ALİYA DÜŞÜNMEZ- YÜKSEKOVA GÜNCEL
Kadınlar uğurun (şansın) ne zaman temsilcisi olarak görülmeye başlandıysa, aynı anda uğursuzluğun da temsilcisi olarak görülmeye başlanmıştılar... Öyle ya, şans getirme eylemi var idiyse, şans getirmeme de beraberinde var olmuştur.
Kadınlar uğurun (şansın) ne zaman temsilcisi olarak görülmeye başlandıysa, aynı anda uğursuzluğun da temsilcisi olarak görülmeye başlanmıştılar... Öyle ya, şans getirme eylemi var idiyse, şans getirmeme de beraberinde var olmuştur.
Peki hayata, bizim cinsimizin böyle bir etkisi söz konusu mudur? Kendini uğursuzluk getirmekle suçlayıp uzun yıllar, bu suçluluk ile yaşayan hikayeler de gördüm. Kendini şans getiren görerek uzun yıllar bu coşkuyla yaşayan hikayeler de duydum. Hal böyle yaşanıyorken, bunun gerçekle bağı nereden gelmektedir diye düşünmeden edemiyor insan.
Bir örnek olarak kullanacağım gelin giden birini:
Düğün gecesinde bir trafik kazası oluyor ve ağır yaralanmalar söz konusu. Yorumlar "ayağı uğurlu gelmedi" olarak yapılmaya, bu yönde dost ve akraba çevresinde kulaktan kulağa dolaşmaya başlıyor.
Bu örnekte birkaç sorun mevcut. Birincisi bu durumun gerçekle ilişkisi nedir? İkincisi neden ayağı uğurlu gelmeyen damat değil de, gelin olmaktadır? Üçüncüsü ise, yeni bir hayata başlangıç yapma ürkekliği yaşayan genç evlilerle, empati kurma yoksunluğudur.
Bu açılardan örneğimizi incelersek, arabayı kullanan kişi yola çıkmadan önce gereğince hazırlanmış ve yol boyunca makul bir şöfürlük sergilemiş midir? Bir araba kazasında önce incelenen aslında şöfürlük hatalarıdır.
İkinci olarak şöfürün kaderi ile gelinin kaderi arasında ki ilişkidir. Neden arabayı kullanan, ki genellikle erkektir, kişi bu genç çiftimizin en mesut gününü dikkatsizliği ile gölgelememiş, onların o gününü acıya boğmamıştır da, gelinin ayağı uğursuz gelmişe yorumlanır!
İkinci sorun açısından incelediğimizde de benzeri bir durum ile karşılaşıyoruz. Neden damat geline uğursuzluk getiren olmamıştır da, gelin damat'a uğursuzluk getiren konumdadır. Çünkü bu algıda, hayatın merkezine erkek konulmuş ve tüm dünya da onun etrafında dönmektedir.
Üçüncü sorun açsından baktığımda, duygusal cehaletten başkasını göremiyorum. İki gencin hayata başlangıç azmini ve heyecanını görmeyen, hissetmeyen, bunu hissetme kabiliyetinden yoksun kalpler var. Alabildiğince bencil, ben merkezci, zararına yaşayan ve hastalıklı bir tiptir bu. Oysa tam tersi bir şekilde gelişmeli idi. Onlara moral ve destek veren, yaşanan olayın etkisini az hissetmeleri için, teselli üretmeye çalışan bir bakış açısına ihtiyaç var.
Zaten yeterince üzülmektedirler. Üzüldüklerini bile fark edemeyen bir gözle, üstüne birde böyle hastalıklı dedikoduları üreterek onları iyice yok etmeye, ezmeye yönelik bir düşünüş biçiminin iğrençliğini, yavanlığını belirtmek lazım.
Kadınların da içselleştirdikleri bir algıdır bu. Binlerce yıl boyunca böyle tanımlanınca, ister istemez onlar üzerinde etkili olabiliyor.
Suçlu hissetmeye yatkınlık durumu, toplumun derinlerinde oldukça yaygın. Oysa bir çok olay, olduğu zamandan çok öncesine dayanır. Kadınların denk geldikleri ise, o olayın finalidir. O finali gerçekleştiren bütün süreç, o gelişten çok önce aslında başlamış, zemini olgunlaşmıştır. Var ise bir talihsizlik, kadının yaşadığıdır. Kendisinden bihaber başlamış ve ilerlemiş bir sürecin finaline denk gelerek, bir sürü sıkıntıyı göğüslemek durumunda kalmıştır.
Herkes aklının bir köşesine bunu not etsin. Biz ne uğurluyuz, ne uğursuzuz. Yapmaya niyetlendiğiniz bir şey de fikrimizi almış ve bunu hayata geçirmiş iseniz, evet bu konuda size katkıda bulunmuş olabiliriz. Fikrimiz sizin zararınıza olmuşsa, bunu kendi yeterliliğimiz miktarınca ifade ettiğimizi ama sizde de bazen olduğu gibi, bizde de hesaba katamadığımız bazı boyutların olduğu gerçeğini gösterir.
Bu uğur veya uğursuzlukla açıklanacak bir durum değildir. Yeterliliğimiz veya yetersizliğimiz ile açıklanır. Ancak o konuda bizim fikrimize itimat ederek hareket etmişseniz, demek ki siz o konuya bizden daha yabancısınız ki güvenebilmişsiniz. Elinizde var olan ne ise, onu kullanmışsınız. Sizin kaderinizi etkileme şansımız yalnızca bu koşullarda mümkündür. İrademizin yansımadığı herhangi bir mevzuda ne ödül, ne de fatura bize pay edilemez. Hakkaniyetten yoksun bir tutumdur bu.
Ama şu gerçeği vurgulamakta fayda var. Kadınların doğası daha canlı ve yaşama enerjisi daha güçlü olduğu için, sizi olumlu yönde etkilerler. Belki şansa yorulacak bir boyut varsa ancak bu açıdan yorumlayabilirsiniz.
Kendi eksiklerinize günah keçisi arama eğiliminiz, sizin üstünüzü örtüyor. O eksiklerinizi giderme şansınızı yitiriyorsunuz. O eksiklerle devam ettiğiniz sürece, aynı hatalar hep kaçınılmaz olacaktır.
Kadınlarında kendilerinin suçlanmasına zemin olan, bu suçluluk duygusuna yatkınlıktan vazgeçmesi, kendileri için de, paylaştıkları hayat içindekiler için de zorunludur. Eğer ailenize, yaşam kalitenize yön verenlerin eksiklerini gidermeleri için onları zorlamaz ve kendinizin günah keçisi yapılmasına müsaade eder, kendinizi de o duyguya kaptırırsanız, asla hayatınız düzelmez, parçası olduğunuz hayatlar düze çıkmaz.
Herkese biraz vicdan, biraz insaf ile hayata katılmayı öneriyorum.