kaçak bahis

deneme bonusu

casino siteleri

canlı bahis siteleri

deneme bonusu veren siteler

bahis siteleri

porno izle

kaçak bahis

deneme bonusu

casino siteleri

canlı bahis siteleri

deneme bonusu veren siteler

bahis siteleri

porno izle

'Bölgesel savaş riski var'

Ortadoğu'daki gelişmeleri yakından takip eden gazeteci Mustafa Delen, Irak'ta mezhep çelişkilerinin bilinçli bir şekilde kışkırtıldığını belirterek, IŞİD çetelerinin geniş bir bölgeyi ele geçirmesiyle oluşan yeni durumun bölgesel savaşa dönüşebileceğini söyledi. Delen, "Bu gerçekten de çok tehlikeli bir durumdur. Böyle bir şey gelişirse, çok kanlı bir bölge savaşı gelişir. Avrupa’daki yüz yıl savaşlarını bile geçer" dedi.

'Bölgesel savaş riski var'
Ortadoğu’da İslam adına hareket ettiklerini ileri süren ve vahşi katliamlarla adını duyuran El Kaide bağlantılı İŞİD (Irak Şam İslam Devleti) çetelerinin 9 Haziran'da başlattığı yeni saldırılarla birlikte dengeler değişti. 10 Haziran'da Musul’u ele geçiren çeteler daha sonra Ninova bölgesinin büyük bölümü, Tikrit kenti ve Selahaddin bölgesindeki diğer bir çok alanı, Diyala ve Kerkük bölgelerinde bir çok yerin denetimini ele geçirdi. En son hafta sonu Anbar bölgesinde de üç bölgeyi kontrollerine aldılar. Tüm bu ilerlemeyi neredeyse çatışmasız bir şekilde gerçekleştirdiler.   

Geçtikleri her yerde vahşi katliamlar yaparak ağır insanlık suçları işleyen IŞİD çetelerinin, hakimiyet kurdukları alanlarda da çok katı ‘şeriat’ kanunlarını uygulaması da yoğun tepki konusu oluyor.  Özellikle kadınlar ve çocuklar bu çetelerin temel mağdurları oluyorlar. Suriye'de suç işlerken uzun süre sessiz kalınan çetelerin Irak'taki ilerleyişi karşısında komşu ülkeler ve uluslararası güçler de dikkatlerini Irak'a yöneltti.

Irak özelinde yaşanan yeni durumu, uzun yıllardır bölgede bulunan gazeteci-yazar Mustafa Delen'e sorduk.

-Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeleri, özellikle IŞİD’in Musul’u işgaliyle birlikte ele alırsak, nasıl değerlendirmek gerekir? IŞİD hangi koşulların ürünü olarak ortaya çıktı?

