KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu: “Çözüm süreci iyi gidiyor, çözüm süreci var, çözüm sürecinde kararlıyız’ deniyor, o zaman biz de ‘buyurun pratik yapın’ diyeceğiz. Pratik olmadan bu tür sözlerin bir anlamı yok. Bu sözler söylenmeli, ama pratiği de yerine getirilmelidir” dedi.
ANF’ye konuşan Karasu, AKP’nin otoriter eğilimini durduracak tek seçeneğin HDP’nin seçim başarısı olduğunu söyledi. HDP’nin seçim başarısı gerçekleştiğinde Türkiye’de hiçbir siyasi gücün, hiçbir demokratikleşme dışında bir eğilim içinde olmayacağını da vurgulayan Karasu, demokratikleşme dışı tüm eğilimlerin son bulacağını ifade etti. HDP ve onun gerçekleştirdiği ittifakın da bunun tek adresi olduğuna dikkat çekti.
Bülent Arınç ve AKP’lilerin Selahattin Demirtaş çözümün önünde engeldir demeleri var. Selahattin Demirtaş’a bu kadar yüklenmelerinin nedenini nasıl yorumluyorsunuz?
Bunun seçimle bağlantısı var. HDP şu anda AKP'nin en önemli rakibidir, ana muhalefettir. Gerçekten de AKP'nin gerçek yüzünü ortaya çıkaracak olan tek güç HDP’dir. HDP gelişip güçlenirse Önder Apo'nun ortaya koyduğu, geliştirdiği zemin üzerinden, Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve Türkiye'deki demokrasi güçlerinin, sol güçlerin, demokratikleşme isteyen tüm etnik ve sosyal toplulukların yürüttüğü mücadele Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde bir sonuca gidecektir. HDP seçimden güçlü çıktığı takdirde Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü ve diğer sorunların çözümü kaçınılmaz hale gelecektir. Zaten Önder Apo’nun ortaya koyduğu proje sadece AKP'ye yönelik bir proje değildir; bütün Türkiye toplumuna, Türkiye siyasetine yönelik bir projedir. Önder Apo bütün çabalarıyla demokratikleşme zeminini güçlendirmiştir, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözüm zemini ve siyasal koşullar her zamankinden daha olanaklı durumdadır.
Bu durumda AKP ister adım atsın ister atmasın, bu, demokrasi güçleri için büyük bir zemindir, HDP seçimde hamle yaptığında Önder Apo'nun yarattığı zemin üzerinden Kürt sorununun çözümü gerçekleşecektir. Şu anda bir proje, bir taslak sunulmuştur. AKP'nin, devletin buna nasıl yanıt vereceği belli değildir. Hala belirsizlikler vardır. AKP çözüm için adım atacak mı, atmayacak mı hala belli değildir. Zaten seçimden önce bir şey olmaz diyorlar, seçim sonrasını gösteriyorlar. Kürt sorunu gibi bir sorunu seçime endekslemek kabul edilemez. Bu konuda biz AKP'nin pratiğine bakacağız. AKP adım attı, sorun çözülüyor diye bir şey söylenebilir mi? Bu devlet, AKP adım atacak mı, atmayacak mı göreceğiz, pratiğe bakacağız. Tabii ki sorun güven güvensizlik sorunu, inanıp inanmama sorunu değildir. Esas olarak hükümetin ve devletin pratiğine bakılacaktır.
“Çözüm süreci iyi gidiyor, çözüm süreci var, çözüm sürecinde kararlıyız” deniyor, o zaman biz de “buyurun pratik yapın” diyeceğiz. Pratik olmadan bu tür sözlerin bir anlamı yok. Bu sözler söylenmeli, ama pratiği de yerine getirilmelidir. Altı-yedi yıldır çatışmasızlık var, eylemsizlik var, ateşkes var, ama bu zemin değerlendirilip Türkiye'nin demokratikleştirilmesi ve Kürt sorununun çözümü bir sonuca götürülmüyor. Bu açıdan AKP hükümetinin geçen yıllardaki pratiği nedeniyle tabii ki kamuoyunda tereddüt olacaktır. Bunu yaratan AKP'nin pratiğidir. Evet, açıklama önemlidir, açıklamayı tarihi görüyoruz, ama bu açıklamanın gereklerini AKP yerine getirecek mi, getirmeyecek mi onu zamanla göreceğiz. Bu açıklama Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesini için önemli bir zemin yaratmış ve sonuç almayı yakınlaştırmıştır. AKP adım atmasa bile demokrasi güçleri, HDP bu ortamı değerlendirdiğinde Türkiye'yi demokratikleştirip Türkiye'nin Kürt sorunu ve Alevi sorunu başta olmak üzere tüm sorunlarını çözüme kavuşturabilir. Bu açıdan AKP adım atmıyor diye bu açıklamalar ve ortaya çıkan zemin önemsiz görülmemelidir. Aksine Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin çabaları ve mücadelesiyle çok önemli bir siyasal durum ve zemin ortaya çıkarılmıştır. Yoksa AKP hükümeti böyle bir açıklamayı ne isterdi, ne de böyle bir açıklamaya gelirdi.
AKP'nin niyeti ne olursa olsun, ortaya çıkan durum Türkiye halklarının çıkarınadır, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için önemli bir zemin ve gelişme ortaya çıkarmıştır. Bu açıklamayı AKP sahiplenmeyebilir, ama demokrasi güçleri ve HDP sahiplenerek bu açıklamayı Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için değerlendirmelidir.
‘ARINÇ KENDİSİNE, AKP HÜKÜMETİNE BAKMALI’
Selahattin Demirtaş’a bu kadar yüklenilmesi AKP’nin Kürt sorununda çözüm politikasının olup olmadığı konusunda kuşku uyandırmaktadır. Ki Selahattin Demirtaş yaklaşımlarıyla geçmişten beri Kürt sorununun çözümünü demokratik yollardan isteyen bir siyasetçidir. Böyle bir pratiği olan siyasetçinin Kürt sorununun demokratik çözümünü engelleme niyeti olabilir mi? Ne böyle bir niyeti vardır, ne böyle bir yaklaşımı vardır, ne de engelleyebilir. Arınç kendine bakmalı, hükümet kendine bakmalı! Şimdiye kadar AKP hükümeti çözüm için adım atmış da birileri elini mi tutmuş? Arınç’a ve AKP'ye verilecek cevap budur. 6 yıldır görüşme oluyor, adım atılmıyor, bu nedenle de Selahattin Demirtaş kuşkularını belirtmiş. AKP adım atsaydı, çözüm için bir şeyler yapsaydı Selahattin Demirtaş da herhalde böyle kuşkularını belirtmezdi.
Kaldı ki biz AKP'ye inanıyoruz ya da inanmıyoruz gibi bir yaklaşım içinde değiliz. Ya da CHP’ye inanıyoruz, inanmıyoruz, devlete inanıyoruz inanmıyoruz yaklaşımı içinde değiliz. Demokratik siyasal çözümde karar kıldığımız andan itibaren sorun inanıp inanmamaktan çıkmış, AKP'nin ve devletin adım atıp atmamasına kalmıştır. Demokratik siyasal mücadele de yürütülüyor, Önder Apo bu yönlü çaba gösteriyor. Tabii ki Önder Apo sürekli AKP'yi eleştiriyor. Hatta AKP ile devleti aynı görmüyor. AKP'nin adımlara doğru cevap vermediği ve sorumsuz yaklaştığı konusunda AKP'yi sürekli uyarıyor. Önder Apo, kendisiyle gelen devlet yetkililerine de “Gidin AKP ile konuşun, AKP'ye anlatın, ciddi yaklaşsın, bizim yaklaşımlarımızı farklı ele almasın” biçimindeki eleştirilerini ve düşüncelerini sürekli iletiyor.
‘DEMİRTAŞ’A YÖNELİK SALDIRILAR KİŞİSEL DEĞİL, HDP’YEDİR’
Bülent Arınç’ın yaklaşımları, AKP hükümetinin Selahattin Demirtaş’a yönelmesi tamamen HDP’ye karşı yürütülen psikolojik savaşın sonucudur. HDP'nin bu seçimde başarılı çıkması istenmiyor. Çünkü HDP barajı aştığı andan itibaren AKP hem siyasi amaçlarına ulaşamayacaktır, hem de HDP barajı aştığında AKP'nin gerçek yüzü açığa çıkacaktır. HDP barajı aştığında artık Türkiye'de demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü süreci hızla gelişecektir. Tüm bunlar tabii ki Kürt sorununda tutarlı olmayan, bir çözüm politikası olmayan, palyatif ve kozmetik bazı adımlarla Kürt sorununu çözebileceğini iddia eden, böyle beklenti yaratarak hep seçim kazanmayı hedefleyen AKP gerçeğini teşhir edecektir.
Özcesi, Selahattin Demirtaş’a yönelik saldırılar kişisel değildir; HDP'ye yönelik bir saldırıdır. Yine HDP’yi zayıflatma temelinde Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi'ni zayıflatma hedeflidir. Gerçek bir demokratikleşme projesi olmadığı için, demokratikleşme adımları atacak irade ortaya konulmadığı için demokrasi güçlerinin güçlenmesini, gelişmesini istemiyorlar. Çünkü demokrasi güçleri gelişirse gerçek yüzleri açığa çıkacaktır. Bu saldırılara verilecek en iyi cevap demokrasi güçlerinin ittifak kurarak yoğun çalışıp AKP'yi gerileterek AKP'nin gerçek yüzünün açığa çıkmasını sağlaması olacaktır. Yoksa sürekli AKP’lilerin, AKP yetkililerinin psikolojik savaş saldırılarına cevap vermek gerekli değildir. Bunun yerine, demokrasi güçleri kendi demokrasi projelerini, çözüm projelerini, nasıl bir Türkiye istediklerini, yani yeni yaşamı getirecek siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik projelerini, demokratik Türkiye projelerinin ortaya koymalıdırlar.
Başbakan ve bakanları ‘İç Güvenlik Paketi’ni savunan açıklamalar yaparak paketi geçireceklerini belirtti. Paketin geçmesi süreci nasıl etkiler?
Demokratikleşmeyen bir Türkiye ne Kürt sorununu çözebilir, ne de başka sorunları çözebilir. Otoriterleşen bir Türkiye demokratikleşemez ve Kürt sorununu da çözemez. Bu açıdan pakette ısrar etmek Türkiye'nin otoriterleşmesinde ısrar etmektir. Otoriterleşen bir ülke de hiçbir sorunu çözemez. Bir kere bunun bilinmesi gerekiyor. Daha önce de belirttik, AKP otoriter olabilir, ama Kürt sorununu çözebilir biçiminde bir denklem olamaz. Böyle bir gerçeklik yoktur. Türk devleti demokratik olmadığı müddetçe Kürt sorunu çözülemez. AKP demokratik olmayacak, ama Kürt sorunu çözülecek! Otoriter olmak için, daha da antidemokratik olmak için paketler çıkarılacak, ama Kürt sorunu çözülecek! Bu durumda hiç kimse AKP'nin Türkiye'yi demokratikleştireceğine ve Kürt sorununu çözeceğine inanmaz. Bu açıdan paketin geçmesi aslında AKP'nin demokrasiyle, özgürlüklerle kendini ayakta tutmayı değil de, baskıyla, zorla kendini ayakta tutma tercihini ortaya koyma anlamına gelir ki, bu da AKP'nin sonu olur. AKP otoriterleştiği andan itibaren kendi sonunu getirecektir. Zaten dışarıda büyük sorunlarla karşı karşıyadır, içeride büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunlar ancak demokratikleşmeyle çözülebilir. Daha fazla otoriterleşme, daha fazla baskı, daha fazla polis devleti, daha fazla tutuklamayla gidilecek yol çıkmaz yoldur. AKP'nin kendi kendini bitirmesi yoludur. Bu paket çıktığı andan itibaren AKP kendi iktidarını koruyamaz, bitmiş demektir. Otoriterleşmede ısrar eden, sürekli toplumdaki hakları sınırlayan ya da kendisine yönelecek demokratik mücadeleyi engelleyecek bir iktidar Türkiye ve Kürdistan gerçeğinde ayakta kalamaz. Bu, topluma savaş olur, toplumu zapturapt altına almak olur. Dolayısıyla böyle otoriter bir paket çıkartan, toplumu zapturapt altına alan bir zihniyet, bir Hükümet, demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümüyle ilgili bir süreci tıkar. Bu zihniyette olanlar ne Kürt sorununda çözüm adımı atar, ne Türkiye'de demokratikleşme zeminini yaratabilir, ne de gerillanın silahlı mücadeleyi bırakmasını sağlayacak zemini ortaya çıkarır.
Önder Apo Dolmabahçe’de yapılan açıklama hamlesiyle AKP'nin bu otoriterleşme eğilimini giderip demokratikleşme çizgisine, demokrasi yoluna sokmak istiyor. AKP buna girecek mi, girmeyecek mi göreceğiz. Önder Apo'nun hamlesi aslında AKP'nin antidemokratik Türkiye yaratma hamlesine karşı bir demokratikleşme hamlesidir. HDP heyetinin Dolmabahçe’de hükümet gözetimi altında yaptığı açıklamanın anlamı budur. AKP Önder Apo'nun bu hamlesiyle ofsayda düşmüştür. AKP şunu diyordu, şöyle tehlike var, darbe tehlikesi var, paralel yapı tehlikesi var, 6-7 Ekim olayları var, dış tehlike var vb. esas olarak toplumsal muhalefeti bahane ederek ben bu yasaları çıkarmak zorundayım diyordu. Yani Türkiye açısından, hükümeti açısından, devleti açısından tehlikeler olduğunu ileri sürüp otoriter yasalarına gerekçe bulmaya çalışıyordu. Önder Apo ise bu demokratikleşme hamlesiyle AKP'nin gerekçelerini elinden alarak onu demokratik adımlar atmaya zorlamaktadır. Bunu yapmadığı takdirde de AKP'nin gerçek yüzü açığa çıkacaktır.
Hükümetin tüm bu yaptıklarını seçim kazanma ve başkanlık sistemini getirmek için bir oyalama olduğu yönündeki demokratik çevrelerin değerlendirmeleri var. Siz bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Önder Apo'nun Kasım ayında ileri sürdüğü müzakere taslağı, yine bu müzakere taslağının Dolmabahçe açıklamasıyla legalleştirilmesi, resmileştirilmesi, Önder Apo'nun Türkiye'yi demokratikleştirme mücadelesidir. Sadece Kürt halkının verdiği özgürlük ve demokrasi mücadelesinin değil, Türkiye'deki sosyalistlerin, demokrasi güçlerinin yürüttüğü mücadelenin yarattığı birikimleri demokratik Türkiye'nin gerçekleşmesini doğrultusunda sonuca ulaştırmaktır. Yani şimdiye kadar yürütülen mücadeleyi ve ödenen bedelleri Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde taçlandırma çabası yürütmektedir. Bu açıdan AKP'nin ne düşündüğüne çok fazla takılmamak gerekiyor. AKP hükümeti bu açıklamaları seçim kazanmak için değerlendirmek isteyebilir. Ama demokrasi güçleri esas olarak Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü doğrultusunda değerlendirmelidirler. Çünkü ortaya bir demokratikleşme ihtiyacı çıkmıştır. O belge demokratikleşme ihtiyacıdır. Türkiye'nin demokratikleşme ihtiyacı olduğunun ilan edildiği belgedir. Türkiye'de Kürt sorunun var olduğunu ilan eden bir belgedir. Türkiye'de tüm dışlanmışların demokrasiye ihtiyacı olduğunu gösteren bir belgedir. Yani Türkiye'nin demokratik olmadığını ve demokrasiye muhtaç olduğunu gösteren bir belgedir. O zaman demokrasi güçleri demokratikleşmeyi en iyi biz yaparız, demokratikleşme doğrultusundaki adımları en iyi biz gerçekleştiririz, bu zemini en iyi biz değerlendiririz diyebilmelidirler. Ortaya çıkan bu imkanı kendilerini güçlendirme, demokrasi güçlerinin ittifakını yaparak seçimden güçlü çıkma, bu temelde de ortaya çıkan demokratikleşme ihtiyacını güçlenmiş demokratik ittifakla Türkiye'nin demokratikleşmesine ve Kürt sorununun çözümüne götürecek bir süreç haline getirmek gerekiyor. Demokrasi çevreleri süreci böyle ele almalıdırlar.
Kürt Özgürlük Hareketi devlet ve hükümetle görüşme de yapar, sorunları siyasal yöntemlerle çözme çabası içinde de olur. Bu ayrı bir şeydir. Ama demokrasi güçlerinin ittifakı, ortak mücadelesi, mücadeleyi geliştirerek Türkiye'nin demokratikleşmesinde temel aktör olma çabasını göstermesi ayrı bir şeydir. Aslında Önder Apo'nun sunduğu zemin en fazla da demokrasi güçlerinin ihtiyacı olan zemindir ve demokrasi güçlerinin değerlendirebileceği zemindir. Bu açıdan AKP'nin ne söyleyip söylemediğine, ne düşünüp düşünmediğine bakmadan ortaya çıkan demokratikleşme ihtiyacını, demokratikleşmenin gerekli olduğu bilincinin Türkiye toplumunda daha da kapsamlı derinleşmiş hale gelmesini değerlendirip demokrasi güçlerinin bu temelde kendini güçlendirmesinin esas alınması gerekiyor. Bizim demokrasi güçlerinden beklediğimiz budur. Kaldı ki bir açıklama yapılmıştır, hareketimizin bir niyet beyanı vardır, hükümete bu niyet beyanının ortaya konulduğu belgede yüklenen görevler vardır. AKP bunu yapacak mıdır, yapmayacak mıdır belli değildir. Ama demokrasi güçleri bunu gerçekleştirebilir, yapabilir. Orada ortaya konulan bütün başlıkları en iyi biçimde demokrasi güçleri gerçekleştirebilir. Demokrasi güçleri bu iddiayla yola çıkmalı, seçimde başarılı olursak bunları biz gerçekleştirebiliriz demelidir. Böylelikle AKP'nin bir seçim hesabı varsa bu seçim hesabı bu zemin üzerinde daha iyi boşa çıkarılır. AKP'nin bir seçim hesabı varsa bu açıklamanın yarattığı ortamda daha iyi boşa çıkarılır.
Bu açıklamadan sonra AKP'nin argümanları güçlenmemiştir. Esas olarak demokrasi güçlerinin eli daha güçlenmiştir. Böyle görmek gerekiyor. AKP diyecek bakın birlikte açıklama oldu, çözüm süreci iyi gidiyor, bunu söyleyecektir. Bu açıklama olmasa da zaten her gün söylüyordu. 2013 yılından beri ateşkes koşulları bulunmaktadır. Bunu sağlatan Kürt Halk Önderi’dir. O zaman yapılması gereken şudur; bu belgede Türkiye'nin demokratikleşme ihtiyacı açıkça ortaya konulmuştur, hükümet de bunu kabul etmiştir. Bu ortamda hükümetin pratiği bu açıklama doğrultusunda oluyor mu, olmuyor mu, hükümetin pratiğine bakılacaktır. Olmuyorsa demokrasi güçleri bunu teşhir ederek seçimden güçlü biçimde çıkarlar.
Hükümet eğer on başlıkta demokratikleşme konusunda adımlar atıyorsa tamam, biz de destekliyoruz desinler. Bu demokrasi güçlerini zayıflatmaz. Eğer AKP hükümeti on başlıkta şimdi adım atıyorsa buna kim yok diyebilir? Ama adım atmıyorsa, o zaman tüm demokrasi güçleri, her seçimde olduğu gibi adım atacağım diyor, ama adım atmıyor, bu açıdan esas gücü demokrasi güçlerine verin, HDP'ye verin ki HDP adım atsın ya da hükümete ve devlete adım attırsın. Hükümetin ve devletin adım atması bile demokrasi güçlerinin gücüne bağlıdır deyip bu propagandayla seçime gitmelidir. Demokrasi güçlerinin yapması gereken budur.
Bazı çevrelerin, özellikle de CHP ve ulusalcı sol denen kesimlerin AKP ile HDP anlaştı demelerini nasıl ele alıyorsunuz?
Bunlar çok ucuz değerlendirmelerdir. Türk devleti ve AKP'ye karşı en fazla mücadele eden kimdir? Bugün de hala bu mücadele pozisyonunda olan kimdir? Bunları söylemek hangi vicdana sığar? Bu tür söylemlerin AKP'nin yıllardır yürüttüğü özel savaştan farkı nedir? AKP de her seçim öncesi CHP, BDP ruh ikizi, CHP, MHP, BDP ruh üçüzü demiyor muydu? Hem CHP’yi hem BDP’yi vurmak için bu tür propagandalar yapmıyor muydu? Bunlar doğru muydu ki CHP’nin ya da onlara yakın ulusalcı sol denen çevrelerin bu tür söylemleri doğru olsun? Zaten bazılarına sol demek mümkün değildir. Tamamen Kürt karşıtı devletçi politikalara sahiptirler. Bu nedenle Kürt Özgürlük Hareketi'ni karalamak için her şeyi yapmaktadırlar. Sanki bu açıklamadan önce farklı şeyler mi söylüyorlardı? Yine Kürt Özgürlük Hareketi'ni karalama ve iftiralarla suçlamıyorlar mıydı? Bu söylemler tamamen bir seçim propagandasıdır. Bir psikolojik harekattır. Bu açıdan devlet Kürtlere karşı yüz yıldır nasıl yaklaşıyorsa bunlar da öyle yaklaşıyor. Psikolojik harekat yürütüyorlar. HDP Türkiye'nin demokratikleşme umudu haline gelmiştir. Bu açıdan hem AKP, hem CHP kendilerinden oy alacağından korkuyorlar. Dolayısıyla seçim öncesi her ikisi en fazla da HDP’ye yükleniyorlar. Bu dönemde HDP’ye bu kadar yüklenmesinin arkasında seçim hesapları bulunmaktadır. Yoksa bu söylenenlerin zerre kadar gerçeklerle ilişkisi yoktur. Bir demokrasi sorunu olan ve ancak demokratikleşmeyle çözülecek Kürt sorunu varken Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt demokrasi güçlerinin içinde bulunduğu HDP otoriterleşen bir anlayışa ya da bir projeye destek verebilir mi? Ortadoğu ve Türkiye gibi otoriterleşme eğiliminin güçlü olduğu ve demokratikleşmenin gelişmediği bir yerde başkanlık ya da benzer arayışların demokratikleşmeye de Kürt sorununun çözümünü de hizmet etmeyeceğini herkes bilir. Sorunlar esas olarak demokratikleşme ve demokratikleşmeme çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu çerçevede güvenlik paketi de, başkanlık arayışları da demokratikleşme karşıtı eğilimlerdir. Biz sorunlara böyle bakıyoruz. Biçime değil, öze bakıyoruz.
‘DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK BU HÜKÜMETE KARŞI MÜCADELE İLE GERÇEKLEŞECEKTİR’
İmralı’da devletle yapılan müzakere ya da dönemsel devlet olan AKP ile mevcut durumda yürütülen çatışmasızlık ayrı bir konudur, AKP'ye karşı mücadele ayrı bir konudur. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve demokrasi güçlerinin mücadele ettiği güç AKP’dir. Çünkü iktidarda olan odur. Dolayısıyla demokrasi ve özgürlük bu hükümete karşı mücadeleyle gerçekleşecektir. Dolmabahçe’deki açıklama ve İmralı’da yürütülecek olası müzakereler de bir mücadeleyi ifade etmektedir. Kaldı ki hala ortada müzakere yoktur. Devleti ve dönemsel devlet olan AKP'yi müzakereye çekme çabası vardır. Bunların AKP ile şöyle anlaştılar, böyle anlaştılar demeyle ne alakası vardır? Evet, devletle de Hükümetle de bir uzlaşama arayışı vardır. Ama bu sadece Kürtleri ilgilendirmemektedir. Tüm Türkiye halkların ilgilendiren, demokrasi ve özgürlükleri gerçekleştirme arayışıdır. Bu gerçekleşebilirse bundan daha güzel bir şey olamaz. Ama ortada hala gerçekleşme durumu yoktur. Mevcut durum da bir mücadele biçimidir.
Şu kesindir ki, AKP'nin otoriter eğilimini durduracak tek seçenek HDP’nin seçim başarısıdır. HDP'nin seçim başarısı gerçekleştiğinde Türkiye'de hiçbir siyasi güç, hiçbir birey demokratikleşme dışında bir eğilim içinde olamayacaktır. Demokratikleşme dışı tüm eğilimler son bulacaktır. HDP ve onun gerçekleştirdiği ittifak bunun adresidir. Bunun dışındaki her söylem demagojidir, gerçekliği çarpıtmaktır. Çok basit değerlendirmelerdir. Bunlar yatsıya kadar bile sürmeyecek yalanlardır. AKP başta olmak üzere demokratik eğilimde olmayanlara karşı en büyük mücadele gücü olan ve bunu somut olarak ortaya koyan bir harekete karşı bunları söylemek en fazla da AKP'ye hizmet eden söylemlerdir. AKP'ye karşı esas mücadele gücünü zayıflatma söylemleridir. Gerçek demokrasi güçlerinin bu tür söylemleri ciddiye alacağını düşünmüyoruz. Gerçek demokrasi güçleri HDP’ye güç vererek HDP’nin AKP'ye karşı mücadelesini güçlendirmeli ve bu temelde Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlayacak yeni bir siyasi dönem başlatmalıdırlar.
Silah bırakma hangi şartlar altında gerçekleşebilir, Hareketinizin bu konudaki yaklaşımı nedir?
Bir daha belirtelim, sorun silah bırakıp bırakmama sorunu değildir. Böyle bir gündem yoktur. Önder Apo'nun değerlendirmelerinde, yapılan açıklamayı da silahı bırakma gibi anlamamak gerekiyor. Türkiye'ye karşı silahlı mücadelenin durdurulması biçiminde ifade etmek gerekiyor. Silahlı mücadeleyi nasıl durduracağımız altı yıldır yapılan tüm görüşmelerde söylenmektedir. Bu yeni değildir, 2013’te de ortaya konulmuştur. Hatta 2013’te gerilla güçlerinin çekilmesi sağlanarak AKP'ye yasal ve anayasal adımlar atma sorumluluğu yüklenmiştir, ama adım atmamıştır. 2013’te biz gerilla güçlerini keyfiyetten kaynaklı olarak geriye çekmiyorduk. “Bu işi bırakıyoruz, pişmanız demedik.” Ya da Önder Apo böyle bir yaklaşımla gerilla güçleri geriye çekilsin demedi. Bu geri çekilmenin bir karşılığı olacaktı. Ama Hükümet “geri çekilmenin bir karşılığı” olmayacağını söyledi, “cehenneme kadar yolları var” dedi. Bugün HDP'ye, Selahattin Demirtaş’a saldıran Bülent Arınç o zaman da cehenneme kadar yolları var demiştir. Şimdi de aynı yaklaşımı gösteriyor, aynı yaklaşım içindedir. Bu açıdan Pervin Buldan’ın “süreç önünde en büyük engel Arınç’tır” demesi, “asıl sabote edenin Arınç” olduğunu söylemesi doğrudur. Çünkü gerçekten Arınç’ın pratiği böyledir. Ya da AKP ve Erdoğan ya da birileri hep kirli işleri Arınç’a yaptırıyor, ona söyletiyor. Geçmişte kadına hakaret eden konuşmaların tümünü bu adam yapmıştı. Emine Ayna’ya hakaret etti, Aysel Tuğluk’a hakaret etti, Gültan Kışanak’a hakaret etti. En kötü şeyler Arınç’a yaptırılıyor. Bir dönemler Bülent Arınç’a Ebuzer olarak bakılıyormuş. Ebuzer, İslam kültüründe doğruyu söyleyen kişiliktir. Bülent Arınç Ebuzer değil, kelimenin tam anlamıyla “Ebuzır”dır.
‘SİLAH BIRAKMA ORTADOĞU KOŞULLARINDA MÜMKÜN MÜ?’
Nasıl ki 2013 yılında gerillanın geri çekilme iradesinin gösterilmesi ve yüzde kırka yakın çekilmesi bir karşılık gerektiriyorduysa, bunun için yapıldıysa, bugün de gerillanın Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bırakması konusunda ortaya konulan niyet beyanının da bir karşılığı olması gerekiyor. Önder Apo bunu beyan edecek, hem de on maddede ortaya konulan en makul yaklaşımlar çerçevesinde bunu yapacağız diyecek, ama hiçbir karşılığı olmayacak! O zaman gerillanın Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bırakması nasıl gerçekleşecek? Bunu herkesin sorması gerekiyor. Silah bırakma konusuysa ayrı bir konudur. Silah bırakma mevcut Ortadoğu koşullarında mümkün müdür? Ya da hangi parçada gerçekten Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü güvencededir. Güney Kürdistan'da federasyon vardır, ama varlığı ve özgürlüğü güvencede değildir. Her an tehdit altındadır. Hem de kimin tehdidi altındadır? Türkiye'nin desteklediği IŞİD’in tehdidi altındadır. IŞİD'i Türkiye desteklemiştir. KDP açıkladı, “IŞİD saldırdığı zaman Türkiye bize yardım etmedi, İran yardım etti” dedi. Bu açıdan Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamı, kimliği hala Ortadoğu'da güvencede değildir. Rojava’da görüyoruz, Başur’da görüyoruz, Rojhilat’ta da durum ortadır. Türkiye'de de hala öyle sorunlar çözülmüş değildir. Bu açıdan silahların bırakılmasından söz etmek mümkün değildir. Önder Apo da böyle bir şeyden hiç söz etmiyor. Hatta gerillanın varlığının Türkiye için bir tehlike olmadığını söylüyor. Son görüşmede bu yönlü düşüncelerini de AKP hükümetine açıkça iletiyor. Türkiye'ye karşı silahlı mücadelenin bırakılması tabii ki tek taraflı ve karşılıksız olmayacaktır. Hiç kimse tek taraflı olacağını beklemesin.
Bu açıklama sonrası hükümete düşen görevleri maddeler halinde sıralayabilir misiniz?
Tabii ki en başta eğer gerçekten on başlıkta bir müzakere başlayacaksa ilk önce Önder Apo'nun müzakere yapacak koşullarının sağlanması gerekiyor. Baş müzakereci tecrit altında nasıl sağlıklı müzakere yapacak? Karşılıklı müzakere heyetlerinin netleşmesi ve bunun bütün kamuoyu tarafından bilinmesi önemlidir. Müzakere heyeti yoksa bütün partilerle, sivil toplum örgütleriyle görüşemiyorsa, Kürt siyasi çevreleriyle görüşemiyorsa, kendi örgütüyle görüşemiyorsa müzakere nasıl yapılacaktır? Dolayısıyla baş müzakereci olarak Önder Apo’nun müzakere koşullarının köklü değişmesi gerekiyor. Tabii ki bu çerçevede en önemli şey müzakerenin hemen başlayıp başlamayacağıdır. Kürt Özgürlük Hareketi'nin baş müzakerecisi Önder Apo'nun da kendi müzakere heyetiyle görüşmesinin her an olması gerekiyor. Kuşkusuz ilk koşul budur.
‘İZLEME HEYETİ KOŞULLARI İZLEMELİ’
Öte yandan müzakerenin başlamasıyla birlikte izleme heyetinin de müzakere nasıl oluyor, müzakere koşullarına kim uyuyor, kim uymuyor, ateşkes koşullarına kim uyuyor, kim uymuyor, bunların da olacağı izleme heyetinin olması gerekiyor. Tabii ki terörizm jargonunun da bırakılması gerekiyor. Hem terörizm denilmeye devam edilecek, hem de çözüm süreci iyi gidiyor denilecek! Böyle bir şey olabilir mi? Açıkça belirtelim ki, hasta tutsakları bırakmak bir adım değildir. Bizim de, Önderliğin de, hiç kimsenin de bunu bir adım görmesi beklenmemelidir. Bu konuda Önder Apo da, Hareket de sitem etmiştir, hatırlatma yapmıştır. Biz askerleri ve görevlileri bıraktık, siz hasta tutsakları bile bırakmadınız demiştir. Bu düzeyde adımlar atıldığı halde hasta tutsakları bırakmaması AKP'nin nasıl bir anlayış ve tutumda olduğunu ortaya koymaktadır. Yoksa hasta tutsaklar bir pazarlık konusu olamaz. Bunu ne önderliğimiz, ne HDP ne de biz pazarlık konusu yaparız. Bu açıdan hasta tutsakların bırakılması ne bir iyi niyet adımıdır ne de Kürt sorununun demokratik çözümünde bir adımdır. Hükümetin üzerine düşen görevler açık, net sorunu çözmeye yönelik görevlerdir. Bunlar da esas olarak on başlıkta ortaya konulmuştur.
‘HAREKETİMİZ VE ÖNDER APO’NUN GÖRÜŞMELERİ SAĞLANMALIDIR’
Tabii ki Hareketimiz ve Önder Apo'nun görüşmeleri de sağlanmalıdır. İkide bir İmralı’yla Kandil arasında çelişki var deniyor. Böyle bir şey yok, ama böyle düşünülüyorsa Önder Apo ile Hareketimizin görüşmesi sağlanır. Kaldı ki sağlıklı bir müzakere ve çözüm için bu görüşmelerin yapılması şarttır.
‘GÜVENLİK PAKETİ GERİ ÇEKİLMELİDİR’
Zaten Yürütme Konseyi Ebaşkanlığı açıklamasında mevcut güvenlik paketinin çekilmesi belirtilmiştir. Bunu sadece biz söylemiyoruz, bütün demokrasi güçleri söylüyor. Eğer Kürt sorununu çözeceksen, Türkiye'yi demokratikleştireceksen o zaman niye bu paketi Meclise getirdin diye sorarlar! Demek ki o paketin de çekilmesi gerekiyor.
‘KARAKOL YAPIMI, ASKERİ AMAÇLI BARAJ VE YOL YAPIMI DURDURULMALIDIR’
Açıklamanın en önemli bir maddesi tahkim edilmiş ateşkestir. O zaman karakol yapımı, askeri amaçlı baraj ve yol yapımının da durdurulacağının taahhüt edilmesi lazım. Yine siyasi tutuklamaların yapılmayacağının taahhüt edilmesi lazım. Hem demokratikleşeceğiz denecek, çözüm sürecinden bahsedilecek, hem de her gün her yerde tutuklamalar yapılacak! Bunların ortadan kaldırılması lazım. Plakasız polis-askeri araçların kullanımdan kaldırılması gerekir. Zaten Cizre’de hendekler vardı, hendekler kapatıldı, kapatılıyor. Eğer bunun sonrası tutuklamalar olur ya da farklı gelişmeler yaşanırsa bu tabii ki yapılan açıklamaya ters bir tutum olarak değerlendirilecektir. Çünkü bu açıklamadan sonra Cizre’de halk kendi güvenliğini sağlamak için yaptığı, tutuklanmamak ya da ölmemek için kazdığı hendekleri şimdi kapatmıştır. Bu açıdan Hükümetin başta Cizre gibi yerler olmak üzere Türkiye ve Kürdistan’ın hiç bir yerinde siyasi soykırım amaçlı tutuklama, baskı gibi tutumlara yönelmemesi gerekiyor.
Medya savunma alanlarını bombalıyor, keşif uçakları gönderiyor, bunlardan vazgeçmesi lazım. Kobanê’de bütün sınır kapılarının açılması lazım. Sınır kapılarını kapatmak hangi mantığa uygundur? Sınır kapıları açılırsa, bu konuda engeller ortadan kaldırılırsa, IŞİD’le ilişkilerini keserek Rojava’ya yönelik devlet politikaları değişirse, bu da tabii ki Kürt halkı açısından önemli görülecektir.
Demokrasi çevrelerine bu süreçte düşen görevler nerelerdir?
Demokrasi çevreleri ve Kürt halkına düşen görev, bu açıklamada ortaya konulan demokratikleşmenin gerçekleşmesi için hükümet ve devlet üzerinde baskı yapmalarıdır. Bu açıklamada yapılan demokratikleşme adımlarının bir an önce gerçekleşmesini sağlama çabasının yürütülmesidir. On başlıkta müzakerenin başlanması istenmelidir. Çünkü bu müzakere başlıkları sadece Kürt sorununun çözümüyle ilgili değildir, Türkiye'nin tüm demokratikleşme sorunlarıyla ilgilidir. Bu açıdan buna Türkiye'nin tüm demokrasi güçleri sahip çıkmalıdır. İmralı’da yürütülen çabalar açıktan açığa Türkiye'nin tüm devrimci demokrasi güçleriyle devletin bir uzlaşma arayışıdır. Bu konularda bir müzakere yapılmasıdır. Türkiye'nin köklü demokratikleşmesi konusunda müzakere yapmak da büyük bir demokrasi görevidir, devrimci görevdir. Tüm devrimciler, sosyalistler de böyle bir müzakerenin tarafı olmalıdır. Bu on maddenin Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü çerçevesinde müzakere edilip sonuçlara ulaşması için ağırlıklarını ortaya koymaları gerekir. Bu, demokrasi güçlerine de, sosyalist güçlere de, tüm etnik ve dinsel topluluklara da kazandıracaktır. Bu açıdan sadece AKP'nin tutumuna bakarak bir yaklaşım gösterilmemelidir. Çünkü demokrasi mücadelesi sadece AKP'ye karşı verilen bir mücadele değildir, devlete karşı verilen bir mücadeledir. AKP hükümeti dönemsel devlettir.
‘ÖNDER APO TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN TARAFIDIR’
Kürt Özgürlük Hareketi AKP olmadan önce de on yıllardır mücadele vermiyor muydu? Türkiye'nin demokrasi güçleri, sol güçleri, sosyalist güçleri AKP'den önce de demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi vermiyorlar mıydı? Bu açıdan demokrasi ve özgürlük güçlerinin Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümündeki çabaları sadece AKP'ye karşı bir mücadele çabası değil, bir bütün olarak devletin demokrasiye duyarlı kılınmasına dönük çabalardır. Bu nedenle Önder Apo tüm demokrasi ve özgürlük güçleri adına orada devletle diyalog yapmaktadır, devleti ve hükümeti demokrasi ve özgürlük konularında müzakereye zorlamaktadır. Demokrasi güçleri de AKP'nin tutumuna, yaklaşımına bakmadan özgürlük ve demokrasinin gelmesi için görevlerini yerine getirmesi gerekir. Çünkü iki taraf vardır, bir taraf AKP’dir, bir taraf da orada Önder Apo’dur. Önder Apo sadece Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi'nin tarafı değildir; Türkiye'deki tüm demokrasi güçlerinin, sol ve sosyalist güçlerin tarafıdır. Bu açıdan AKP'yi değil, Kürt Özgürlük Hareketi'nin tutumunu, demokrasi güçlerinin tutumunu desteklemek için tavır koymaları gerekiyor. Buna sahiplenmeleri gerekiyor. AKP ile bir diyalog var, AKP müzakereye zorlanmalıdır. Demokrasi güçleri, özgürlük güçleri, sosyalist güçler böyle bir fırsatı yakalamıştır. Bu fırsatı yakalamışken bırakmamak gerekiyor, daha fazla sahiplenmek gerekiyor. AKP'nin, devletin, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için minderden kaçmasını engellemek gerekiyor. Türkiye'nin demokratikleşmesi için Kürt sorununun, Alevi sorununun, tüm diğer etnik ve dinsel toplulukların sorununun, kadın sorununun, bütün sorunların çözümü için masaya otur, müzakere yap demelidir. Bu konuda biz de bir tarafız, demokratikleşmeden tarafız denmelidir. Çünkü demokrasi her zaman devlete karşı mücadeleyle olur. Bu mücadelede zaman zaman böyle görüşmeler ve uzlaşmalar da gündeme gelir. Bugün dönemsel devlet de AKP’dir.
Devlet demokratikleşmez, demokrasi güçlerinin mücadelesiyle bir uzlaşma temelinde demokrasiye duyarlı hale gelir. AKP devlet tarafıdır, devlet tarafı her zaman demokrasi karşıtıdır, demokrasiyi daraltmak ister, demokrasi güçleri de genişletmek ister. Şimdi demokrasi güçlerinin görevi tabii ki Önder Apo'nun, baş müzakerecinin yanında ve AKP hükümeti üzerinde açıklanan on madde temelinde müzakereye oturması için baskı yapmak olmalıdır. Yoksa sadece eleştirmek değildir. Bu devlete karşı en büyük mücadeleyi Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi vermedi mi? Önder Apo on yedi yıldır en ağır tecrit koşullarında cezaevinde değil midir? Bu açıdan mücadeleyi veriyorsak müzakere masasına da oturacağız, oturmalıyız. Bütün sosyalist güçler, demokrasi güçleri, herkes oturmalıdır. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü konusunda biz de o masada olmak istiyoruz demelidirler. Biz de İmralı’yla görüşmek istiyoruz demelidirler. Bu başlıklarda müzakere olacaksa biz de içindeyiz demelidirler. Bu masada biz de olmalıyız derlerse haklıdırlar. Demokrasi çevrelerine, sol ve sosyalist güçlere düşen görev budur.
Bu süreçte Kürt halkı ve Kürt demokrasi güçleri nasıl bir tutum ve çaba içinde olmalıdırlar?
Kürt halkı da tutumuyla ve mücadelesiyle Önder Apo'nun, Özgürlük Hareketi'nin yanında olmalıdır. Tutumuyla, duruşuyla Önder Apo'nun bu diyalogda güçlü konumda olmasını sağlamalıdır. Önder Apo, demokrasinin dili eylemdir diyerek demokrasinin kendiliğinden değil, mücadeleyle gerçekleşeceğini vurgulamıştır. Bunun için de en başta birliğini sağlayarak demokrasi güçleriyle birlikte ortaya konulan belgenin pratikleşmesini sağlamaya çalışmalıdır. On müzakere başlığının gerçek anlamda demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü biçiminde müzakere edilip sonuçlanmasını sağlamaya çalışmalıdır. Bu bakımdan Kürt halkı, Kürt demokrasi güçleriyle Türkiye'nin demokrasi güçleri güçlü bir ittifak yapmalıdır. HDP’de bu somutlaşmıştır, HDP'nin başarısını sağlamak için çabalarını katbekat arttırmalıdırlar. Bu diyalogun, bu çabaların başarıya ulaşması ancak demokrasi güçlerinin güçlü duruşuyla sağlanır. Demokrasi güçleri güçlü olmadan ortaya konulan on başlık gerçek anlamda Türkiye'yi demokratikleştirecek ve Kürt sorununu çözecek biçimde sonuçlandırılamaz. AKP, devlet öyle “ben demokratikleşmeyi sağlayacağım, herkesin hakkını vereceğim” demez. Kürt Özgürlük Hareketi demokrasi güçleriyle ittifaklar kurar, mücadele ederse, bunun da en somut ifadesi olarak seçimden güçlü çıkılırsa o zaman Önder Apo'nun çabaları sonuca ulaşabilir. O zaman Dolmabahçe’de yapılan açıklamalar Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için sonuçlandırılabilir. Yoksa AKP'nin insafına bırakılamaz. Bu açıklamalar oldu, AKP adım atacak, hemen çözüm getirecek gibi bir yaklaşım içine girmek gaflet olur.
Hükümetin üzerine düşen görevler vardır. Bakacağız, bunların pratikleşmesini isteyeceğiz. Ancak esas olarak Kürt halkıyla Kürt demokrasi güçleriyle Türkiye'nin demokrasi güçleri ortak hareket ederse bu gerçekleşebilir. Bu açıdan Kürt halkına ve demokrasi güçlerine düşen görev, ortaklaşmaları, ittifaklarını ortaya koyarak Hükümetin Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü sağlayacak bu minderden kaçmasını engellemek olmalıdır. Oyalama ve halkı aldatma politikası yürütmesini engellemek olmalıdır. Hükümete Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda başka yol kalmadı diyerek bütün kaçış yollarını kapatmaktır. Yapmıyorsa da pratiğine bakarak teşhir etmektir. Biz demokrasi güçlerine ve Kürt halkına düşen görevleri de özet olarak böyle belirtiyoruz.
Güncelleme Tarihi: 06 Mart 2015, 09:28