Her yer karanlık her yer siyah. Ve gidecekleri yerleri bilmeden çıkmaktalar yola. Sanki karanlık hepsini esir almış ne kadar çabalasalar da koşamıyorlar. Dizlerinin bağı çözülmüş sanki her adımda düşüyorlar. Ve bir yolun sonuna geliyorlar nasıl geldiklerini bile bilmeden, çaresiz yürüyorlar sürüklenseler de toza toprağa çaresiz yürüyorlar derken bir fırtına başlıyor önlerinde açlık ve kimsesizlik…
Yürüseler sürüklenip ölecekler ve dönseler dönemiyorlar çünkü koşarlarken bu acımasız sokaklarda ışıklarını kaybetmişler. Ve en önemlisi yaşamaya inançlarını kaybetmişler. Eğer ayıplanmak biz ceza ise çekmeleri gereken onlar her adımda düşüyorlar zaten. Koşuşan çocukları düşündükçe ne kadar zor olduğunu anlayabiliyordu insan ve işte bir yabancı bir şehirde yalancı bir adımın kollarında son buluyordu bu güne yetecek nefesleri. Kocaman şehri içine almış kara bulutlar masum insanları bile affetmiyordu.
Günahkârlar cezalarını çekmeye razıydı her daim. Boş ellerde yanan mumun aydınlığına benzemiyordu “Körebe” oyunları gitmeyi hiç istemeseler de kalmaya mecalleri yoktu. Nedense geriye baktıklarında kendilerine ait hiçbir şey göremiyorlardı. Bütün hayalleri bir denizin çılgın sularına bıraktığı görgüsüz akşamları gibiydi ve görmedikçe boğulan dalgalar gibiydi. Yine bir “Körebe” oyununda kaybetmişlerdi her şeylerini geceden farkları yoktu artık nedense sahi onların suçu neydi?