Buzdolabı

Devletin yüksek kademesini tam takım karşısında bulduğu bir törende Cumhurbaşkanı, “çözüm süreci şu anda buzdolabındadır” demişti. Yıllardır farklı biçimlerde sürdürülen görüşmeler, pazarlıklar, anlaşmalar, tartışmalar paketlenmiş, dondurulmaya terk edilmişti. O orada soğutulurken, dışarıda kalan her şey ateşe sürülmüştü.

Buzdolabı
 Aydın ÇUBUKÇU

Devletin yüksek kademesini tam takım karşısında bulduğu bir törende Cumhurbaşkanı, “çözüm süreci şu anda buzdolabındadır” demişti. Yıllardır farklı biçimlerde sürdürülen görüşmeler, pazarlıklar, anlaşmalar, tartışmalar paketlenmiş, dondurulmaya terk edilmişti. O orada soğutulurken, dışarıda kalan her şey ateşe sürülmüştü.

Bir yıldan daha fazla bir zaman öncesinde, henüz 7 Haziran seçimleri yapılmamışken, iktidarı kaybetmemek pahasına bir iç savaşın bile göze alınabileceğini düşünenler vardı. Böyle bir olasılık karşısında, halkın en geniş demokrasi cephesinin kurulabilmesi önem taşıyordu ve bu öngörü, tek adam diktatörlüğüne karşı olmak biçiminde en geniş kitlelerde karşılık buldu. Bu yüzden seçim sonuçları, belanın atlatıldığı ve yeni bir demokratik sürecin başlayabileceği umuduyla karşılandı. 

7 HAZİRAN  HAZİRAN SONRASI VE SAVAŞ

Oysa kazın ayağı öyle değildi! Kimsenin aklına gelmeyen, herkesin başına geldi; seçimler, alenen iptal edildi. Yok bir parlamento, 7 Haziran yaşanmamış gibi sürüp giden iktidar ve her gün sertleşerek devam eden baskı ve yasak atmosferi… Yeniden savaş, yeniden şiddet, yeniden umutsuzluk, bıkkınlık… 
Suruç katliamıyla başlatılan savaş ortamının etkisi, buzdolabının kapağının açılması talebini doğurdu. 
Özellikle bölge halkı, esnafı, işadamı, çiftçisi, nakliyecisi, komisyoncusu, hevesle destekledikleri “çözüm süreci” girişiminin yeniden başlamasını, aslında yalnızca ateşkes durumuna dönülmesini istiyor. Çarşının, pazarın özlemi bundan ibarettir. Süreçte olup bitenler, karşılıklı politik hamleler, tartışmalar ve karşıt hesaplar onları fazla ilgilendirmiyor. Barış olsun, nasıl olursa olsun! Kuşkusuz, politikanın bütün inceliklerini, savaş ve barışın temel sorunlarını ince ayrıntısına kadar tartışabilen, uyanmış çok etkili ve toplumsal güce sahip bir kesim de var ve son seçimlerde Kürt halkının tercihini belirleyen de elbette onlar oldu. Özellikle kadınların ve gençlerin oluşturduğu en cevval kesim, “ne olursa olsun” değil, “onurlu ve eşit” bir barış talebinin anlamını ve değerini kavramış olarak, sürecin yalnızca kendilerinin dışında birilerinin konuşup görüşmelerinden ibaret olmadığını, halkın tümünün katıldığı çok yönlü bir mücadele süreci olduğunu biliyordu. Her geçen gün sayıları çoğaldı, farklı halk kesimleri üzerinde etkileri arttı. Artık onların gerçekten neyi istediklerini hesaba katmayan hiçbir siyasal kararın geçerliliği olmayacağı anlaşıldı. 

SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ VE İKTİDAR UMUDU

“Seni başkan yaptırmayacağız” sloganı esas olarak onların eğilimini yansıtıyordu. Coşkuyla sahiplenilmesinin sebebi buydu. Eğer aksi olsaydı en azından hayal kırıklığı yaşayacaklarını, seçimlere o muhteşem coşkularıyla katılmayacaklarını düşünmek zor değil. Seçim sonrası sevincin sebebi de, barajı yıkmış olmanın tacı olarak, verdikleri sözü yerine getirmenin gururuydu. 

En önemlisi, siyasal demokratik mücadelede başarılı olunacağına dair özgüvenin yükselmesi ve bu yoldan ilerleyebilecek düzeye ve güce gelinmiş olmasıydı. Bir iktidar umudu bile dillendirilebilirdi artık!
Şiddetle ezilmeyi hak etmek için daha başka ne yapabilirdi ki halk!

Yaşadığımız günlerin özeti bu. 

Derin nefret uçurumu gittikçe büyürken, açıkça görülebiliyor ki, en büyük korkunun adı olan “bölünme”, artan bir hızla tırmanıyor. Batı kent ve kasabalarında, Kürtlere karşı girişilen saldırılar, yalnızca siyasal partileriyle sınırlı kalmıyor, evleri, dükkânları, hastaneleri de önüne katarak ilerliyordu. 

UÇURUM AĞIR AĞIR YARILMAKTA

“Sosyal medya”da, Türk ya da Kürt, nefret bildirileri yayınlayanların sayısı hızla artarken, her iki tarafta da, “kardeşlik” lafına veryansın edenler birbiriyle yarışıyordu. Her iki halkın arasında, bir uçurumun ağır ağır yarılmakta olduğunu görmemek mümkün değil. Hükümet sözcülerinin nutuklarından, cami imamlarının hutbelerine kadar her yerde bıktırana kadar tekrarlanan “etle tırnak”, “kız alıp vermişiz” kalıplarının bu uçurumu kapatacağına nasıl inanabiliriz?

Yarılma, özellikle ırkçı-Osmanlıcı kılıklarıyla boy gösteren saldırganlık eliyle ve kan akıtılarak gerçekleştirilirken, bir zamanlar Kürt düşmanlığının bayraktarlığını yapmış olanlar, ellerinde çiçeklerle bir şeyleri tamir edebileceklerini sanarak otobüs uğurlama törenleri düzenlemeye başladılar. 
Açıkça söylemek gerekirse, kardeşliği böylesine acı bir biçimde hatırlamış olmalarında açılan uçurumun artık görmezden gelinemeyecek kadar açıkça önlerine çıkmış olması rol oynuyor. Belki yirmi yıl önce gösterseler bir derde deva olabilecek bu nezaket, şimdi Kürtlerde acı bir gülümseme bile yaratmıyor. 

Herkeste bir geç kalmışlık telaşı görülüyor. 
Belki bir süre sonra, gerçekten buzdolabının kapağı açılacak! Çözüm yeniden ısıtılmak istenecek!
Ama bu yaşananlardan sonra, biraz ısıtılarak canlandırılabilecek bir şey bulunamayacak.
Çünkü “çözüm”, orada, on yaşında bir kız çocuğunun, Cizreli Cemile’nin çürümüş cesedi olarak yatıyor olacak! Artık asla canlanamayacak!

Yeniden başlamak için dönülecek bir nokta kalmadı. Her şeyin yeniden inşa edilmesi, yeniden düşünülmesi ve yeni başlangıç noktaları bulunması gerekecek. Bunu, bir tehdit olarak buzdolabını masanın kenarında tutanlar başaramaz artık.

Güncelleme Tarihi: 13 Eylül 2015, 11:57
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER