Gerginliğin esas nedeni, etrafını kuşatan Cudi Dağı ve tepeler nedeniyle bir çukurun içindeymiş izlenimi veren Cizre’de bizi nasıl bir manzaranın beklediğini kestiremiyor olmak. Sokağa çıkma yasağının 79 gün sürdüğü Cizre’de bu süre boyunca ilçeden gelen haberler ve görüntüler tüyler ürperticiydi.
Söz konusu 79 gün boyunca Cizre’de nelerin yaşandığı zamanla ayrıntılarıyla yazılacaktır mutlaka. Ama yasağın kalktığı ilk günün izlenimlerine geçmeden önce, nelerin olup bittiğini kısaca hatırlatmakta yarar var.
Siyasi parti ve sivil toplum örgütleri temsilcileri ile gazetecilerin Cizre’ye alınmadığı 79 gün boyunca çocukların öldürüldüğü bilgisi dışarıya ulaşmış; vurulmuş kadınların çıplak bedenlerini gösteren fotoğrafları sızmış; imc tv kameramanı Refik Tekin sokak ortasında yaralanmış, Azadiya Welat gazetesi yazı işleri sorumlusu Rohat Aktaş bir bodrumda öldürülmüştü. Üç bodruma sığınmış 167 kişinin öldürülmesini ise, bütün Türkiye neredeyse canlı yayında izlemişti.
“Onlar güçlü, ama korkmuyoruz”
Cizre’nin Nusaybin Caddesi’ne ulaşmak, iki polis kontrol noktasını geçtikten sonra mümkün oluyor. Caddenin iki yanındaki binaların kepenkleri, kapıları, camları darmadağın. Bütün binalarda kurşun izleri var. Ama asıl korkunç manzara caddenin arkasındaki sokaklarda. Arka sokaklardaki binaların tümü ağır hasar görmüş ve kimi binalardan geriye sadece moloz yığını kalmış.
Cizreliler sokakları neredeyse amaçsız ve derin bir yas ifadesiyle dolaşıyorlar. Herkes hal hatır soruyor ve evlerinin durumunu anlatıyor birbirine. İsten simsiyah iki katlı evin karşısında duran adama, “Ev sizin mi?” diye soruyorum. “Ev mi kalmış” diyor önce, eliyle penceresiz, kapısız, duvarları yıkılmış evi göstererek. Sonra, sokağa çıkma yasağı başladıktan bir ay sonra evi terk ederek, çatışmaların olmadığı başka bir mahalleye, akrabalarının yanına yerleştiğini anlatıyor. Odaları dolaşmaya gerek yok, yıkık duvarların ardından görünen her şey küle dönmüş. “Hiçbir şeyim kalmadı” diyor, “Benzin döküp yakmışlar. Bu nasıl bir vicdansızlıktır?”
Biraz daha ileride üç adam, yine yıkık binaların önünde durmuş, sohbet ediyorlar. Yüzlerinde çaresizliğin, ne yapacaklarını bilememenin kederi var. Artık kullanılamaz durumdaki evlerini gösteriyorlar. “Ne yapmayı düşünüyorsunuz” sorusunu, “Cizre’de kalacağız” diye cevaplıyorlar. Cizre’nin, mahallenin, evlerin durumunu konuşuyoruz. Adamların giderek bana güvendiklerini hissediyorum. Sonunda kamyon şoförü olduğunu söyleyen adam, “Bize güçlerini gösterdiler” diyor öfkeyle. “Tanklarıyla, toplarıyla saldırdılar. Evlerimizi yıktılar. Onların her şeyi var, tamam, ama onlardan korkmuyoruz.”
“Çocuklar nasıl büyüyecek, onu çek”
Yıkılmış evlerinden sağlam kalmış birkaç parça eşyalarını taşıyor insanlar. Televizyon, çamaşır makinesi, giysiler, döşekler yükleniyor kamyonete. Çatışma başladıktan kırk gün sonra evini terek eden adam, başka mahallede ev tuttuğunu söylüyor. Sağlam eşyaları oraya taşıyor. Evinin bahçesindeki bazı ağaçlar da sökülmüş, bir tek nar ağacı ayakta kalmış. Kullanılamaz durumdaki ev bir yana, insan o geniş bahçeye, ağaçlara üzülüyor. Evini onarıp geri dönecek mi, o da bilmiyor. “Mahalleye karakol kuruyorlar. Mahallede TOKİ evleri yapacaklarmış. Herkes bir şey söylüyor. Ne olacağını bilmiyoruz ki, nasıl geri dönelim?”
Kamyonet bulamayanlar, bisikletle taşıyor eşyalarını. Kucağında birkaç aylık bebekle yıkılmış evinden kimi eşyaların bisiklete taşınmasını yönlendiren kadının kocası sakat ve seyyar satıcılık yapıyormuş. “Bizim kimsemiz de yok” diyor, “Bir komşumuzun evine gideceğiz.” Fotoğrafını çekmek istiyorum, diğerleri gibi o da izin vermiyor. Ağlamaklı bir sesle, “Bu küçük çocukları çek. Bunlar nasıl büyüyecekler, onu çek” diyor.
Çocukların nasıl büyüyeceğini çekebilir miyim? Bunu düşünürken, yanımdaki delikanlı, “Bunlar çingenedir abi” diyor ve biraz daha burkuluyor yüreğim.
“Vahşet bodrumları”
“Vahşet bodrumu ne tarafta” diye soruyorum moloz yığınları arasında amaçsız dolaşan yaşlı bir adama. Bu soruya şaşırmıyor ve “Vahşet bodrumu da nedir” diye sormuyor adam. Birinci vahşet bodrumuna nasıl gideceğimi tarif ediyor. Sonra ikincisine ve üçüncüsüne…
Vahşet bodrumu tanımının kendisinin başlı başına bir vahşet olduğunu düşünerek tarif ettiği yöne ilerliyorum. Ön kolonları koptuğu için kat kat yıkılmış binanın molozları bodrumun girişini tamamen kapatmış. Bir mağaranın girişini andıran bir gedik açılmış, cesetler oradan çıkarılmış.
İkinci vahşet bodrumunun önünde HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, milletvekilleri, KESK, DİSK ve Diyarbakır Barosu’nun temsilcileri var. Figen Yüksekdağ basına kısa bir açıklama yapıyor ve bu tablonun kabul edilemez olduğunu söylüyor.
62 kişinin hayatını kaybettiği ikinci vahşet bodrumunun binası tamamen yıkılmamış olsa da kullanılamaz durumda. Binanın en tepesine, zafer nişanesi olarak bayrak dikilmiş. Çevredeki binaların tümü harabeye dönmüş durumda. Evlerden birinin ön duvarı tamamen yıkılmış, raflarında hâlâ bazı kitapların durduğu kitaplık ise sapasağlam duruyor. Bu bir film sahnesi olsa, geriye dönüşlerle o kitaplara dokunan elleri, o kitaplara değen gözleri görmek mümkün olacaktı belki.
O ağır koku…
İkinci vahşet bodrumundan Cizre Belediyesi’ne doğru gidiyor heyet. Orada bir toplantı yapacak, durum değerlendirmesi yapacaklar.
Belediyeye doğru ilerlerken, 79 gün boyunca Cizre’den ayrılmayan ve orada yaşananları duyurmaya çalışan Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ile konuşuyoruz. Çatışmalardan sonra sokağa çıkma yasağının neden devam ettiğini soruyorum Sarıyıldız’a.
“Çünkü” diyor Sarıyıldız, buradaki suç delilerini ortadan kaldırmaya çalıştılar. Sağ kurtulabilecek bodrumdaki insanları yaktılar, kurşunladılar, parçaladılar. İnsanlara ait parçaları günlerce ceset torbalarına koyup taşıdılar. Yıkıntıları Dicle nehrinin kenarına boşalttılar. O yıkıntıların içinden insanlara ait parçalar çıkıyor.”
Sonra, iki bodrumda da duyduğum o ağır kokuyu soruyorum Faysal Sarıyıldız’a. “Cesetlerin kokusu” diyor. “Bodrumlardan insanlara ait parçalar çıkıyor hâlâ.”
Cizre’deki en büyük hendek
Günün sonunda HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, DTK Eş Başkanı ve Şırnak Milletvekili Selma Irmak ile KJA adına Ayla Akat basın için birer konuşma yaptılar. Cizrelilerden oluşan küçük bir kalabalıkla sessizce dinledik siyasetçileri. Yapılan konuşmalarda, Cizre’nin yaralarını sarmak için dayanışma çağrısı ile Selma Irmak’ın “sorumluları mahkeme önüne çıkarmasak halkımız bizi bağışlamasın” sözü öne çıktı.
Cizre 1990’lı yılların vahşetini yaşamıştı. Daha o vahşetin sorumluları açığa çıkmadan, 2016’da beter bir vahşet yaşadı. İnsanların yüzündeki şaşkınlık, gözlerindeki keder, seslerindeki öfke belki en çok bu nedenle katmerliydi.
Cizre’deki en büyük hendek, sokağa çıkma yasağının sürdüğü 79 gün içinde insanların yüreğine kazıldı. Binalar yıkılıp yerine yenileri yapılabilir, bu kolaydır da, ama insanların yüreğine kazılan hendekler nasıl kapatılacak? (VE/EKN)
* Fotoğraflar: Vecdi Erbay
Güncelleme Tarihi: 03 Mart 2016, 10:23