Barış Forumu: ‘90’lar bu ülkenin kaderi değildir

Aydınlara, akademisyenlere, gazetecilere sormaya devam ediyoruz: Türkiye’nin içine sokulduğu savaşa karşı, barışın kazanılması için sizce neler yapılmalı?

Barış Forumu: ‘90’lar bu ülkenin kaderi değildir
 Barış Forumu: Barışı kazanmak için ne yapmalı?

Aydınlara, akademisyenlere, gazetecilere sormaya devam ediyoruz: Türkiye’nin içine sokulduğu savaşa karşı, barışın kazanılması için sizce neler yapılmalı?

‘90’lar bu ülkenin kaderi değildir

Yetvart Danzikyan (Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni) :

Öncelikle silahların susması için güçlü bir irade ortaya konmalı. Tam da burada medyaya önemli bir görev düşüyor. Savaşın değil de barışın tarafını  savunanların  seslerinin boğulduğunu gördük şu son iki ayda. Ve iktidar bu denklemi arkasına alarak barışı savunanları sanki savaşı savunuyorlarmış gibi rahatlıkla sunabiliyor. İlk önemli mesele bu, yani dezenformasyon. Hükümete gelirsek. Barış da savaş da maalesef tek bir kişinin iki dudağı arasında. Erdoğan kendi ve etrafındaki kliğin çıkarları için memleketin evlatlarını feda edebilecek yapıda bir insan. Yapıyor da zaten. Tam da burada aslında izleme heyeti, şeffaf bir süreç gibi önerilerin ne kadar hayati olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Ancak önümüzde çok yakıcı bir tablo var artık. Bütün yükün HDP’nin omuzlarına yüklenmesine izin vermemeliyiz. CHP de dahil olmak üzere farklı yapılara dağılmış, Kürt meselesinde adil ve onurlu bir çözümden yana olan herkes sesini yükseltmeli, öncelikle devleti yeniden sürece dönmeye zorlamalı, çatışmaların bu hızla gitmesi durumunda onarılması zor yaraların açılacağını dikkate alarak tüm taraflara  ellerin tetikten çekilmesi çağrısı yapılmalıdır.Neredeyse hızlandırılmış bir ‘90’lar yaşıyoruz. Daha o yaraları tedavi edemeden yeni bir sürece girmek çok yakıcı olacaktır ve ceremesini çok belli ki yine bölge halkı çekecektir, çekiyor da zaten. ‘90’lar bu ülkeye çok şey kaybettirdi. Trajik ve düşündürücü olan, medyasıyla, devletiyle, toplumuyla oraya tekrar dönebilme hızımızdır. Belli ki bir şeyleri eksik yapmışız. ‘90’lar bu ülkenin kaderi değildir. Öncelikle bunu haykırmak lazım. Barış zamanında en büyük “barış savunucusu” olan AKP ideologları dahil.


SAVAŞIN NEDEN ZARAR VERDİĞİNİ ANLATMALIYIZ

Doç. Dr. Evren Balta

(Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve

Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi):  

Türkiye’nin çok önemli sorunları var, iktisadi, kurumsal, bölgesel sorunları var. Yeni bir savaşa girişmek bu sorunların hepsinin on yıllarca ertelenmesi, Türkiye’nin şu an geldiği noktadan çok daha geriye düşmesi anlamına gelecek. Savaş Türkiye demokrasisinde geri dönülmez hasarlar bırakacak. Ama bundan daha önemlisi yeni bir savaş on binlerce sivilin, askerin, polisin ölmesi anlamına gelecek. Cenazesi olmayan savaş olmaz. Dolayısıyla artık cenaze gelmesin demek ortada kışkırtılan bir savaş varsa gerçekçi değil. Gerçekçi olabilmesi için savaşı kışkırtan, savaş eyleminde bulunan bütün tarafların (hem geçici hükümetin hem de PKK’nin) elini tetikten çekmesi ve sorunları diyalogla çözmeye hazır olması gerekiyor.

