken neden Kürdistan’daki kirli savaş ve o coğrafyada yaşayan insanların maruz kaldığı haksızlıklardır. En önemlisi de Kürtlerin verdiği özgürlük mücadelesi ve yankılarıdır. Kürdistan’da savaşın yoğun yaşandığı 1990’lı yıllarda, Avrupa'da sinema alanına yeni yeni adım atıyordum. Bu durum beni, biraz uzağında olsam da çok etkiledi. İlk filmlerimi yaparken aslında hep bu temayı işledim. Bir kısmı işçi, bir kısmı da politik sığınmacı olarak Avrupa’ya gelen Kürtlerin ve burada zamanla oluşturdukları yaşamlarını konu edinen filmler yaptım. Yıllar sonra bu sorunun kaynağına inip, o sorunla yüz yüze kalmış insanların perspektifinden birşeyler anlatmanın gerektiğini hissettim. 90’lı yıllarda Kürdistan'da neler yaşandı, 2000 'li yıllarda durum neydi tespitini yapma ihtiyacını duydum. İşte bu yıllarda barış süreci geliştirilmeli söylemleri yükseldi. Ben de bu filmler yoluyla Kürt sorununu, Kürtlerin mücadelelerini ve nihai bir barışa duydukları özlemlerini Avrupa ve Dünya kamuoyuna anlatma ihtiyacı duydum.
"Hêvî” oldukça sert bir atmosferde geçiyor. Türkiye’ye çok radikal eleştiriler yöneltiyor. Filmin çekildiği dönemde Kürdistan ve Türkiye cezaevilerinde bulunan PKK’li tutsakların yürüttüğü açlık grevlerinin olması ve kamuoyonun hassas olmasının bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Açlık grevlerinin olduğu dönemde ben Kürdistan ve Türkiye’deydim. O dönemde Türkiye kamuoyundaki duyarsızlık, ve basının da açlık grevlerinden pek bahsetmiyor olması, binlerce politik tutsağın katıldığı bir açlık grevinin Türkiye kamuoyundan her hangi bir tepkinin gösterilmemesi benim için korkunç bir tecrübeydi. Bu duyarsızlık çok ürkütücü bir hal aldı. Bunun yarattığı etkiyle Kürt vekillerin yaptıkları destek grevini yerinde ziyaret etme ve çekme gereğini hissettim. Kürt vekillerin politik tutsakların Türkiye'nin bir çok cezaevindeki eylemlerine verdikleri açlık grevi desteği 60 gününde başladı. Bu bile çok geç bir karardı. Çünkü 60'ıncı gün çok geç bir dönemdir, çok ciddi ve kalıcı sağlık sorunlarına yol açan bir safhadır. Herşeye rağmen politik tutuklular inançlarını korudular, umutlarını kaybetmediler, eylemlerinden vazgeçmediler. Bu eylemle Türk devleti "barış sürecine" zorlandı. Filme "Hêvî” ismini koymamızın bir nedeni de buydu.
Bu sert ve duygusal bir ortamda karakterlerle yaptığınız röportajlar, belgeselin üzerinde bir etki yaratır kaygısı gütmediniz mi?
Bu ortamda gerek Gültan Kışanak ile gerek ise Aysel Tuğluk'la yaptığımız söyleşiler, çok keskindi. Kadınlar sözlerini esirgemiyorlar. Erkeklere nazaran daha içten ve direk konuşuyorlar. Bu da filmde sert ve radikal olarak yansıyor. Özellikle Recep T. Erdoğan hakkında sarf ettikleri ”vicdansızlık" söylemi, sert ama pekte haksız bir tespit değil. Sonuçta bir belgesel yapıyorsunuz. Karşındakinin söylediği şeyleri yumuşatamazsınız. Direk aktarmalısınız. Onlar o anda, kendilerinin de içinde bulundukları açlık grevi ortamında hisselerini dile getirdiler. Ben de bir insan ve bir yönetmen olarak, onların hislerine kulak misafiri oldum. Onbin insan cezaevlerinde her gün adım adım ölüme yaklaşırken, Türkiye kamuoyu çok duyarsız kaldı. Bu durum bir toplum için haysiyet meselesidir.
Bu filmin fikri tam olarak ne zaman ortaya çıktı. Özellikle dört kadından biri olan Sakine Cansız katledildikten sonra mı filme dahil edildi yoksa daha önce var mıydı?
"Closa Up Kürdistan” filmimde bir Kürdistan yolculuğu var. İçerisinde annem ve babam, eski kadın gerilla, Jitemci Abdulkadir Aygan, İsmail Beşikçi gibi birçok isim var. Bu filmin hazırlıklarını yaparken, Kürt sorununu kadınların gözüyle anlatmanın gerekliğine inandım. Ama buna sadece siyaset perspektifinden değil, farklı alanlarda mücadele eden kadınları da anlatmayı düşündüm. Çünkü kadınlar Kürt Özgürlük Mücadelesi’nde başından beri büyük bir rol oynuyorlar. Projeyi düşünürken, tasarlarken ilk akla gelen isim Sakine Cansız'dı. Diyarbakır zindanında vermiş olduğu örnek mücadelesiyle de Kürt kadınları için bir idol ve film onsuz düşünülemezdi zaten. Sakine ile yıllar önce Hamburg'ta tanışmıştım. Benim yaptığım filmleri biliyordu, "Küçük Özgürlük” ve "Close Up Kurdistan”ı görmüştü. Kültürel ve sanatsal çalışmaların çok önemli olduğunu vurgulamıştı. Filmin ilk iki bölümünü çektikten sonra Almanya’ya döndük. Sakine ile Berlin'de görüştük. Hatta, şu anda oturduğumuz bu kafede görüştük. Bu 30 Aralık 2012 tarihiydi. Kendisiyle yapacağımız çekimleri konuştuk. Bize birkaç gün sonra Paris'e, Ocak ayı sonu gibi de Kandil’e gideceğini söyledi. Kandile gitmeden önce, yani Paris dönüşü, kendisiyle çekim yapacaktık. Ardından da Nisan ayında Kandil’e gidip, orada, çok sevdiği Kürdistan dağlarında kendisine kamerayla eşlik edecektik. Ama buluşmamızdan 12 gün sonra Paris'ten katliam haberi geldi.
Belgeselde Sakince Cansız’a büyük bir bölüm ayırmışsınız. Ailesi ve mücadele arkadaşlarıyla görüştünüz. Buna dair ne anlatırsınız? Film çekimleri esnasında Kürt Özgürlük Hareketi içerisinde, değişik kademelerinde yer alan kadınlarla görüştünüz. Kürt kadınlarının geldiği durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ailesi ve arkadaşlarıyla görüşürken, oldukça duygusal anlar yaşandı. Bu da filme yansıyor zaten. Kadınların mücadelenin içerisinde olmasıyla bu mücadelenin daha farklı bir boyut kazandığını düşünüyorum. Hak arama mücadeleleri genelikle erkeksi, sert ve şiddete dayalı olarak yürütülür. Ancak Kürtlerin yürüttüğü özgürlük mücadelesine kadın eli değmiş ve kadınlar farklı bir renk katmışlar. Öbür taraftan da bilinçli olarak geri bıraktırılmış, sürekli baskıya, asimilasyona maruz kalmış bir toplum olan Kürtler de kadınların katettiği aşama söz konusu. Erkek ve kadın ilişkilerinde yakaladığı denge önemli bir boyuttadır. Bugün Kürt toplumunda kadına yönelik bir saygınlık oluşmuş, eşitlikçi bir tutum sergileniyor ve gelinen aşama devrimsel bir nitelik kazanmış. Bu durum Ortadoğudaki toplumlarda olmayan birşey.
Avrupa kamuoyu ve sanat çevresi bu gelişmeye nasıl bakıyor?
Avrupa bunu hala görmüyor. Kürt kadınının yakaladığı düzeyi pek fark etmiyor. Bu filmi yapma gereksimi de bundan doğdu. Böyle bir filmi yaparak, Kürt kadınının gelmiş olduğu düzeyi Avrupa ve dünya kamuoyuna tanıtmaktı amacım. Bana göre Kürt sinema ve edebiyatı da bu gelişmeyi, gerceği yeterince işlemiyor hala.
Filmdeki bölüm aralarındaki geçişlerde müzikler erkek dengbêjlere ait. Neden Erkek dengbêjleri seçtiniz?
Filmde üç dengbêj var. İkisi erkek biri kadın. Kadınlarla ilgili bir filmde üç dengbêj de kadın olmalı kuralını koymak istemedim. Dengbêjlik geleneği Kürt kültüründe önemli bir yere sahip. İlk bölüm Seyidxanê Amedê ile başlıyor. Bu dengbêjin yüzünde büyük bir yaşanmışlık var. Yüzdeki hatlar, kendi içerisinde büyük acıları barındırıyor. Kürtlerin bir yüzyıldır yaşadıklarını taşıyan bir yüz olduğu için de belgeselde yer verdim, filmin başına koydum. Kendisi ”Tellî" parçasını söylüyor. Bu da bir aşk parçası ve kadına atfedilmiş.
Film kadınlar üzerine ama filmde erkekler de var.
Sakine'nin kardeşi Metin Cansız, cezaevi arkadaşı, yoldaşı Mustafa Karasu, Osman Baydemir, Sırrı Süreyya Önder gibi isimler var.
Güncelleme Tarihi: 03 Mart 2014, 10:54