Çocuk ve el değmemiş doğa birbirine en çok yakışan iki varlıktı. Biri farkında olmadan, anavatanında özgürlüğünün en güzel günlerini yaşayan, dertsiz ve tasasız minik insanoğludur. Diğeri makineler, ihaleler, müteahhitler, borsalar, şirketler tarafından daha fark edilmediği için tarumar edilmemiş özgürlük ülkesi…
Çocukluğumun oyun mekânıydı Aroşe köyü. Bir çocukluk düşünün; oyun mekânı olarak Çemê Aroşê, Dola Dêrê, Beresor Yaylası, Mezra, Berojê Mezin, Girê Sêvkê, Talegezê, Cilo Dağları, bin yıllık buzullar, yüzlerce kaynak suyu... Böylesine zengin bir oyun alanı günümüzde hangi çocuğa nasip oluyor ki?
Oyun arkadaşı olarak Bizina Kêr, Mîha Sor, Karkê Reş, Mahîna Şîn, Canika Guhreş, Seyê Beşo ve köyün bütün çocukları... Öğleden sonra çocuklar annelerle birlikte koyun sağmadan dönerler ve akşam karanlığının basmasına bir saat kala köyün tek top oynama alanı olan Dola Dêrê top sahasında kıyasıya bir mücadeleye başlarlardı.
Oyun arkadaşı seçmek çok kolaydı. Köyün on iki evinin koyunları iki sürü halinde meraya çıkarlardı. Koyunları bir sürüde olanlar bir takım, diğer sürüde olanlar diğer takımı oluştururdu. Bira jêrî û bira jorî takımları karşı karşıya gelirdi. En küçük çocuk kalede, biraz daha büyükler defansta, büyükler orta sahada ve en büyük ise tek başına ileri uçta forvet oyuncusu olurdu. Oyuncu seçimi ve saha dizilişi hiç değişmezdi.
İstisnasız bütün çocuklar oyun alanına geldikleri zaman ellerinde, ucunda hayvan bağlama kazığı bulunan uzun bir ipe bağlı mahîn, hesp, ker, hêstir… Evin hangi yük hayvanı varsa getirip uygun bir yeşillik alanda sabaha kadar otlaması ve dinlenmesi için ipinin ucundaki kazığı toprağa çakar ve bırakıp hemen top oynamaya koşardı. Ben biraz büyüdüğümde, aynı alana birçok defa Mahîna Şîn’i götürmüştüm. Ancak ipinin en ucundan tutarak ve aramızda beş metreden fazla mesafe bırakarak götürüp diğer bütün hayvanlardan uzakta, otlak alanda demir kazığını alelacele toprağa çakıp bırakıyordum.
Bu köyde oyunlar elbette sadece top oynamaktan ibaret değildi. Çok çeşitli oyunlar oynanırdı. Biranê, kabanê, penc berkanê, melanê, ber girêlkirin, çêkirina aşê avê ve malzemesi sadece doğa olan daha birçok oyun...
Oyuna giderken, oyun oynarken, oyundan dönerken çocukların yapacağı bir iş her zaman vardı bu köyde. Oyun ve iş iç içeydi. Çocuklar her an evin büyüklerinden gelecek bir görev talimatı için teyakkuzdaydı. Kızlar annelerinin bir sözüyle çeşmeden evlere su taşır, kardeşlerine bakar, evin içini ve dışını süpürür, çeşmede bulaşık yıkamaya giderdi; erkekler evlerden dışarıya ratip taşır, ahırı temizler, evdeki hayvanlara ot ve su verirlerdi. Biraz büyük erkekler ot biçmeye, toplamaya, taşımaya ve daha ağır işlere götürülürdü.
