Yüksekova Güncel

Geri Dönüş...

Yerel

Eğitimci ve Yazar Ersin Tek'ten yeni yazı...

ERSİN TEK  - EĞİTİMCİ VE YAZAR

Ersin Tek'in Yeni Yazısı şöyle;

Bir nehre asla ikinci kez giremezsiniz. Hayat sürekli olarak değişir ve akıp gider. Doğduğum şehrin caddelerinde gezerken bu durum bundan daha net görünemezdi. Buradan ayrılalı sadece 3 yıl olmuştu. Yine de her yerde yeni yüzler, yeni yapılar ve yeni hayatlar vardı.

Eylülün başlarıydı ve havanın kokusu bizlere mevsimin değişmek üzere olduğunu haber veriyordu. Diğer taraftan benim için hava hayatlarının bu anının tadını çıkaran öğrencilerimin uğultu ve heyecanlarıyla doluydu. Onlarla beraber hayatlarının bu en hareketli, en acemi ve en saf oldukları anlarının içinde yolculuğa çıkıyordum. Bu yolculuğa çıkmasına çıkıyordum ama anladığım bir gerçek daha vardı: Yaşlanıyordum. Öğretmenliğimin ilk yıllarını düşünüyor, yılların nasıl akıp geçtiği ve neleri yapamadığım gerçeğiyle cebelleşiyordum. Belki de doğduğum bu küçük şehre geri dönüşümün nedeni biraz da burada saklıydı: Yapamadıklarım ve yapabileceklerim...

Doğduğum büyüdüğüm şehirden hiç ayrılmasaydım, böyle düşünür müydüm yine? Bilmiyorum. Bazı şehirler tanıdım ve ilk başta anlamadım o şehirleri ve insanlarını. Sonra da ne yaparsam yapayım anlayamayacağımı anladım.

Sahi, kendimi bile anlamazken onları anlamaya çalışmak mümkün müydü?

Ben anlamadım. Çoğunlukla anlamış gibi yaptım, kısmen de derinlere daldığımı düşündüm. Çok sonraları fark ettim ki bazı şeyler asla anlaşılmayacak ve değişmeyecekti. Bazı şeyleri yeni baştan yaşamak gerekiyordu sadece. Bana görünen gerçek buydu. Sonra değişmeyen dostlarıma, kitaplarıma, dönüş yaptım. Yeni kitaplar okudum ve okudukça kendimi daha çok aradım. Çünkü okudukça kafamın içindeki dünya ve sancılarım büyüdü, dışımdaki dünya ve insanlar küçüldü.

En sonunda da kaderime dönüşen öğretmenliğe sığındım, öğrenmeye yoğunlaştım tekrar. Tabii kolay olmadı, kendimi bir şeylere ikna etmem zaman aldı, aynı dersler ama farklı sınıflar, farklı öğrenciler, farklı nesiller... Bu nedenle her şeyi taze tutmak için her zaman derslerimde ufak düzeltmeler yapmam gerekiyordu. Eğer aynı dersleri aynı şekilde öğretirsem sadece öğrencileri sıkmak ve uyutmakla kalmaz kendim de sıkılır ve uykuya dalardım. Aslında gerçekten heyecan verici yeni dersler üzerinde çalışmam kaçınılmazdı. Fiziği öğrettiğim için doğanın ve insanlığın başlangıcından başlamam gerektiğine dair bir fikre inanmaya başladım. Başlangıcın ta en başından; Büyük Patlama.

Anladım ki hayatın-evrenin- kaynağını arıyorsa birisi, fiziğin dört temel kuvvetine, atomun içindeki hassas ve muazzam dengeye, gökyüzüne, uzayda bir yörünge izlerken bir müzik formu oluşturan evrendeki gök cisimlerine bakmalıydı. Bu müzik kulakla duyulmamasına rağmen, çeşitli dini inanışlara göre bu cisimler harmonik kozmik ve spiritüel müzik formu oluşturuyor. Misal; İslam'a göre kâinatta var olan her şey Cenâb-ı Hakk’ı zikir hâlindedir. İslam, insanı tabiattan ve tabii ilimleri marifetten ve tabiatın metafizik boyutundan ayırmayı reddederek, kâinata dair bütüncül bir bakış sunuyordu. Aynı şekilde Budizm'de de insanların yoğun bir meditasyon aracılığıyla bu müziği duymalarına olanak sağlayacak daha yüksek bir bilinç durumuna ulaşabildiklerine inanılmaktadır.

Bütün bunlar bana bir sürü fikir verdi ve evren kelimesi bana tam anlamıyla bir şarkı demekmiş gibi geldi. Bizler tamda bu şarkının ortasında yaşıyoruz, onun bir parçasıyız ve bu şarkı da nihai bir yaratıcının bir ifadesidir. Biliyoruz ki müzik tesadüfen ortaya çıkmıyor. Yaratıcı bir süreç sonucunda belirli titreşimleri ve sesleri yaratmak için notalar ve şablonlar haline getirmek gerekmektedir. Nasıl ki bizim yarattığımız müzik bizim bir ifademizse bu evren de nihai yaratıcının bir ifadesidir. Hayal edebileceğimizin ötesinde bir amaç için var olmuştu her şey. Hissediyordum.

Her gün işlediğim Fizik dersleri, bu şarkının notalarından, manalarından parçalar düşürüyordu zihnime. Sonsuzluğa açılan yeni pencereler açıyordu içimin ücra köşelerinde. Bütün bunları düşündükçe ve içine girdikçe kendimi eskisinden daha çaresiz ve kaybolmuş hissediyordum. Böyle zamanlarda ise, hani bazı tip öğrenciler vardır, yalnızca sınıfa girip çıkar; düşünmezler, eğlenir ve oyunlar oynarlar. Tam da onların mutluluğuna imreniyor buluyordum kendimi. Düşünmek yoruyordu kalbimi çünkü.

Ancak düşünmek dışında bir çıkış yolum yoktu ve kendi içinin karanlıklarında gezinen bir adam olmayı seviyordum. Kendi istediğim işi yapmayı seviyordum. Bunlar beni canlı kılıyordu. Ayrıca her zaman yeni şeyler öğrendiğim ve geliştiğim gerçeğini de seviyordum. Daha da güzel olan şey, her gün olmam gerektiğini ve olabileceğimi hissettiğim kişi olmaya biraz daha yaklaşıyordum. Varlığına iman ettiğim yeryüzü imtihanı, olmak için doğduğumuz kişi olmaya biraz yaklaşmak için verdiğimiz mücadeleden ibaretti...

Kısacası, doğduğum bu küçük şehirde yaşamaya alışıyordum, olmak için doğduğum kişi olmaya biraz daha yaklaşmak uğruna... Çünkü her birimizin çalacak bir notası ve olması gereken bir beni vardı. Hiçbiri  bir başkasının notasını çalamaz ve bir başkası olamazdı. Her insanın öncelikli görevi kaderine yazılmış olan notayı çalmak ve olması gereken beni için yola düşmekti, mücadele etmekti.

O küçük ve yaralı şehrin karanlık gecelerinden yazıyorum bu satırları ve her şeye rağmen hepimizin bir parçası olduğu o şarkıyı anlamaya, anlatmaya ve genç beyinlerden güçlü bir senfoni yaratmaya çalışıyorum.

Şimdilik bir virgül bırakıyorum, sonra devam ederiz. Selam ve dua ile kalasınız./İLKEHABER

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.