“Sahile gittiğimde ilk gördüğüm ceset, bir bebeğinki oldu. 9-10 aylık gibi duruyor. Sıkı giyinmiş ve şapkası var. Turuncu bir emzik kıyafetlerine iliştirilmiş. 8-9 yaşlarında bir çocuğun bedeni de denizde. Onların yanında da bir kadın var. Belki de anneleri…
Birkaç fotoğraf çekiyorum. Sahil boyunca yürüyorum. Bir kayanın üstünde başka bir çocuğun bedenini görüyorum. Daha sonra kâbuslar göreceğim, saatlerce konuşamayacağım. Ancak şu anda dürüst olmak gerekirse pek bir şey hissetmiyorum. Türk jandarması cesetleri topluyor. Gece bu sularda boğuldular. Çok fazla ceset var. Hepsini sayamıyorum.
Şu anda kimse ölü bebekle ilgilenmiyor. Yaklaşık bir saat boyunca orada sessiz bir şekilde duruyorum. 5 aylık bir erkek bebeğim, 8 yaşında bir kızım var. ‘Bu benim bebeğim olsa ne yapardım?’ diye soruyorum kendime. ‘İnsanlığa ne oluyor?’ diye soruyorum.
Birkaç gündür Türkiye’nin Çanakkale kentindeyim. Ege Denizi’nin kıyısında, Suriye, Irak ve diğer yerlerden binlerce mültecinin Yunanistan’ın Midilli adasına gitmek için bir bot bulmayı ümit ettiği bir sahil bölgesi.
Burada durum çok gergin.
Bir önceki gün kaçakçılar tarafından kandırılan onlarca göçmenle ormandaydım. Tekneyle Yunanistan’a gitmek için küçük bir servet ödemişler ancak onları taşıyacak teknenin vaat edilenden çok daha küçük olduğu ortaya çıkmış. Boğulmaktan korkan mülteciler tekneye binmeyi reddetmiş. Kaçakçılar onları silahlarla tehdit etmiş.
Bir başka tekne bularak vaat edilen toprak Avrupa’ya gitmek için bekleyen göçmenler, yaktıkları ateşle ısınıyorlardı.Beni görmekten, sıkıntılarını benimle paylaşmaktan mutlulardı.
Çocuklar ailelerine sürekli olarak ‘Ne zaman tekneye bineceğiz?’ diye soruyordu.
Ormanda konuştuğum o insanların bazıları 29 Ocak’ı 30 Ocak’a bağlayan gece sahilden birkaç yüz metre ötede batan aşırı kalabalık teknede miydi?
Kesinlikle. Belki. Söylemesi zor.
O Cumartesi günü ambulansların siren sesleriyle sabah 7 civarında uyandım. Benim kaldığım otel, sahil güvenlik merkezinin tam yanında. Çok ciddi bir şey olduğunu hemen fark ettim.
Merkeze gittiğimde bir tekne yanaşıyor. Plastik torbalardaki cesetler çıkartılıyor. Yaklaşık 10 tanesini sayıyorum.Aralarında kadın ve çocukların da olduğu çok sayıda kişi de kurtulmuş. Daha da yaklaşıyorum. Suriye, Irak, Afganistan, Myanmar ve Bangladeş’tenler. Hepsi şoka uğramış.
Havanın güzel, denizin sakin olduğunu anlatıyorlar. Ancak teknede çok fazla kişi vardı. 20-30 kişiyi taşıyabilecek küçük bir turistik tekneydi. Ancak bin 200’er euro veren 100’den fazla yolcu, batan teknedeydi.
Jandarma, kurtulanları sorguluyor. Teknenin battığı yere yanaşmaya karar veriyorum. Tekne, sahilden bir kilometre dahi uzaklaşmadan, Bademli köyünün orada batmış. Oraya gittiğimde, sahilden 50 metre uzakta yüzen, yarı batmış enkazı görüyorum.
Sahil can yelekleriyle, kişisel eşyalarla ve Ege’nin sahile savurduğu bedenle dolu. Yanında oturduğum bebek de orada.
Bir fotoğrafçı olarak isyanları ve saldırıları gördüm. Ölü bedenler gördüm. Ancak bu en kötüsü.
Bu küçük bedene bakıp, kendime soruyorum: Neden Suriye’deki savaş bitmek bilmiyor? Öfke dolduruyor içimi; buna sebep olan bütün politikacılara, insanları ölüme gönderen bütün kaçakçılara karşı bir öfke…
Daha sonra bir jandarma geliyor. Bebeği kaldırıp plastik bir torbaya koyuyor. O da ağlıyor.”