ERSİN TEK / EĞİTİMCİ - YAZAR
Ersin Tek 'Ölüme Rağmen Yaşamak' adlı yazısını okuyucuları için yayımladı.
Ersin Tek'in yazısı şöyle:
Ölüm; hayatın doğal bir parçası olmasına rağmen, ölme düşüncesi anlaşılır bir şekilde çoğumuzu hâlâ korkutmaktadır. Birçok insan için ölüm bir tabu olmaya devam etmektedir. Sonuç olarak, birçok kimse bu acı durumu yaşama olasılığını, gerçekliğini konuşmaya ve sorgulamaya bile isteksizdir.
Öyle ya da böyle hepimiz ölümün hayatın bir parçası olduğunu ve bir gün bizim ve sevdiklerinizin başına geleceğini biliyoruz. Yine de kendi ölümümüzle ya da sevdiğimiz birinin ölümüyle yüzleşmek asla kolay değildir.
Hele ki sevilen birinin kaybı hayatın en acı olayı ve derin bir duygusal sarsıntıya neden olabiliyor. Sevdiğimiz birinin ölümünden sonra kelimenin tam anlamıyla "ölüme mahkum olmak" anlamına gelen yas yaşarız. Bu yas, birçok duygunun karışımından oluşan bir durum, bir kaos hâlidir.
Yaşadığımız bu duygu karmaşası, yaşanılan kayba karşı normal ve yaygın tepkilerdir. Duygularımızın yoğunluğuna ve süresine veya ruh hâlimizin ne kadar hızlı değişebileceğine hazırlıklı olmayabiliriz. Hatta bizler ve çevremizdekiler akıl sağlığımızdan şüphe etmeye bile başlayabiliriz. Yaşadığımız bu duygu karmaşası normaldir, bir nevi yaşadığımız acı kaybı kabullenmemize yardımcı olma görevi görür. Hayat denilen oyunun ilginç ve trajik olan bir başka yüzüdür bu.
Daha doğrusu insanoğlu bütün bu zor durumları aşacak bir yapıda yaratılmıştır. Arka planda bir şeylere sahiptir ve bu zorlukları aşar ya unutmakla ya üstün, yaratıcı bir güce inanmakla ya yarın denilen o umuda bağlanmakla ya da her şeyi inkâr etmekle...
Yaşadığımız bir kaybın etkisini(acısını) tamamen unutmak, soğutmak veya etkisine alışmak zaman alır. Sevdiklerimizi özlemekten asla vazgeçemeyiz ama hissettiğimiz acı zamanla hafifler ve hayata devam etmemizi sağlar. Gerçeği kabullenme yolunda yaşadığımız doğal bir süreçtir bütün bunlar.
Elbette verdiğimiz tepkiler ve üzüntümüz, hayat(imtihan) kadar bireyseldir. Herkes ölüme farklı tepki verir ve yas için kişisel başa çıkma mekanizmalarını kullanır. Ancak tepkilerimiz çoğunlukla ani ve belirsizdir. Bu tepkilerimiz ölüm koşullarından etkilenmektedir çünkü. Tepkilerimiz ölen kişiyle olan ilişkimize veya ona yüklediğimiz anlama bağlı olarak değişkenlik arz edebilmektedir.
Örneğin;
Bir anne veya babanın ölümü epeyce travmatiktir. Yaşanılan şiddetli duygusal şoka ek olarak, eğer anne ve baba ailenin ana gelir kaynağıysa ölüm büyük bir mali kriz ve çöküşe neden olabilir. Ölüm, hayatta kalanlar için ayakta kalmayı gerektiren yeni ve zorlu bir mücadeleye dönüşebilir.
Aynı şekilde yaşlı insanlar, eşlerini kaybettiklerinde çok savunmasız olabilirler. Bu, bir ömür boyu paylaşılan deneyimleri kaybetmek anlamına gelir ve yalnızlık duyguları hayat arkadaşının ölümüyle artabilir.
İntihardan kaynaklanan bir ölüm, katlanılması en zor kayıplar arasında olabilir. Bu tür bir ölüm hayatta kalanları muazzam bir suçluluk, öfke ve utanç yüküyle baş başa bırakabilir. Hayatta kalanlar ölümden kendilerini sorumlu bile hissedebilirler.
Deprem, yangın, trafik kazası veya herhangi bir şekilde bir bebeğin veya çocuğun ölümü içimizde büyük bir adaletsizliğin var olduğu duygusunu da uyandırabilir. Çünkü bu kayıp gerçekleşmemiş potansiyel ve hayallere karşılık gelmektedir. Çoğu kimse bu acı durumdan kendisini veya ötekileri sorumlu görebilirler. Hatta böyle durumlarda ebeveynler kendi benliklerinin bir parçasını kaybettiklerini hissedebilirler.
Kısacası, yaşam dediğimiz şey iniş ve çıkışlarla dolu bir yolda yürümektir. Bu yolculuk başlangıçta(çocukluk ve gençlikte) daha hızlı ve kısa olma, sonrasında(orta yaş ve yaşlılıkta) ise daha yavaş, derin ve uzun olma eğilimindedir. Gerçek olan şey ise bu yolun bir nihayetinin olduğudur. Dolayısıyla ölümün içimize düşürdüğü o büyük boşlukla başa çıkmak ruh sağlığımız ve yaşamımız için önemli ve gereklidir./İLKEHABER