Evin annesiyle bir ya da iki çocuk mutlaka koyun sağmaya götürülürdü. Çocukların görevi çobana yardımcı olmak, koyunları ve inatçı keçileri sağım alanına (bêr) toplamaktı. Sürüden kaçan birkaç inatçı keçiyi tekrar sürü toplanma alanına getirmek için birkaç çocuk epey peşlerinden koşar ve terlemiş, canı çıkmış, sümüğü akmış bir şekilde keçilerle birlikte sürü toplanma alanına (bêr) dönerlerdi. Terlerini ve sümüklerini kazaklarının kollarına sürten bu çocuklar bu sefer de tekrar sürüden firar eden başka bir keçi grubunun peşine düşerlerdi.
Bir defasında bir keçiyi döndürmek için attığım taş o an koyun sağan Gulê’nin koluna denk gelmişti. Uzun bir süre taşın arkasına saklanmış, beni görmemesini istemiştim. Ama o beni bulup bir güzel azarlamıştı.
Köyde çocuklar dâhil herkesin zamanı dolu dolu geçerdi. Senenin her mevsiminde yapılacak işler vardı. Akşam olunca herkes eve veya evin civarına dönerdi ve çok yorgun olurlardı. Fakat mutlu bir şekilde erkenden uyurlardı. Evin yaşlıları, anneler, babalar, amcalar, yengeler, çocuklar, inekler, tavuklar, avludaki söğüt ağaçları uyurdu. Bir tek evin sadık köpeği Beşo, pencereden içeri giren gölgeler, Çemê Aroşê, karabasanlar, cinler, ifritler ve bütün kötü niyetliler uyumazdı.
***
Dedemin odasında uyuduğum bir geceydi. Rüyamda Husret ile beraber bir oyun tasarlıyorduk. Babası köyümüzde çobanlık yapan çocukluk arkadaşım Husret, bana Sore bitkisinden su değirmeni yapabileceğimizi söyledi. Sebriyê Seydo’nun evini geçince hemen dere kenarında Hesenê Yabe’nin evi vardı. O evin arka tarafında, gövdesi kalın bir sore bitkisi kestik. İçi boş olan bitkiyi bıçakla özenli bir şekilde her iki kenarından dilimledik. Orta kısmının bir bölümünü kesmeden bıraktık. Sore bitkisinden kestiğimiz küçük küçük halkalar ile dilimlediğimiz parçaları birleştirdik. Ortasından bir odun parçası geçirdik ve Çemê Aroşê’nin hızla akan suyuna tuttuk.
Sore bitkisinden yaptığımız değirmen birden bir oyuncak olmaktan çıktı ve bir zaman değirmenine döndü. Değirmen büyüdükçe büyüdü ve Çemê Aroşe’nin bütün suyunu kendisinde topladı. Çemê Aroşê aktıkça değirmen büyüdü, büyüdü. Akan su yetmeyince değirmen toprak, taş, bitki ve önüne gelen her şeyi yutmaya başladı Önce Hesenê Yabe ve Sebriyè Seydo’nun evini yuttu. Biz kaçtıkça değirmen köyden bir parça daha yutuyordu. Heci Hebib’in evini, Yabe’nin evini, Mihemedi Dîmo’nun evini, Heci Haciyi Qoyini’nin evini, dedemin evini ve ardından bütün köyü yutmaya başladı. Ben ve Husret mezraya kadar kaçabilmiş ve nefes nefese kalmıştık. Değirmen, en son köy mezarlığını ve hızla kaçıp kurtulmaya çalışan Mahîna Şîn’i de yuttu.
Husret’le göz göze geldik. Mahîna Şîn’in bütün inadıyla ve tükenmez gücüyle tutunamadığı bir dünyada biz iki çocuğun tutunma ihtimali kalmamıştı artık. O an ikimiz de olanca gücümüzle bayır aşağı köye doğru koşmaya başladık. Mezarlığın arkasındaki dik kayalıklardan kendimizi o zalim değirmenin kollarına bıraktık. Bütün çocukluk anılarımızla o zaman çarkının içinde bilinmezliğe karışıp yok olduk.
...
Dilinize ve kaleminize sağlık,çocukluğuzu hatırlatıp yaşattığı için müteşekkiriz.Sağol-varol üstad.