IŞİD’i birden bire gündeme gelmiş bir oluşum olarak görmemek gerekir. Bunun geçmiş bir süreci var.  Bilindiği üzere 2003’de esas olarak ABD tarafından Irak’a bir müdahale oldu. Bu müdahaleyle birlikte Baas rejimi tasfiye edilerek, Saddam devrildi. O döneme kadar Irak’ta muhalif olan iki güç vardı; Şiiler ve Kürtler. Şiiler, Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyor. Yüzde 65 civarında bir orandan bahsediliyor. Dolayısıyla Baas rejimi tasfiye edilince, yönetim doğrudan Şiilerin eline geçti. Kısmen de Kürtlere geçti. Irak’ta böyle bir dönem başladı. O dönemi hatırlayacak olursak, ilk genel seçimlerde belki katılan birçok liste ya da parti vardı ama öne çıkan Şiiler oldu. Parlamento başkanlığı Sünnilere, cumhurbaşkanlığı ise Kürtlere, Mam Celal’e verildi. Görünürde Irak genelinde ulusal bir koalisyon ve mutabakat vardı. Doğrusu bu çok içselleştirilmedi. Konsensüs sağlanmış izlenimi verilmeye çalışıldı. Ama işin özüne baktığımızda devlet yönetimi ve kademelerinde -ki şimdi de olduğu gibi- Şiiler vardı. Saddam sonrası Sünnilerde; “Şiiler geldi, biz dıştalandık” psikolojisi oluşmaya başladı. Kürtler belki hallerinden memnundu. Biraz daha özerktiler; kendi parlamentoları, kendi güvenlik güçleri vardı. Ama aynı şey Sünniler için söylenemez. Sünniler bu gidişattan memnun değildi. İşte IŞİD bu süreçlerde ortaya çıktı. Bu çelişkiler üzerinden kendini var etti. Ancak “Maliki yönetimi İran yanlısıdır. İran’ı çok esas alıyor, mezhepçi bir politika yürütüyor ve Sünnileri dışlıyor” şeklindeki bir propaganda çok abartılıdır. Sünnilerde böyle bir algı ve zemin zaten vardı. Kısacası IŞİD bu çelişki üzerinden kendisini örgütledi. Sünni cepheyi oluşturma, ona öncülük etme, Sünnileri örgütleme gibi bir misyon biçti kendisine. Şu söylenemez; bütün Sünniler, El Kaideyi istiyordu, IŞİD’i bekliyordu, böyle bir şey yok. Ama mevcut Şii yönetiminin şöyle bir eksikliği oldu. Irak kimliğini çok öne çıkaramadı. Irak’taki bütün kimlikleri, kültürleri kapsayan bir politika yürütemedi. Böyle bir sorun var ama İŞİD’in abarttığı gibi de değildir.

İÇLERİNDE BAASÇILAR VAR

-Peki o zaman IŞİD nasıl bir oluşum ve kimlerden oluşuyor?

Bu soru dönem dönem gündeme geldi. IŞİD’in de bu konuda kendi açıklamaları var. İŞİD, Irak zemininde ortaya çıkmış ve sorumlusu da El Bağdadi’dir.  Ortaya çıktığı dönemlerde, birebir El Kaide örgütlenmesidir, fraksiyonudur biçiminde tartışmalar oldu. IŞİD, El Kaide’yi benimsedi, onu referans olarak gördü ve kendisini El Kaide olarak da ifade etti. El Kaide de daha sonra bunu kabul etti. Dolayısıyla içlerinde eski Baasçılar var, hatta çekirdeğini onlar oluşturuyor. Irak’taki Sünni aşiretlerin birçoğu bu oluşumun içindedir, destekliyor. Yine Bağdat’taki patlamalardan sorulu tutulduğu için Türkiye’ye kaçan Tarık El Haşimi gibi isimlerin içinde olduğu söyleniyor. Örgütlenmeleri şehirlere dayalıdır. Ses getirici eylemler; intihar saldırıları ve daha birçok farklı yöntemlerle gerçekleştirdikleri patlamalar var. Camileri, pazarları, mahalleleri, resmi kurumları eylem alanları olarak seçtiler. Bu tarz eylemleri hala sürüyor. IŞİD, özellikle ilk yıllarda Irak’ta yapmış olduğu hiçbir eylemi resmi olarak üstlenmemiştir.

PYD İLE SAVAŞ

IŞİD’in Suriye’ye kaydırılması konusu ilginçtir. Özgür Suriye Ordusu(ÖSO) vardı. Rejime karşı muhalifti. ÖSO içerisinde en güçlü olan oluşum ise İhvan-ı Müslimin'di. Daha sonra Rojava’da PYD, halk savunma gücü olarak da YPG örgütlendi. Özgür Suriye Ordusuyla(ÖSO) birlikte ve ona paralel olarak da El Kaide’nin Suriye kolu, El Nusra vardı. Batı ve ABD, Özgür Suriye Ordusunu tanıdığı kadar El Nusra’yı tanımadı. El Nusra ise hem rejimle hem de Kürtlerle çatıştı. Burada zorlanmaya başlayınca IŞİD, El Bağdadi’nin inisiyatifiyle -ne kadar merkezi karardır bilinmiyor- Irak’taki IŞİD yönetimi tarafından Rojava’ya ve Suriye’ye kaydırıldı. Güçler Suriye’ye kaydırılmalarına rağmen rejimle ciddi bir çatışmaya girmediler. Rojava’ya geçip Kürtlerle, PYD’yle savaştılar. Tüm bu gelişmeler tesadüfi değildir. IŞİD’in arkasında uluslararası ve bölgesel güçlerin olduğu bir gerçektir.

