Tanrım, bildim ki insan için en zoru seninle konuşmakmış. İnsan herkesle, her şeyle konuşabilirmiş. Hatta kendini aynada vurup ya da yargılayıp konuşabilirmiş; ama bunlardan daha zoru arada hiç kimseler, hiçbir şeyler olmadan seninle konuşmakmış.
Kar yağıyor, sesin inmiyor göz bebeklerime; bu benim eksikliğim. Demek ki gözbebeklerimi senden gayrı her şeyle doldurmuşum ve bunun farkında değilmişim. Teneşir taşına yatırır gibi yatırıyorum ömrümü. Ölümümde hep başkalarının parmak izi var. Kendi ellerimle indiremiyorsam ömrümü teneşir taşına, bunda benden gayrı kimin suçu var.
Omzumda hep başkalarından arta kalanları taşıdım, dönüp kendime bakmadım, bir başıma kendimi omuzlarımda taşıyamadım. Dostoyevski ile Yer Altından Notlar’ı yazdım da ne oldu. Tolstoy ile İtiraflarım’a kuruldum ama onun kadar cesur çıkmadım. Saint Augustinus’un İtiraflar’ına bakıp kendi günahlarımın çetelesini tutayım dedim, elime yüzüme bulaştırdım.
Kapalı kapılar altındaki kilitli defterlere hapsetmiştim kendimi; içeride ne ben varım ne de benim ‘derin düşüncelerim.’ Hayatımızda her şeyin geri dönüşüm kutusu var ama bizim yok. Sözü bize getirip işin içinden çıkmak istemiyorum. Hayatımın geri dönüş kutusu yok Tanrım. Neden? Kapalı kapılar ardında yaşayıp gideyim, elimde kilitli defterlerle. Nereye gidiyorum? Gideceğim yere hazır mıyım? Hiçbir fikrim yok.
Kapalı kapılar ardında birileri ashabı Uhdud’u kışkırtıyor ve ateş kuyuları kızışıyor. İçimdeki ateş kuyularına beni atan kim? Ne zaman içime girdi ashabı Uhdud, ne zaman ateş kuyularını kazımaya başladılar ve ne zaman bitecek bu azap ve işkence?
Ateş kuyularının başında iki tanıdık kişiyi görüyorum: Gazali ve İbn Rüşd. Gazali diyor, “bir şey yapmaya gerek yok, zaten bir şey yapamazsın, kaderinde yazılmış olan acıyı çekersin, tek bir şey yapabilirsin: Bütün kalbinle dua etmek.”
İbn Rüşd, “hayır” diyor, karşı çıkıyor Gazali’ye. “Allah sana akıl vermiş, aklını kullan ve kökünü kurut içindeki ateş kuyularının, çıkar ashabı Uhdud’u içinden.”
Beni azarlıyor İbn Rüşd, onların içimde ne işi var, diye!
Kafam karışıyor; ikisine de hak veriyorum. Kalbim Gazali doğru söylüyor, diyor; ama aklım boş ver onu, İbn Rüşd doğru yolu gösteriyor, diyor. Ben böyle ikisinin arasında kalmışken ashabı Uhdud yeni bir ateş kuyusu kazıyor. Onlar kararsızlığımdan faydalanıp içimde daha çok ateş kuyuları kazıyorlar. Bilemiyorum. Her geçen gün ateş kuyularının sayısı artıyor ve daha derin kazıyorlar kuyuları. Korucular ve yazıcılar arasında kalakalıyorum.
Kalbimi tanıyamıyorum. Hikmet ve illet arasında gidip geliyorum; cennet hikmetin ötesine düşüyor, cehennem illetin gerisine. Aristo’nun maddi, formel, etken ve ereksel nedenleri havada uçuşuyor. Gazali ile İbn Rüşd hala aynı ateş kuyusunun başındalar. Gazali, “hepimiz ilahi iradeye tabiyiz yapmamız gereken buna teslim olmak ve tadını çıkarmak” diye araya giriyor İbn Rüşd. “Üstat haklı!” diyor, ironi yapıyor. “Allah sana akıl ve irade vermiş, bunları ilahi iradenin gerisinde tutuyorsun, hiçe sayıyorsun. O zaman sormazlar mı: Allah bizi ne diye yarattı!”
Bir şey duymak istemiyorum. Ashabı Uhdud’u takip edemiyorum. Senden gelip yine sana döneceğiz; ama kapalı kapılar ardında kilitli defterlerimle sana dönüyorum böyle dönmek istemesem de. İçimdeki bütün kapıları sonuna kadar açmak ve ömrümün defterlerini güzel işlerle doldurmak istiyorum. Ateş kuyularıyla dolacaksa içim, bu benim irademle, benim elimle olsun istiyorum.
İçimdeki ateş kuyularını kapatıp ashabı Uhdud’tan kurtulmama yardım et Tanrım. Acizim, pişmanlığımın çok gerisindeyim. Kalbimi temizleyemiyorum, aklıma söz geçiremiyorum; ama güzel bir dönüşle sana dönmek istiyorum.
Gazali ve İbn Rüşd arkalarında yaralı bir kalp ve parçalanmış bir akıl bırakıp gidiyorlar. Beni terk ediyorlar. Belki de olması gereken bu. Ateş kuyularının üzerine kar yağıyor ve sönüyor ateş kuyuları. Gül bahçesine dönüyor ateş kuyuları. Ashabı Uhdud bir karaltıya dönüşüyor, eksilmeyen artmayan hareketsiz bir karaltı. Yüzlerini göremiyorum ama gül bahçesinin etrafını kuşatan karaltı olarak orada öylece duruyorlar.” Uhdud karaltısı” diyorum “içimde başı sonu olmayan varoluş yarası.”