Ama çatışma çözümü çalışanların hep söylediği bir şey vardır. Savaş toplumun geneli için irrasyonel olsa da çatışan taraflar için rasyonel olabilir. Bir diğer deyişle çatışan taraflar kendi çıkarları için toplumsal maliyeti göze alabilirler. Savaş yaparak kazanacağını düşünen taraflara bu savaşın toplumsal maliyetlerini göstermek tam da bu nedenle bir işe yaramaz. Burada işe yarayacak strateji savaşan tarafların bu savaşı neden kışkırttığını, arkadaki motivasyonlarının ne olduğunu anlayabilmektir. Ben geçici hükümet açısından baktığımda kısa dönemde bu motivasyonun istikrarsızlık yaratarak bir sonraki seçimlerde oy kazanmak olduğunu düşünüyorum. Tam da bu nedenle bu stratejinin konuşulması, toplumsal görünürlük/yaygınlık kazandırılması önemli diye düşünüyorum. Eğer savaş kışkırtıcılığı kamuoyu yoklamalarına ya da sandıklara artan oy potansiyeli olarak yansımazsa bu siyasi iktidar içerisindeki muhalif/ılımlı grupların güçlenmesine, seslerini çıkarmasına yol açabilir. Her şeyden önce savaşı rasyonel bir getirisi olan bir mekanizma olmaktan çıkarır.

Bunun dışından elbette savaşa karşı barışçı protestoların ve barış yanlısı pek çok farklı kesimden, görüşten insanı içeren geniş bir koalisyonun kurulması gerekir. Türkiye toplumu en ufak farklılıktan birbiri ile kavga eden bir toplum. Bu dönem bu kavgaların geri plana atılması gerekiyor. Bu dönemde barış yanlısı tüm grupların, güçlerin bir araya gelmesi gerekiyor.

BÖLGESEL BİR SAVAŞIN UZANTISI

Barış ancak toplumdaki ılımlı, şiddet karşıtı grupların birbiri ile diyaloğu üzerinden mümkün olabilir. Bu ılımlı gruplar siyasi iktidarın içerisinde de olabilir. Barış gibi temel toplumsal bir talep bu ılımlı grupların birbirini güçlendirmesi, birbiri ile diyalog kurması ile mümkündür. Ben açıkçası AKP’ye oy veren, hatta AKP içinde çalışan insanlar içinde de bu savaş yanlısı politikaların tamamen tasvip edilmediğini düşünüyorum. Bu çatlaklara oynamak, bu grupları düşmanlaştırmamak önemli. Savaşan grupların savaştan farklı çıkarları olabileceği gibi, barış isteyenlerin de barıştan farklı beklentileri olabilir. Farklı gruplara farklı şekillerden barışın neden onların çıkarına olduğunu ve savaşın neden hepimize zarar vereceğini anlatmalıyız. Büyük bir koalisyona herkes farklı nedenlerle dahil olabilir, bunu istenilen bir durum olarak görmeliyiz. Hatta size şöyle diyeyim “teröre karşı olduğu” için barış isteyen biri de bu tarz bir koalisyonda yer alabilmeli.

Son olarak önümüzdeki savaş sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir savaş değil, bölgesel bir savaşın uzantısı. Taraflar bu yüzden bu kadar sertler. Esasında Kürt sorunu uzun zamandır sadece Türkiye’ye ait bir sorun değil, ama hükümet bunu Türkiye’ye ait bir sorunmuş gibi çözmek istiyordu. Bu strateji Kobani eylemlerinde sıradan Kürtler sokakta “Kobani Diyarbakır’dır” diye bağırdıklarından bitti. Yani Kobani eylemleri zaten çözüm sürecini bitirmişti, ama ne yapılacağı konusunda karar vermeden önce seçimler beklendi. Bu sorunu çözmek ve barışı yeşertmek istiyorsak Kürt sorununun artık bölgesel bir sorun olduğunu fark etmek ve buna yönelik stratejiler geliştirmek zorundayız. Kürtler bu bölgede nasıl bir rol oynamak istiyor bunu düşünmek zorundayız. O rolde Türkiye’nin yeri ne bunu karşılıklı konuşmak zorundayız. Dış politika her zaman bir iç meseledir aslında ama bugün Türkiye tarihinde hiçbir zaman olmadığı kadar çok bir iç mesele haline gelmiş durumda. Zihniyetimizi değiştirmemiz ve dışımızda gibi gördüğümüz sorunları bir iç mesele olarak tartışmamız gerekiyor.