Bölge çapında ve özellikle de Suriye’de IŞİD piyasaya çıkınca, Suriye rejimi nefes almıştır. Sadece Özgür Suriye Ordusu(ÖSO) ya da İhvan olsaydı, uluslararası birçok çevre bu muhalefeti destekleyebilirdi. İŞİD devreye girince muhalefet, deyim yerindeyse biraz karartıldı, kirletildi. Kafa kesme görüntüleri, çocuk katliamları, kadınlara yaklaşım tarzı dışarı yansıyınca, uluslararası alan ve birçok çevre; bunlar(İŞİD) Suriye’de rejim olacaklarına, Baas rejimi, Esad rejimi devam etsin, diye düşündüler. Burada, muhalefet biraz karartılsın, kirletilsin diye, Suriye istihbaratı, İran istihbaratı da işin içine girmiş olabilir. Bu konuda böyle bir parantez açmak istiyorum. Ama zihniyet olarak zaten öyledirler. Cezalandırma adı altında çok rahat kafa kesebiliyorlar, çocuk, kadın ayrımı yapmadan katliam yapabiliyorlar.

IŞİD GÜCÜNÜ NEREDEN ALIYOR?

-Bu tarz örgütlenmeler güçlerini nereye dayandırıyorlar?

Çok sahte bir propagandayla, İslam ya da cihat adı altında birçok insanın, gencin duygusuna hitap ettiler. Suriye’de gerçekten biraz tanındılar. Ama Suriye’de Kürt bölgesinde PYD’ye karşı savaşmalarının arkasında Türkiye’yi, Suudi Arabistan’ı ve Irak’taki Sünnileri görüyoruz. Suudi Arabistan, bölgede; Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman ve Bahreyn gibi Sünni devletlere öncülük ediyor. Ortadoğu’da Şia nüfusunu kontrol eden, öncülük eden İran ise,  Sünnilere öncülük eden de Suudi Arabistan’dır. İran, Irak’taki Şiilerden, Suriye’deki Aleviler, Lübnan’daki Şiiler, Bahreyn ve Umman’a kadar giden Şii hattını kontrol ediyor. İran ciddi bir bölge gücüdür. Suudi Arabistan da Sünni nüfusun, daha çok radikal islam denilen, El Kaide, Taliban, Şebab, IŞİD vb. örgütleri etkisi altında tutmaya çalışıyor. Kimileri bunlara fundamentalist, kimileri radikal islam diyor. Ama şu da bir gerçektir ki IŞİD başta olmak üzere, bunlar İslam’ın en gerici yüzüdür.

ILIMLI İSLAM PROJELERİ

-Tunus'la başlayan Arap isyanlarından ele alırsak karşımıza nasıl bir tablo çıkar?

Bölgede ılımlı İslam’a öncülük eden de Katar’dır. Arap isyanları döneminde bunu gördük. Tunus’ta, Mısır’da halk ayaklanınca öncülük eden İhvan-ı Müslimin oldu. Suriye’de ayaklanmalar başladığında öncülük eden yine İhvan’dır. Ortadoğu’daki patronu, sponsoru, finansörü ise Katardır. Onun için Katar ile Suudi ilişkileri bir dönem çok gerildi. Öyle ki, Suudi Arabistan, Mısır’da İhvan darbesinde aktif rol aldı. Hatta bu operasyonu organize eden bizzat Suudilerdi. İhvan ile birlikte Katar’ı da durdurdu. İhvan, Mısır’da darbe yiyince, doğal olarak Özgür Suriye Ordusu da Suriye’de kan kaybetti. Orada da Selefi gruplar öne çıkmaya başladı.  

Bilindiği gibi birkaç ay önce Suudi Arabistan, terör listesini açıkladı. İhvan’ı listeye almak için IŞİD ve El Nusra’yı da listeye eklediler. Körfez devletlerinin ilginç politikaları var. Bunlar, sadece bölgenin değil, dünyanın en zengin ülkeleridir. Tunus’ta Arap isyanları başlayınca yaklaşımları şuydu; “Bu ateş ya da isyan, bize gelmesin, kime gidiyorsa gitsin!” Yani Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da, Irak’ta olsun ama Körfez devletlerine bulaşmasın diyorlardı. Dolayısıyla İŞİD, El Kaide gibi örgütleri en fazla destekleyen körfez devletleridir.

ASIL HEDEF IRAK

Mezhep savaşı Suriye üzerinden de yürütülmek istendi. Suriye’deki savaşın mezhep zeminine kaydırılma nedeni, rejimin böyle bir şeye ihtiyaç duymasındandır. Yoksa Suriye Baas rejimine karşı gelişen halk ayaklanmasını bütün dünya desteklerdi. Bana göre bu biraz da İran’ın işiydi, İran aklıydı. Bölgedeki Şiiler, rejimi tuttu. El Nusra, IŞİD, yine Özgür Suriye Ordusu’nu ise Sünni devletler destekledi. Böylece bölge savaşı diyebileceğimiz bir cepheleşme gündeme geldi. Dolayısıyla bununla Suriye’ye müdahale seçeneğinin önü alınmış oldu. Amerika başta olmak üzere, Avrupa, Rusya, Çin müdahale edemez durama geldi. Çünkü sorunun mezhepsel nitelik kazanması demek, toplumsal zemine kayması demektir. Bu da bölgesel bir felaket demek oluyor. Bu durum Suriye’de frenlendi.

IŞİD, Suriye’de kendini dünyaya duyurdu. Orayı propaganda amaçlı kullandı. Biraz güç toplayıp potansiyel bulunca da asıl çıkışını Irak’ta yaptı. Musul operasyonu öyle sıradan bir operasyon değildir. Asıl amaçları zaten Suriye değil, Irak’tı. Suriye’de kendisini tanıtma, propaganda imkanı bulma, kadro, savaşçı oluşturma gibi amaçları vardı. Onlar için Suriye’de hedef çok önemli değildi. Önemli olan zemin bulmak, güç oluşturmak, kendisini tanıtmak vb. Orada cihat çağrısı yapıyorlardı. Sanki karşılarındaki toplum Müslüman değilmiş gibi, Müslüman karşıtlığı yapılıyormuş gibi bir propaganda yaptılar.

IRAK ÜÇ PARÇAYA BÖLÜNEBİLİR

-Irak Anayasası'ndaki 140.madde kapsamına giren bölgelerin durumu nasıl olacak? Diğer bir ifadeyle, Ortadoğu haritası yeniden mi çiziliyor?

Musul da tıpkı Kerkük, Xaneqin ve Maxmur gibi tartışmalı bölge dediğimiz, 140. madde kapsamına giriyor. Bu bölgede otorite boşluğu var ve bu bir gerçekliktir. Normalde 2008’ e kadar bu bölgede bir referandum yapılacaktı. Bu, anayasanın 140. Maddesinde gayet net bir biçimde ifade edilmektedir. Musul, Kerkük, Selahaddin, Maxmur, Diyala ve Xaneqin’den oluşan bu bölge, ne Kürdistan’dan ne de Irak’tan sayılıyor. Ara bir bölgedir. Dolayısıyla referandum zamanında olmadı, Yerel Yönetim, bunu gerçekleştirmedi. Yıllardır yaratılan bu boşluğu, bugün IŞİD dolduruyor.

IŞİD, yıllarca bu tartışmalı bölgede bombalı saldırılar düzenledi. Bununla birlikte yoğunca propaganda yaptılar. Daha sonra da büyük bir güçle Musul’a girdiler. Resmi olarak merkezi hükümetin ordusu Musul’u koruyordu ama KDP peşmergeleri de vardı. Dikkat edilirse Vali orayı terk ederken Bağdat’a ya da başka bir yere gitmedi, Hewler’e geldi. Bugün KDP yöneticilerinden Neçirvan Barzani, Sünnilerin de Irak’ta federasyon hakkı var, derken aslında desteklediğini göstermiş oluyor. Belki Musul’daki konsolosluk krizi hala devam ediyor ama son tahlilde onlar da destekliyor. ABD dâhil birçok kesim, aslında şu anki mevcut gidişatı bir biçimiyle olumluyor. Bu nereye götürür? Daha şimdiden sınırlar çizilmiş bile. Irak, üç parçaya bölünüyor. Bağdat’tan Basra’ya kadar Şiilerin hakimiyeti, Musul merkezli Sünnilerin bölgesi, bir de zaten Güney Kürdistan oluşumu söz konusu. Böyle bir tablo ortaya çıkıyor.

BÖLGESEL SAVAŞ RİSKİ

Irak’ın parçalanması sadece Irak toplumunu değil, bölgeyi de etkileyecek. Her şeyden önce güçler arasında var olan mezhep çelişkisi derinleşecektir. Aynı şekilde bir parçalanma yarın Suriye’de de gündeme gelebilir. Mezhepsel kimliğe dayalı parçalanmalar sürekli gündemde olacaktır. Bu da toplumsal kaos demektir.

Aslında Ortadoğu’nun sosyal dokusu böylesi bir parçalanmaya uygun değildir. Tarihten bu yana toplumlar, bu topraklarda, kendi dil, renk ve inançlarıyla iç içe yaşamışlardır. Bunu çelişkiye dönüştüren kimi iç ve dış güçlerdir. Var olan mezhepleri çok bilinçli bir şekilde çeliştirme gayretleri var. Bu gerçekten de çok tehlikeli bir durumdur. Böyle bir şey gelişirse, çok kanlı bir bölge savaşı gelişir. Avrupa’daki yüz yıl savaşlarını bile geçer.

IŞİD, bu konuda çok ucuz hesaplar peşinde. Korkutmaya, ürkütmeye dayalı bir siyaset izleyerek, kendine alan açmak istiyor. Mesela Musul’da yönetimi ele geçirir geçirmez hemen ‘şeriat’ adı altında çok keskin kararlar aldılar. İlk aldıkları kararlar kadınlara yönelik oldu. “Çok zorunlu olmadıkça kadınlar evden çıkmayacak” deniliyor. Bu çağda böyle bir şey olur mu? Hangi kadın, hangi genç böyle bir rejim çatısı altında yaşamak ister?

IŞİD MEŞRULAŞTIRILIYOR!

-Bölge halkı nasıl görüyor? 

Dikkat edilirse, Sünni olmayan yüzlerce, binlerce Şii’yi kıyımdan geçirdiler. Musul’da birçok Ezidi’yi katlettiler. Başta kadınlar olmak üzere, insanların giyimini, kuşamını belirlemeye çalışıyorlar. Toplum böyle bir şeyi neden istesin? Buna rağmen IŞİD’i olumlayan kimi yazar, çizerler çıkıyor. Kesinlikle bu yanlış ve tehlikelidir. IŞİD’in bütün geriliklerine meşruiyet kazandırmaktır. Bir de tanımadan, böyle uzaktan bakarak ya da bazı duyumlardan hareketle yazmak, yorumlamak ne kadar etik olabilir ki?

Henüz toplumsal zeminde bir mezhep çelişkisi veya çatışması yok. Kendim de bölgeyi yakından takip eden birisiyim. Kerkük örneği var. Burada Kürtler, Araplar, Türkmenler asırlardır birlikte yaşıyor. Kimi Şii, kimi Sünni’dir. Dolayısıyla mezhep çatışması olarak telaffuz edilen kavramı iyi tanımlamak gerekir. Ancak toplumsal zeminde mezhep çatışması yaratmak isteyen güçlerin olduğunu ben de ifade ettim. Bunun için çabalayan bölgesel ve uluslararası güçler vardır. IŞİD, bu potansiyelin sadece görünen yüzüdür. Bölge halkları, bu gidişata dur, diyebilir. Bunu önleyebilir. Çünkü toplum, hala bütün inançlarıyla, renkleriyle, kültür ve dilleriyle bir arada yaşamaktan yanadır.

ULUSAL KONGRE ÇAĞRISI ÖNEMLİDİR

-Kürt cephesinden bakıldığında neler söylenebilir?

Musul olayından sonra PYD’nin açıklamaları oldu. Ortak cephe çağrıları vardı. KCK’nin de benzer açıklama ve beyanatları oldu. Örneğin, Irak üçe bölünürse, bölge açısından sonuçları ne olur? Kürtler, bundan nasıl etkilenir? Kürtlerin bir araya gelip bunu değerlendirmeleri gerekir. Bu bir zorunluluk. Açık söylemek gerekirse Güney Kürdistan hükümeti cephesinden pragmatist bir yaklaşım var; Kürdistan’daki petrol bize kalır, bilmem bağımsız devletimiz olur vb. söylemler gerçekçi değil. Olay bu kadar basit ele alınamaz. Sözünü ettiğimiz güçlerin birçok senaryosu var. Kürtleri birbirine düşman edecek oyunları var. Bunlar görülmeden ulusal heyecana gelmek veya bu heyecanı fırsat bilip rant uğruna maceralara atılmak doğru değildir. Bu açıdan özellikle de bu dönem açısından Ulusal Kongre fikri, en gerçekçi fikirdir. Kürtler, konuşarak, tartışarak kaderlerini belirlemeli.

DEVLET OLACAKSA, ULUSAL KONSENSÜSE DAYALI OLMALI

Eğer bir devlet olacaksa bile bir ulusal konsensüse dayalı olmalı, yani buna Kürtler karar vermelidir. Türkiye istiyor, ABD istiyor, bilmem körfez devletleri istiyor, diye Kürt devleti kurulamaz. Öyle olursa bu kader tayini değil, rol tayinidir. 

Bakınız bugünlerde Kürt devleti tartışılıyor. Peki, bunun sınırları nasıl belirlenecek? Musul, şimdiden dışında kaldı. Kerkük’ün statüsü ne olacak? Maxmur var, Xaneqin var. İşte görüyoruz İŞİD, YNK’nin denetiminde olan yerlere saldırıyor. Kerkük ve Xaneqin’i almak istiyor. Bu alanlarda zaman zaman şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Ama diğer tarafta bir uzlaşma durumu söz konusu. Yani Güney Kürdistan’da bile birlik yok. Bu, Kürtler açısından vahim bir durum. Bu nedenle Ulusal Kongrenin toplanması kaçınılmazdır, diyorum.  

ABD VE TÜRKİYE ÇEPHESİ

 ABD, IŞİD’in müdahalesi sonrası çekinceli davrandı. Çok kararlı bir tutum sergileyemiyor. Pragmatist davranıyor. Bölgeyi, Irak’ı, Irak toplumunun gerçekliğini anlayacak, algılayacak bir zihniyette değildir. Anlama gibi bir niyeti de yok. Ne kadar karışıklık ya da kaos olsa, o kadar işlerine geliyor. Herkesin Kapitalist sisteme mecbur olduğu bir ortamdan yanadır ABD.

Musul olayından sonra, özellikle de Türkiye’de herkes IŞİD’i değerlendiriyor. Özeleştiri veren aydınlar oldu. Kuşkusuz bu olumlu bir gelişme. Ancak şu bir gerçektir ki Türkiye, siyaseten PYD ya da Rojava karşıtı olan tüm kesimlere destek sundu. Bu çok yanlış bir stratejiydi ve şimdi iflas etmiştir. Musul’daki konsolosluk krizi bunu bir kez daha ispatlamıştır. Türkiye, IŞİD gibi oluşumların zihniyetini tanıyarak PYD ve Rojava karşısındaki yaklaşımlarını gözden geçirmeli, yeni bir tutum belirlemelidir. Neticede ya Rojavalı Kürtlerle komşu olacak ya da kele avcılarıyla.

Güncelleme Tarihi: 23 Haziran 2014, 16:50
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER