Koçgiri Derneği ne zaman kuruldu, ne gibi faaliyetler yürütülüyor?
Rıza Karaman: Koçgiri Kültür Derneği’nden önce 2000 yılında çalışma grubumuz vardı. Bölgede çeşitli alanlarda araştırmalar yaptık. Kürt kimliği, alevi kimliği üzerine araştırmalar yaptık. Metropollerde asimile olmuş halkımıza ulaşmayı hedefledik bir yandan. Dilini, dinini, kültürünü unutmuş halkımıza yönelik çalışmalar yürütmeyi amaçladık. Bu çalışmalar tabi kolay olmadı. Panellerle, seminerlerle, kültür festivalleri gibi çalışmalara başladık.
Bildiğiniz üzere çatışmalı ortama geri dönüldü ve Cizre’de birçok sivil öldürüldü. Siz dernek olarak Cizre’ye ziyaret gerçekleştireceksiniz. Bu süreçten biraz bahseder misiniz?
Bugün Türkiye’de şu kaos ortamında da yaşananlara Koçgiri Kültür Derneği olarak seyirci kalmıyoruz. 1921 yılında bizim halkımıza yapılan zulmün aynısı Cizre halkına yapılıyor, Kobanê halkına yapılıyor. Dolayısıyla biz de kardeşlerimizin yanlarında olduğumuzu göstermek için ziyaret programımızı başlattık. Demokratik Alevi Derneği, Gazi Cem Evi, İmranlı Köyleri ve Kültür Dayanışma Derneği, Koçgiri Anaları gibi kurumlarla birlikte Cizre’ye hareket edeceğiz. Bu ülkenin bu faşizmine, bu katliamcı zihniyetine karşı bizler de ezilenlerin, Kürtlerin yanlarında olduğumuzu göstermek istiyoruz. Bu sorun Cizre’nin sorunuysa Koçgirililerin de sorunudur. Cizre’ye baktığımızda biz Dersim’i, Koçgiri’yi, Şeyh Said isyanını, Ağrı isyanını görüyoruz. Bu zulümler yüz yıllardır devam ediyor. Bu sistem Kürtlere yaşama hakkı vermiyor. Kürtlere eşitlik, özgürlük haklarını tanımıyor. Kürtler Kobanê’deki direnişleriyle dünyaya varlıklarını ispat ettiler. Bu; Alişer ile Seyit Rıza ile Şeyh Said ile başladı ve devam etti. 7 Haziran seçimlerinden sonra, Başkanlık sistemi elden gitti, hükümet kurulamadı ama ısrarla da bitişini ilan etmedi AKP ve Cumhurbaşkanı. Çünkü bu devlet için; Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümlerinin sürdüğü bir devlet diyebiliriz. 7 Haziran’da onlar için tehlike çanları çaldı. Cumhurbaşkanı bu tehlikeyi görünce yapacağı tek iş Kürtlere saldırmak, savaşı başlatmak, katliamlar yapmak, Kürtlerin değerlerini, kazanımlarını elinden almak oldu. Onun için biz de Koçgiri Derneği olarak Tükiye’de yaşanan bütün sorunların bizleri yakından ilgilendirdiğini söyleyerek kardeşlerimizle buluşmayı hedefliyoruz. Acılarımız birdir, acılarımızda ortaklaşmayı ve dayanışmayı hedefliyoruz.
12 Eylül dönemini hatırlarsak yaşadığımız şu son iki aylık süreci o dönem ile karşılaştırdığımızda nasıl bir tablo çıkıyor ortaya? Siz bu yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında bu yaşananlarda sadece AKP’nin payı yoktur. Muhalefet partileri de buna ortaktır. HDP’yi ayrı tutarak söylüyorum bunu. Koalisyon çalışmaları boyunca görüşmeler sonucunda koalisyon çalışmaları yapılmamış ve ondan sonra da erken seçim kararı alındığında, sınır ötesi operasyon kararı çıktığında CHP vekilleri iki ellerini kaldırarak destek vermişlerdir. Kılıçdaroğlu’nun yine “terörün kökünü kaz, 400 vekili ben tamamlayayım” gibi bir sözü de olmuştur. CHP sosyal demokrat gözükmesine rağmen, Türkiye’deki iç savaşı körükleyen, destekleyen AKP’nin yanında yer alan bir zihniyettir. Cizre de çok önemli bir noktadır. Bu noktayı hedef alarak oradaki Kürtlerin demokratik güçlerini, Kürtlerin siyasi güçlerini, Kürtlerin direnişlerini bastırmak adına tüm Türkiye’ye korku salmak istemişleridir. Kürt halkı 1921 yılında da serhildana kalktı, demokratik haklar talep etti. Bu talepler Alişer, Baytar Nuri ile başladı ve devam etti. Bütün Kürtlerin talepleri aynıdır. Bu ülkede kardeşçe, eşit bir şekilde, özgürce, barış içinde yaşamak tek talepleridir. HDP’nin barajı yıkması devletin de bütün düzeni, düşüncesini yerle bir etti diyebiliriz. Bu baraj devletin barajıydı, AKP’nin değil 12 Eylül darbesinin barajıydı. Kürtlerin, emekçilerin, devrimcilerin, sosyalistlerin, yurtseverlerin önüne koyulan bir barajdır. O barajı halklar yan yana gelerek paramparça ettiler. Böyle olunca da sistemleri parçalandı. Hal böyle olunca iktidarın da yapısı parçalandı. Bunu da Kürtlerin yanı sıra, ezilen tüm halklar, yoksulu, Alevisi, emekçisi, işçisi, sosyalisti, devrimcisi, yurtseveri ile birlikte gerçekleştirdiler. Korkuları bu yüzdendir. 12 Eylül zamanı gibi sıkıyönetimi bölgede başlattılar ama bunu büyütemeyecekler. Biz bu toprakların sahipleriyiz. Biz kardeşçe yaşamak istiyoruz. Biz bu ülkenin kurucularıyız. Biz bu topraklar için büyük bedeller ödedik.
90’LARDAKİ HALKLA BUGÜNKÜ HALK ARASINDA BÜYÜK FARK VAR
İmranlı Köyleri ve Kültür Dayanışma Derneği başkanı olarak yaşanılan çatışmalı süreçten, Cizre ziyaretinizden ve yürütülen kampanyadan bahseder misiniz?
Zeynel Soysal: 7 Haziran seçimlerinde 12 Eylül faşizminin ortaya koyduğu barajı yıkarak 80 milletvekilinin Meclise girmesi sistemin beklemediği bir çıkıştı. Bunun yanında Kobanê halkının direnişi, Rojava’da ve Küdistan’ın diğer bölgelerinde IŞİD faşizminin, IŞİD katliamcılığının ortaya çıkmasıyla birlikte YPG ve YPJ’nin verdiği mücadele uluslararası planda kabul gördü. Ayrıca PKK’nin Kürdistan’da özellikle Şengal’de verdiği mücadele uluslararası bir meşrutiyet kazanmalarına neden oldu. Dolayısıyla biz bunların hepsini bütünleştirdiğimizde devlet ciddi anlamda bundan çekindi. Çünkü uluslararası alanda meşrutiyet kazanması demek Kürt sorununun da uluslararası alanda değerlendirilmesi anlamına geliyordu. Devlet de bunu tabi ki kabul etmeyecekti. Bu yüzden de devlet IŞİD’in varlığından çok da rahatsız değildi. Sınır desteğinin ve her türlü lojistik desteğin sağlanması bunu gösteriyor. Bugün Ortadoğu’da yaşanan kaosta IŞİD’in Kürt ulusal hareketine yönelmesinin temelinde başta da söylediğim gibi uluslararası kazandığı meşrutiyet yatıyor. HDP’nin de 80 milletvekili alarak parlamentoya girmesiyle birlikte devlet zaten savaş kararı almıştır. CHP’nin sınır ötesi operasyonlara destek vermesi bu savaş kararında kaynaklanmaktadır. Kürt ulusal sorunu karşısında devrimci, sosyalist partiler dışındaki Türkiye’deki tüm siyasi partiler bu sorun karşısında birlikte hareket edebiliyorlar. Savaş konusunda ortaklaşabiliyorlar. Bugün Cizre’de yaşananlarla da hem korku salabilmek hem de bölgeyi insansızlaştırmak istemişlerdir. Bunu Silvan’da yaptılar, Varto’da yaptılar, Cizre’de yapıyorlar, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde de yapıyorlar. Bütün bu bölgelerde tıpkı 90’larda yaptıkları korkutma-sindirme politikalarını uyguluyorlar. Ama bugün geldiğimiz noktada durum son derece farklıdır. 90’lı yıllardaki halkla bugünkü direnen halklar arasında büyük fark vardır. Çünkü geçmişten dolayı daha örgütlü, daha bilinçli ve daha dirençlilerdir. Egemenlerin de zaten en fazla göz ardı ettikleri şey de budur; halkın direnişidir. Bugün orada 35 günlük bebekten 80 yaşındaki cana kadar kayıp vermelerine rağmen o bölgedeki insanlarımız şunu diyebilmektedirler: “Biz barış istiyoruz.” Bu çığlığın yükseltilmesi son derece önemlidir. Batıya da ciddi manada bir çağrıdır. Oysa Batıya baktığımız zaman metropollerde linç kültürü yeşertilmeye çalışılıyor. İnsanlar linç edilmek isteniyor. Çalışan emekçilere saldırılıyor, Kürt oldukları için hem de. Çeşitli işkence yöntemleri uygulanıyor. HDP’nin saldırıya uğramayan hiçbir binası kalmadı. Demek o ki Türkiye’de faşizan bir hava estirilmek istenmekte. İnsanlar korkutulmak ve sindirilmek istenmekte. İstedikleri kadar çırpınsınlar bundan sonraki süreçte bu halkın mücadelesini, bu halkın iradesini kıramayacaklar. Bu halk devrimci yapısından, mücadelesinden vazgeçmeyecektir. Bu gelinen süreçte Cizre’ye yapacağımız ziyaret bizim için önemlidir. Biz hem Koçgiri halkı olarak hem Alevi Koçgiri halkı olarak geçmişte yaşananlardan dolayı Cizre halkıyla birlikte olmak, onlarla ortaklaşmak, onların verdiği bu mücadele de yanlarında olduğumuzu göstermek amacıyla Cizre’ye gideceğiz ve dayanışmamızı, öz yönetimlerine destek verdiğimizi ifade edeceğiz.
‘HİÇBİR ESKİSİ GİBİ ŞEY GİZLİ KALMIYOR ARTIK’
Cizre’de birçok sivil katledildi. En küçüğünden en büyüğüne kadar insanlar öldü. Cumhurbaşkanı ölenlerin hepsinin terörist olduğunu dile getirdi. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunların yaratmaya çalıştığı aslında toplumsal bir cinnettir; başka bir şey değildir gerçekten. 90’lı yıllarda değiliz artık. Teknoloji ilerledi. Biz bir şekilde oradaki insanlara ulaşabiliyoruz, eskisi gibi hiçbir şey gizli kalmıyor artık. Ne kadar engelle meye çalışırlarsa çalışsınlar biz iletişim kurabiliyoruz. 35 günlük bebek onların gözünde tabii ki teröristtir. Onların zihniyetine göre 75 yaşındaki de teröristtir. Bunlar tamamen ulusal medyayı kontrol altına alarak oluşturmaya çalıştıkları algılardır. Bu medyanın geçmişteki dili de günümüzdeki dili de aynıdır. 90’lı yıllara geri dönülmüyor; sistem fabrika ayarlarına geri dönüyor! Sistem zaten buydu. İnkâr ve imha politikası hâkimdir devletin zihniyetinde. Bu politikaya geri dönülüyor. 23 can yitirildi. Ölen kadınlarımız, çocuklarımız, yaşlılarımız; bunlar sivil değil de neydi? Bunun tek bir nedeni Batıdaki toplumun milliyetçiliğini beslemek içindir. Irkçılığı ayağa kaldırmak içindir. Yoksa orada ölenlerin kimler olduğunu onlar da çok iyi biliyorlar. Yaratmaya çalıştıkları toplumsal algıdır bu. Şimdi de bayrak mitingleri adı altında etkinlikler düzenleyerek insanların arasındaki milliyetçiliği körüklemeye çalışıyorlar. İstedikleri kadar kaos ortamı yürütmeye çalışsınlar başarı olamayacaklar. Biz de İmranlı DER olarak Cizre halkıyla dayanışma adına yapacağımız ziyaretler kültürlerin dayanışması adına, halkların dayanışması adına son derece önemlidir. Bundan sonraki süreçte de kalıcı olacaktır. Hiçbir canımız yalnız değildir.
‘ÇÖZÜM SÜRECİ BİR AN ÖNCE BAŞLAMALI’
Son olarak kalıcı adil bir barışın olması için ne yapılması gerekiyor? Derneklerin bu konuya ilişkin çağrısı nedir?
Zeynel Soysal: Bizim bugünden çağrımız; bir an önce barışın sağlanması, kaos ortamına son verilmesi. Kalıcı barışın sağlanması için de Dolmabahçe mutabakatının çerçevesinde çözüm sürecinin yeniden başlamasıdır. Ama çözüm süreci derken de elbette ki sistem bu zamana kadar üzerine düşen hiçbir sorumluluğu yerine getirmedi. Tek taraftan fedakarlık beklenemez. Siz devlet olarak üzerinize düşeni yapacaksınız ki karşı taraftan fedakarlık bekleyeceksiniz. Çözüm sürecinin sağlıklı olması için de devlet üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.
Rıza Karaman: Saray’ın savaşına karşı acil barış, acil demokrasi diyoruz. Kürtlerin, Alevilerin, ezilenlerin, emekçilerin yüzyıllardır barış çağrıları vardır. Barış çağrılarını anlayabilecek devlet aklının ne yazık ki karşımızda olmadığı görülmektedir. Alişer barış istedi, o zamandan bu zamana halklarımız barış istedi. Ülkemizdeki çoğu insanın barış talebi var. Fakat karşımızdaki devlet sisteminin aklında bu kelime kesinlikle yok. Onların düşüncesi kendi çıkarlarına nasıl ulaşabilecekleri yönde, nasıl hak gasp edebilecekleri ve nasıl katliamlara imza atabilecekleri yöndedir. Barış sorumluluğunun hepsini Kürtlere yüklemişiz. Şimdi durup baktığımızda Kürt halkı Türkiye halklarına ders vermektedirler. Aştan, işten önce bölgesinde anadilinde eğitimini istiyor, insanca yaşamak istiyor, eşitlik, kardeşlik istiyor. Biz dernekler olarak barıştan yanayız. Mevcut sistemi barış için masaya oturmaya zorlayacağız, bu ülkenin halklarının bir arada yaşaması için başka bir şansın olmadığını Türkiye’nin yüzde 85’i biliyor. Ötekileri istedikleri kadar terörist göstersinler bu planlar tutmayacak. Bir gün gelecek ki Ardahan’ından Edirne’sine, Muğla’sından Cizre’sine barış sesleri yükselecek. Hepimiz bu yolda emeğimizi, ömrümüzü vereceğiz. Bizim inancımızda “Gelin canlar bir olalım” çağrısı vardır. Bu çağrıyla bütün Türkiye halklarına sesleniyoruz. Bundan başka bir çaremiz yok. Çetelere, hırsızlara, eroin tüccarlarına, devletin kasasını soyanlara karşı birleşmenin yan yana durmanın zamanıdır. Barış hemen şimdi diyoruz. Abdullah Öcalan’ın sunduğu 10 madde yeniden görüşülsün, silahlar sussun. Asker, polis ve gerilla ölmesin, kimsenin evine ateş düşmesin istiyoruz.Evrensel
Güncelleme Tarihi: 22 Eylül 2015, 11:16