BARIŞ İSTİYORUM DEMEK YETMİYOR ALTINI DOLDURMAK GEREKİYOR

Musa Servi (DERİTEKS Genel Başkanı):

Savaşa karşı barış çağrısı yapan tüm kesimlerin sesini yükseltmesi gerekiyor. Bu anlamda elbette ki barışı kalıcı kılmanın yolu da ortak mücadeleyi örmek gerekiyor. AKP niye savaş istiyor? Recep Tayip Erdoğan’ın başkan olma istediği vardı ve bu isteği gerçekleşmedi. Şimdi de başkan olabilmek için bütün halkları baskı ve zulüm altına sokuyor. Biz daha önceki çalışmalarımızda da savaşın sonuçlarını işçilere emekçilere anlattık. Savaş kan, gözyaşı, işsizlik, açlık ve yoksulluk demektir. Savaşı çıkar çevreleri istiyor. AKP’de tek başına iktidara gelmek için kaos ortamı yaratıyor.  Bu kaos ortamı işçilerin değil sermeyenin ve silah tüccarlarının lehinedir. Bu temelde de bütün kesimlerin alanlara çıkarak mücadelesini birleştirmesi gerekiyor. Barış Bloku bunun ilk adımı olabilir. Ancak bir araya gelmeyle sınırlı kalmamalı. Barış istiyorum demek yetmiyor altını doldurmak gerekiyor. Biz de temsilciler toplantısı yaparak barışı işçiler içerisinde tartıştıracağız ve kitlesel basın açıklamaları yapacağız. Biz de barışa buradan katkı sunacağız.

BİRBİRİMİZE SIKI SIKI SARILMALIYIZ

Eren Aysan (Yazar):

Doksanlı yılların ortaları… Ankara’da faili meçhullerle ilgili bir etkinlikte tanıdım Necati Aydın’ın ailesini. Doktor Necati Aydın, açık hava mezarlığına döndürülen coğrafyamızda, Diyarbakır Sağlık-Sen Başkanıyken öldürülmüştü. Beyaz Torosların rahatlıkla kol gezebildiği zamanlarda Diyarbakır’a geldiğinde bir akrabasının evinde gözaltına alınmış sonra da cesedi bulunmuştu. Aynı zamanda, yine benzer bir süreçte yitirdiğimiz, Vedat Aydın’ın da akrabasıydı. O yıllardan geriye zihnimde iki buçuk üç yaşındaki oğlunun ışıldaklı ayakkabılarıyla koşar adım yürüyüşü kaldı. Bir de suskunluğu. Bir tanıdık, “Yetimlik düşük bir omuzla yarım yaşamaktır” demişti. Hemen aynaya bakmıştım, gerçekten omuzlarım düşük mü diye… Ben omuz düşüklüğünün ne demek olduğunu hayatımda bir kere gördüğüm o çocukta öğrendim. Sonra başka başka çocuklar gördüm, hepsi aynı duruyordu. Önceki gün bir başkası da televizyondaydı. Bir astsubayın oğlu… Ağlıyordu, çaresiz. “Barış” için deyim yerindeyse kendimizi yerden yere vurduğumuz bir dönemden geçerken ölülerimizi anmamak ne mümkün. Yeni ölümler olmasın diye direnirken gerçek anlamda “barış” içinde, “barış” dolu bir süreçten geçtik mi? Yüzleşme ve hesaplaşma olmadan tutkun olduğumuz o sözcüğün gereği yerine getirilebilir mi? Siyasi cinayetlerde zaman aşımı kaldırılsın, meclis araştırma komisyonlarına işlerlik kazandırılsın derken itiraz eden kimlerdi? Verilen soru önergelerine hayır diyen kimlerdi? Bu kadar yıldan ve binlerce ölüden sonra, “Babam neden öldürüldü, anne?” sorusunu soran çocukların kalbini elimizde tutmadan bir milim kıpırdayamayız. Şu ana kadar kıpırdamadık zaten. Çünkü gerçek anlamıyla “barış” hiçbir zaman istenmedi. Bundan sonrası için de şüphelerim var. Dakika dakika ölümlerin arttığı bir yerde siyasiler seçim sandığına ve anketlere göre konum alıyorsa, her şeyi geçtim Meclis tatil bahanesiyle kapalıysa, dahası toplumun bütün katmanları tarafından barışın gereği yerine getirilmiyorsa sonuç bellidir. O zaman, “Barış için ne yapılmalı?” sorusundan önce “Barış gerçekten isteniyor mu?”nun yanıtını verebilmek gerekir kanımca. Peki cinayet, uyuşturucu, petrol, silah, kanla biriken servet sarmalındaki bir coğrafyada elini barıştan yana kaldıracak iradeye rağmen taş koyacak gücü ters düz edebilen bir dinamik var mı? Şu anda yaşanan siyasi gerilimden beslenenleri biliyoruz da onları besleyenler kim? İspanya’da olduğu gibi siyasilere “ille de barış” diyen kim var? Bütün toplumsal katmanlarda barış deniliyor mu? Hadi açık konuşalım: Barış filan istenmiyor bu ülkede. Savaşın olduğu yerde barış isteyenlerin sesi kısılır önce. Sonra beyaz Torosların yerini kırmızı Hondalar, sarı Toyotalar, siyah Peugeotlar alır. Böyle bir dönemde ise yapılacak şey birbirimize sıkı sıkı sarılmak, temsil hakkını kaybetmemek için direnmektir. Benjamin Usta demiş, “Umut dediğimiz şey umutsuzlar adına bir beklentidir aslında” diye. Umut ve umutsuzluk sarkacında yaşarken aklımızı korumaktır.


HABERCİLERE DÜŞEN BARIŞ SÖYLEMİNİ HAYATA GEÇİRMEKTİR

Murat İnceoğlu (Gazeteci):

İnsanların sanırım öncelikle, bir barış tanımına ihtiyacı var. Yıllardır her türlü siyasi hareketin barıştan söz edip, bir türlü barışamaması başka türlü açıklanamaz. Öncelikle şunu söylemek lazım, taraflardan birini dizlerinin üstüne çöktürmekle barış sağlanmaz. Bu olsa olsa ateşin bir süre kesilmesi anlamına gelebilir ama ilk fırsatta eller yeniden silaha uzanır.

Toplumun giderek kamplaştığı, ortak zeminlerin kırılganlaştığı bir ortamda medyaya da önemli bir görev düşüyor. Son günlerde İslamcı, milliyetçi ve ulusalcı cenahtan yükselen savaş söylemleri insanları ölüme biraz daha yaklaştırıyor. Bu durumda habercilere düşen, barış söylemini hayata geçirmektir. Her kesimin hassasiyetlerini göz önüne almak ve kimseyi ötekileştirmemektir. Elbette bu hiç kolay değil. Hem devletten, hem sermayeden gelecek baskıları göğüslemek gerekecek. Türkiye’de basın emekçilerini ve gerçekleri öğrenmek isteyenleri bir kez daha zorlu bir sınav bekliyor. Şimdi hem ana akım medya kurumlarında bugüne kadar sözde kalan ‘editoryal bağımsızlık” için adım atmak hem de alternatif medya yapılanmalarını yaratmanın zamanıdır. EVRENSEL

Güncelleme Tarihi: 22 Ağustos 2015, 13:07
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER