Yüksekova Güncel

Yüksekdağ: Tayyip Erdoğan Anayasası içinde olmayacağız

Politika

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, planın şu an süren operasyonların ötesinde olmayacağını söyledi ve "Bir atom bombası atmadıkları kaldı bu halkın başına" dedi.

 Yeni anayasa tartışmaları ilişkin "Tayyip Erdoğan Anayasası içinde yer almayız" şeklinde ilkelerini belirleyen Yüksekdağ, yeni bir anayasanın ancak toplumun tüm kesimleri tarafından tartışılarak yapılabileceğinin altını çizdi. Kent direnişlerinin asla yenilemeyeceğini de dile getiren Yüksekdağ, bahar aylarına da işaret ederek, siyasi bir çözüm sunulmadığı taktirde siyasi iktidarı zor bir sürecin beklediğine dikkat çekti.

Halkların Demokratik Partisi (HDP), 24 Ocak'ta gerçekleştirdiği 2. Olağan Büyük Kongresi'nin ardından parti organlarında büyük değişikliğe giderken, partinin Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ bu süreci "yeniden yapılandırma" süreci olarak değerlendirdi. Yine Türkiye'nin içerisinde geçtiği süreci değerlendiren Yüksekdağ, baharla birlikte HPG'nin de dâhil olabileceği bir çatışma sürecinin sinyallerinin çok güçlü olduğuna işaret ederken, AKP'nin "soykırım planı" olarak değerlendirilen Master Eylem Planı'nın devletin içerisine düştüğü yenilgiyi örtme girişimi olarak yorumladı. Yüksekdağ, bu gelişmelerle birlikte yeni anayasa tartışmaları, Kürdistan'da derinleşen savaş ortamı ve çözüm sürecinin askıya alınıp "istişare" adı altına AKP'nin muhatapsız geliştirmek istediği sürece dair DİHA'nın sorularını yanıtladı.

'HDP dönemin ruhuna göre yeniden yapılandırıldı'

* Kongre süreciyle birlikte Parti Meclisi başta olmak üzere Merkez Yürütme Kurulu ve diğer parti organlarında çok ciddi değişikliklere gidildi. Uzun yıllardır Kürt siyasetinde siyaset yürüten birçok isim yeni dönemde HDP içerisinde aktif görev aldı. Böylesi bir değişikliğe neden gidildi?

İçinde bulunduğumuz dönem bütün Türkiye ve Kürdistan halkları açısında bir yeniden yapılandırma dönemidir. Siyasi iktidar da kendini yeniden yapılandırma gayreti içerisinde ancak başkanlık rejime dayandırılan bir yeniden yapılandırma süreci bu. Tekçi ve merkeziyetçi bir yapılanma ön görüyorlar. Biz de bunun karşısında tüm ezilenlerin temsilcileri olarak demokratik bir yeniden yapılanma öneriyoruz. Doğal olarak böyle bir dönem tespiti yapıldığında örgütümüzün de yeniden yapılandırma ruhuna uygun olması gerekir. Bizim gerçekleştirdiğimiz kongredeki yeniden yapılanma da bu amaca hizmet ediyordu. Bir taraftan öz yönetim direnişi bir yandan askeri abluka ve saldırılar, siyasi operasyonlar aldığı bir dönemde neredeyse memlekette kan gövdeyi götürürken biz bu çalışmaları yapmak zorunda kaldık. Bu bizi oldukça zorladı tabi ki. Bir yandan siyasi mücadelenin önümüze çıkardığı görevlere yetişmeye gayret ettik, ama bir yandan da böyle zorlu bir dönemde kendimizi örgütlemeden yürüyemeyeceğimizi de biliyorduk, bir taraftan da kendimizi örgütlemeye yöneldik. Çok zorlu bir süreç oldu ama başarıya ulaşan bir süreçti. Biz Türkiye'nin geleceğini kuracak bir öncü kitle ile Türkiye'nin ve Kürdistan halkının çözüm bekleyen sorunlarını masaya yatırmayı başardık. 

'HDP hem Kürdistani hem Türkiyeli niteliğe kavuştu'

HDP yeni ve çok daha zor bir görevi göğüslemeye hazırlık sürecini yürürken ve mücadele ederken çok önemli oranda başarıya ulaştırdığımızı düşünüyoruz. Kongreyle ortaya çıkan tabloda Türkiye ve Kürdistan siyasi mücadelesinin çok önemli bir birikimini içerdi. Kürt siyasi hareketin uzun yıllar boyunca ve zorlu mücadele süreçleri içerisinde yer almış isimler Parti Meclis'imizde yer aldı. Bu çok önemli bir güç ve niteliktir. İkincisi HDP konusunda dile getirilen iddiaların aksine HDP hem Kürdistani bir enerji ve niteliği içerdi hem de batılı ve Türkiyeli bir içeriği ve niteliği kendi bünyesinde topladı. 

'HDP Kürdistan ayağını gözden geçirdi'

* Daha önceden böylesi bir yetersizlik mi yaşanıyordu?

İki yandan da eksik kalmıştık. Geriye bıraktığımız dönemde biz özellikle Kürt illerinde biz o siyasi ve örgütsel niteliği içermek konusunda zayıf kalmıştık. HDP'nin Kürt illerinde örgütlenmesi PM üyelerinin konumlandırılması ve daha etkin bir çalışma yürütmesi ayağı hep zayıf kalmıştı. Bunun dezavantajlarını da geride bıraktığımız dönemde yaşadık. Ama bu sefer yeni ve farklı olarak Kürdistan'dan daha etkin bir niteliği dahil etmiş olduk. Aksak giden bir ayağımız tamamlanmış oldu. Bu zayıflık kendimizi Kürt toplumuna anlatmak bakımında da bir takım eksikliklere yol açıyordu. Orayı tamamlamış olduk. O ayağımızı güçlendirmiş olduk. İkincisi de bizim bir başka cepheden yeniden Kürdistanileştiğimiz, yeniden Kürt partisi haline dönüştüğümüz, DBP'lileştiğimiz yönünde iddialar ve eleştiriler vardı ama ortaya çıkan Parti Meclisi ve MYK niteliğimiz bunun tam aksi yönündedir. Bu süre içerisinde toplumun birçok kesiminden temsilcileri içerdik. Çok önemli bir temsiliyet yansıması olduk. HDP artık kuru ve şematik temsiliyetler tablosu olmaktan çıktı. Geride bıraktığımız süreçte daha çok şöyle bir tablo yansıyordu; temsiliyetler bir dizi farklı kesimleri içerme ve onları temsiliyetlerini sağlama noktasında önemli bir başarı elde etmiştik ama bunlar bir toplumsal tabanla buluşma, bu tabanı görünür hale getirme konusunda yetersiz kalıyorduk. Dayandığımız bütün toplumsal kesimleri aynı zamanda bir toplumsal güç olarak örgütleme ve bu şekilde temsiliyetini sağlama yoluna girdi HDP. Biz bu nedenle kongremizde daha örgütlü geliyoruz dedik. Önümüzdeki dönem bu gücün yansıması olacak.

'Tayyip Erdoğan Anayasası içinde yer almayız'

* Buradan yeni anayasa tartışmalarına gelirken Anayasa Uzlaşma Komisyonu bugün toplanıyor. Savaşın derinleştiği, ağır insan hakkı ihlallerinin yaşandığı bir süreçten geçiliyor. Böylesi bir ortamda yeni anayasanın yapılabilirliliği ya da tartışma ortamı mümkün mü?

Bizler anayasa uzlaşma komisyonu çalışmalarının AKP ve Erdoğan'ın bir başkanlık hazırlık manivelası haline getirilmesini istemiyoruz. Bu konudaki görüşlerimiz de çok açık ve önceden ifade ettik. Anayasa bütün bir halk için bütün bir toplum için anayasadır. Biz Tayyip Erdoğan Anayasası içerisinde yer almadık yer almayız. Komisyondaki tartışma sürecine katılırken de ilk olarak bu görüşlerimizi ifade ettik ve ifade edeceğiz. Gerçek ve demokratik bir anayasa yapımı için uzlaşma sağlanmalıdır. Komisyonda bunun için konuşulmalıdır. Bizim önümüze başkanlığa kilitlenmiş bir anayasa taslağını getirdikleri koşullar içerisinde bu konuda bir ilerleme sağlamak mümkün olmayacaktır. Biz bu anayasa uzlaşma tartışmaları başladığı süreçte öncelikli olarak usul bakımından bu tartışmaların kolaylaştırılması ve amacına ulaşması bakımında atılması zorunlu bazı adımlar olduğunu düşünüyoruz.

* Nedir bu adımlar?

Her şeyden önce bu operasyon haline son verilmesi gerekiyor. Bir yandan Kürdistan'da ablukalar devam ederken, sivil ölümler yaşanırken, bir mafya liderinin söylediği gibi 'Oluk oluk kan akıtılırken' Türkiye'de yeni ve demokratik bir anayasayı konuşmak ve bu konuşmadan demokratik bir anayasa sonucunu çıkarmak mümkün olmayacaktır. Her şeyden önce siyasi iktidarın siyasi kurumları bir anayasayı konuşacak zemine götürebilmesi gerekiyor. Bunun yolu da operasyonlara son verilmesidir. Şiddet ve savaş siyasetine son verilmesidir. Kürt kentlerindeki ablukaların kaldırılması, siyasi ve askeri operasyonların durdurulmasıdır. Yine anayasayı tartışmaya zemin hazırlayacak şekilde karşılıklı çatışmasızlığın güvence altına alınmasıdır. Bu konuda bazı adımların atılmasıdır. Bu konuda ilk adım atması gereken de siyasi iktidardır. Buna bağlı biçimde yeni anayasayı konuşacaksak bu Sayın Öcalan'dan bağımsız olamaz. Kürt sorunun çözümünü sağlamayan demokratik çözümü sağlamayan bir anayasa tartışması olamaz. Demokratik çözümün tartışıldığı masa da İmralı'da kurulan çözüm ve müzakere masasıdır. Bu nedenle Erdoğan tarafından bu masanın dağıtılmasına izin verenler, bu masayı dağıtanlar en kısa süre içerisinde müzakereyi başlatmak üzere masayı yeniden kurmalıdır. Ancak bu koşullar içerisinde sağlıklı bir anayasa tartışması yürütülebilir, demokratik bir uzlaşma sağlanabilir.

Anayasa dayatılmaz, yazılmaz; yapılır!

* Peki ya aksi olursa? Bu bahsettiğiniz yol temizliği olmadığı takdir de bizi neler bekliyor?

Aksi durumda bir anayasa dayatması var demektir. Bizler de anayasanın dayatmayla yapılmayacağını çok iyi biliyoruz, aslında siyasi iktidar da çok iyi biliyor. Türkiye'de defalarca dayatmayla anayasa yapıldı. Bu anayasaların hiç biri huzur getirmedi, çözüm getirmedi. Özgürlük ve adalet getirmedi. Bunların her birisi dayatılmış anayasalardır. Masa başında egemenler tarafından hazırlanmış anayasalardır. O nedenle bir toplumda karşılıkları olmamıştır. O nedenle aslında çürük çarık bir kuru belgeye dönüşmüşlerdir. Bizler o nedenle bu süreç içerisinde anayasa halklar tarafından yapılır diyoruz. Anayasa yazılmaz, dayatılmaz. Anayasa yapılır ve yapmak için de bütün yapıcı güçlerle ve toplumsal dinamiklerle birlikte konuşmak ve müzakere etmek gerekir. 

* Tüm bunlar olmadığı takdirde komisyondan çekilmeyi gündeme alır mısınız?

Biz peşin bir fikirle bu komisyon çalışmasına katılmadık. Bizler hiçbir konuşmama yanlısı olmadık. Ne kadar konuşma diyalog kurma zemini ve kanalı varsa hepsini değerlendirmekten yana olduk. Komisyon örneği de bunlardan birisidir. Konuşma olasılığının olduğu bir zemindir. Biz bu olasılığı sonuna kadar kullanmak isteriz. Komisyonda da bu görüş açısıyla yer aldık. O nedenle girdiğimiz bir komisyondan çekiliriz diyerek bu sürece dahil olmadık. Ama bu bir anayasa dayatmasına dönüşürse bütün seçenekler bizim bakımımızdan değerlendirilecek seçeneklerdir.

'Saray durdurulamazsa tüm Türkiye esaret altına girer'

* Bir kaç gündür AKP'ye yakın kimi yazarlar yeni bir iklim, yeni bir süreç, istişare gibi kavramlarını tartışmak istiyor. Cizre'de yaşanılanlar ortada. Bir yandan da Kürt cephesinden bahara işaret ediliyor. Önümüzdeki günler nasıl şekillenecek?

Karşılıklı çatışmaların ve bu hükümetin operasyonel anlayışının, saldırgan çizgisinin sona erdirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu savaş artık sürdürülebilir bir savaş değildir. Bu savaş halka açılmış bir savaş. Bir bütün olarak Kürt halkına, Türkiye'deki bütün demokrasi güçlerine karşı açılmış bir savaştır. Bugün Kürt sorunu denilen şey Türkiye sorunudur. Bütün olarak Türkiye halklarının sorunudur. Bu nedenle Kürt sorununun çözümü için çok hızlı ve kararlı bir biçimde adım atılmazsa bütün bir Türkiye'de çok büyük bir kaos yaşanacak. Biz bunu bütün dönemlerde söyledik ve bugünde söylediğimiz şeyler aslında bir bir yaşama geçiyor. Akademisyenlerden tutalım kadınlara, uygulanan baskı ve geliştirilen operasyonlar söylediğimiz hepsinin doğru olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin her tarafında bir esaret rejimi altında bırakılıyor. O nedenle önümüzdeki kısa süre içerisinde yakın vadede çok hızlı bazı adımlar atılmazsa eğer kaos derinleşecek. O nedenle bütün Türkiye halkına şu çağrıyı yaptık; direnmek karşı çıkmak, AKP-saray iktidarının bu saldırılarına boyun eğmemek gerektiğini bu nedenle ısrarla söyledik. Eğer bu çizgi durdurulmazsa, önü kesilmezse sadece Kürdü değil bütün bir Türkiye toplumunun çok büyük bir esaretin altına almış olacaklar. Biz o nedenle bu savaşı yürüten siyasi iktidarın artık bu çizgiyi uzun süre devam ettiremeyeceğini düşünüyoruz. 

'Zafer değil siyasi bir yenilgidir'

* Ama devlet Kürdistan'da "zafer"den dem vuruyor. Siz "zafer" açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaklaşık 24 Temmuz'dan bu yana aylar geçti. Bu süre içerisinde siyasi iktidar ne kazandı? Türkiye dünyanın ikinci büyük ordusu ne kazandı. Nusaybin, Sur, Silopi, Cizre ve Silvan karşısında ne kazandı. Öz yönetim talep eden halk karşısında elde ettikleri şey koca bir sıfırdır. Devletin o kocaman ve çok övündükleri savaş organizasyonu aslında çok büyük bir çaresizlik içerisinde kıvranıyor. Aylardan bu yana bir direniş onların istedikleri bir düzeyde bitirilemedi. Teslim almayı hedefliyorlardı, bir teslimiyet yaşanmadı. Açık konuşmak gerekirse bu hükümet tarafından siyasi bir yenilgidir. Ama bu siyasi yenilgiyi hala iktidar kaç tane sivil öldürerek, ölüm sayısını fazlalaştırarak askeri bir zaferle ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu siyasi yenilginin olduğu koşullar içerisinde askeri zaferde olamaz. Bütün güç eşitsizliklerine rağmen Türkiye'de bu savaşı başlatan siyasi iktidar bölgede siyasi bir yenilgi almıştır. Çünkü teslim almaya çalıştıkları küçük bir grup değildir. Marjinal bir yapı değildir. Bütün olarak bir halk gerçeğidir. Bundan sonra da bunu başaramazlar. 

'Muhatap arayışları akılsızlık ve çıkmazdır' 

* Bu yenilgiyi gölgelemek için mi yeniden çözüm, muhatapsız bir çözüm tartışmasını ortaya atılmaya başlandı?

İstişare tartışmalarının şu anda hiçbir siyasi karşılığı yoktur. Çünkü muhatap tanımıyorlar. Muhatap olarak kimi alıyorsunuz sorusu sorulduğunda bölgedeki kimi STÖ'ler deniliyor. Bu kesimler muhataplığın çok küçük bir kesimidir. Küçüksediğim için söylemiyorum ama muhataplığın çok küçük bir parçasıdır. Orada muhatap bir bütün olarak halktır. Her şeyden önce bu zamana kadar bu sorunun çözümü konusunda muhatap alınan merkez İmralı'dır ve Sayın Öcalan'dır. Bir bütün anlamda bu sürecin ilerletilmesinin gerçek muhataplığı ortaya konulmadığı durumda karşımızda yaratılan bütün muhataplıklar sahte muhataplıklardır. Bugün STÖ'lerle yaptıkları üç beş toplantıyla bu sorunu çözebileceklerini sanıyorlarsa çok büyük bir akılsızlığa saplanmışlardır demektir. Bir muhataplık icat edeceklerini sanıyorlarsa çok büyük bir çıkmazın içerisine girmişler demektir. Siyasi iktidarın bu yeni muhatap yaratma yoluyla istişareyi ve süreci yeniden başlatma iddialarını akılsızlık ve çıkmaz olarak tanımlıyorum. Bunun hiçbir toplumsal ve siyasal karşılığı yoktur. Yeni bir süreç başlayacaksa ki başlamasına da ihtiyaç vardır. Öcalan'a tecridi kaldırırlar, müzakereleri izleme kurulu heyetiyle ve Meclis'te bir komisyon kurarak açık ve şeffaf bir biçimde başlatırlar. Başka türlü bir sürecin başlaması mümkün değildir. Bu adım atılmadığı müddetçe Kürt halkının direnişi çok daha derinleşerek ve kapsam kazanarak devam eder tüm gelişmeler bize bunu gösteriyor. 

'Kürtlere bir atom bombası atmadıkları kaldı'

* Bir yandan da Kürtler tarafından "soykırım planı" ve yeni bir Şark Islahat Planı olarak değerlendirilen Master Eylem Planı tartışmaları var. Size göre bu eylem planı nedir, hayata geçirebilirlik ihtimali var mıdır?

Bu zamana kadar onlarca plan açıklandı ve sözde uygulandı. Ama bu planların hiçbirisi siyasi iktidarların istediği sonucu üretmedi. Bugün de açıkladıkları master planı ya da planın adını ne koyarlarsa koysunlar karşılığı olan uygulama sahası olan bir plan değildir. Artık karşılarında kolayca asimile edilebilecek bir halk yok. Kürt halk bu cendereyi kırmıştır. Bu projelerle teslim alınamayacak bir halk gerçekliği var. Kürt halkı yıllardır kendisini örgütlemiş, deneyim kazanmış ve deneyimlere yeni deneyimler katmış organize bir güç haline gelmiştir. O nedenle bu faşist kafayla hazırladıkları planları karşılığını bulamaz. Bu planın farkı ne olabilir? Askeri ve fiziksel tasfiye bakımından bir fark taşıyabilir ama askeri yöntemlerin kullanılması bakımından da bu son uygulanan operasyonun ötesinde daha ne yapabilirler ki? Bir atom bombası atmadıkları kaldı halkın başına. Bir uygulanmayan bu kalmıştır. 90'ların çok üstünde bir askeri ve fiziksel imha operasyonları uygulanıyor. Artık bir atom bombası atmadıkları kaldı. Bu planda farklı olarak bir halkın tepesine kentlere atom bombası atmak olabilir. Bunu da yapabilirler mi yaparlarsa sonucu ne olur ayrı bir tartışma konusudur. O nedenle bu planı hayata geçirebilecek gerçek hayatta karşılığı olan bir plan olduğunu düşünüyorlarsa kendilerini kandırıyorlar. Bu plan yenilgilerini gizlemek için yaşadıkları hezimeti örtmek için açıklanacak bir plandır. Başka da hiçbir karşılığı ve anlamı yoktur. 

'Kent direnişlerinin yenilmesi mümkün değil'


Askeri olarak enstrümanları çaresiz kalmış durumda. 8-9 aydan bu yana tarihte eşi benzeri görülmemiş kent savunmaları yaşanıyor. Kobanê'yi kat be kat aşmış. Rojava'da bir Kobanê vardı yer yerinde oynadı. Geri de bıraktığımız süre içerisinde yedi Kobanê yaşandı. Bu çok önemli bir şeydir. Kobanê direnişinden çok uzun bir süre devam eden bir direniş ve savunma hareketi olarak yaşanıyor. Tarihte eşi benzeri çok az görülen örneklerden birisidir, son dönemde yaşanan direnişlerdir. Cizre ve Sur'da yaşanan şiddetli saldırılarına rağmen halen istediklerini sonucu elde edemediler. Hadi diyelim ki Cizre'ye Sur'a girdiler tamamen. Peki, ne olacak? Emin olun hemen eş zamanlı olarak 3-5 yerde daha çok ciddi başka kent hareketleri gündeme gelebilir. Böyle bir pozisyon var. Gerçek anlamda bir siyasi çözüm gündeme gelmezse bu kent direnişlerinin yenilmesi, tasfiye edilmesi mümkün değildir. Başka yerlerde başlar ve kolay kolay da askeri olarak kontrol altına alınamaz. O nedenle siyasi iktidar siyasi çözüm bulmak zorunda. Başka yolu yok. Bu kişiler kent hareketleri milis güçleri tarafından sürdürülen organize edilen hareketler. PKK ve HPG'nin bahar dönemlerinde harekete geçeceğine dair çok önemli sinyaller var. Bu biçimde yaşandığında askeri operasyonlar tümdün devre dışı kalmış, çatışma alanı çok daha genişlemiş olacak. Ve bu sürece gemliden sağlıklı bir siyasi kanal açılmazsa herkes açısından zorlu bir dönem başlayacak. Bu süreçte en fazla zorlanan da çok açık ki siyasi iktidar olur. 

'Sürece müdahalede yetersizlikler yaşadık'

* Cizre'de günlerdir bir vahşet uygulanıyor. Siyasi yapılar, demokratik örgütler ve insan hakları savunucuları hareket geçmekte zorlanıyor. Tepkilerin yetersizliğine dair eleştiriler. HDP dahi günler sonra "Cizre'ye gidip yaralıları alacağız" açıklaması yaptı. Toplumun siyasi kurumlardan beklentisi yüksekken bu eksiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Saldırıların ve gelişen sorunun çapına uygun, sorunu çözecek bir mücadele hattının geliştirilememe sorunu vardır. Bundan tabii ki siyasi iktidarın son dönemde izlediği bölme tavrının etkili olduğu söylemeliyim. Kürt halk direnişini daha çok bir coğrafyaya sıkıştırma ve batıyı da sadece batı ile sınırlı tutarak iki alanı bir birinden koparma politikası izlediler. Bizler bu süreçte bu koparma siyasetine karşı birleştirici bir siyasi vizyon, sürükleyicilik ortaya koyamadık. Bütün Kürdistani direniş ve siyasi kesimlerle birlikte bu süreci kurtarmak, eş güdümlü senkronize bir şekilde bu süreci örgütlemek konusunda yaşanan kopukluklar süreci göğüslemek bakımdan bir zayıflığa dönüştü. 

Mecliste grubu olan ve üçüncü büyük grubu olan parti olarak tabi ki kamuoyunun bize dönük beklentileri çok daha yoğun ve yüksekti. Bu beklentilere istediğimiz gibi yanıt veremedik. Burada şunun unutulmaması da gerekiyor; parlamento sırf HDP üçüncü büyük parti olarak yer aldı diye adeta lağvedildi. Ama bunun bir süreç olduğunu ve çok çetin bir mücadele olduğunu unutmamak gerekiyor. HDP'nin halkın öz yönetim taleplerinin başarıya ulaşması için kaçınılmaz ve sorumlu bir rolü olacaktır. Kendimizi bu süreç içinde öz yönetim alanlarında, doğrudan çatışmaların, sivil ölümlerin yaşandığı alanlarda bulduk. 

Artık bütün Türkiye kamuoyuna yerel yönetimlerin demokratikleşmesi, özyönetim talebiyle Türkiye siyasetinin re-organize edilmesi ve bunun yeni ve demokratik bir Anayasa ile güvence altına alınması için siyasi çalışma daha fazla yöneteceğiz.

'Kürtlere başlatılan savaş Türkiye halkına işlenen suçları örtüyor'


* Savaşın başladığı günlerden bu yana Batı toplumuna çoğu zaman "vicdan" ve "duyarlılık" çağrıları yapıldı. Karşılık buldu ve ya bulmadı ancak savaşın ekonomik, sosyal koşullara etkisi konusunda eksik kalındı eleştirileri mevcut. HDP'nin bu konuda nasıl bir öncü misyonu olmalı? 

Bizler bu dönemde Kürt halkına karşı başlatılan savaşın, Türk halkına işlenen suçların üzerine örtmek için kullanıldığını çok net bir biçimde ifade ettik. Bizler Kürt halkının öz yönetim taleplerine sahip çıkarken bütün Türkiye halklarını da şu çağrıyı yaptık; "Bu demokrasi direnişine sahip çıkmanız aynı zamanda bizlerin savaş ekonomisine karşı çıkmanız anlamına gelir. Bu direnişe destek olmanız sizlerin aynı zamanda gasp edilen demokratik mevzilerinize sahip çıkmanız anlamına gelir." Şu anda Meclis'te işçilerin kıdem tazminat hakkı gasp edilmek isteniyor, esnek ve güvencesiz çalışmaya yaygınlaştırılmak isteniyor. Kadınları eve hapseden bir yasa görüşülüyor. "Başkanlık" adı altında ise bütün kesimleri esaret altına almaya dönük bir saldırı gündemden düşmüyor. 

Ne yazık ki geride bıraktığımız dönemde batının güncel temel talepleri ile bu gün sürdürülen savaşın bağı ve ilişkisi yeterli düzeyde kurulamadı. Bunun için ciddi bir demokrasi bloğu oluşturmak ve bütün mücadele dinamiklerini Kürdistan ile Batıyı bu çatı altında birleştirme çağrısı yaptık. Önümüzdeki kısa bir süre içinde adım atacağız ve sonuç alacağız. Bunu da yeni Anayasa tartışmalarıyla yürütmeyi istiyoruz. Onun bir temeli olarak bir Anayasa'yı tartışmaya katılma kanalı oluşturmayı hedefliyoruz. Bu süre içinde Türkiye'nin yeni Anayasası'nı Türkiye'deki bütün güçlerin tartışacağı, bu tartışmaları Meclis'e ve Anayasa yapım sürecine dahil edeceği bir süreci başlattık ve bu süreci örgütlüyoruz. Bu Anayasa tartışma ve Anayasa yapımına katılım süreci aynı zamanda bir demokrasi bloğunun da çıkış noktası olacak. 

'Davutoğlu'nun paçalarından kadın düşmanlığı akıyor'


* Son olarak Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun "Kadınların doğum yapması vatani görevdir" sözlerine bir cevap vermek ister misiniz?

Paçalarından kadın düşmanlığı akıyor. Kadına bakışın en katı ve faşizan özetlerindendir bu yaklaşım. Yani kadının doğurganlığı bir askerlik olarak tanımlıyor. Kadını da militarist bir kafa ile bir asker olarak tanımlıyor. Kadın aynı zamanda bu siyasi iktidar için iki şeyin hizmetkârı; bir işçi doğruma amcanın hizmetkârı, iki, asker doğurma amacının hizmetkârı. Kadınları devlete ucuz iş gücü ve asker doğursun diye eve mahkûm ediyorlar. Peki, kadınlar işçi ve asker doğurduklarında sonuç ne oluyor. Askerde, madenlerde, iş yerlerinde katledilmek üzere çocuk doğruyorlar. 

Bütün faşist rejimlerde böyle gelişmiş zaten. Hitler de böyle yapmış. "Evinizde oturun ari ırkın çoğalması çocuk doğurun" demiş. Kadınlar vatani görev için Alman imparatorluğuna çocuk doğurmasını istemişti. Diktatörlüğünü kadının bu hizmeti üzerinden kurmuştur. O nedenle Erdoğan ve Davutoğlu'nun Hitlerden, Mussolini'den Franco'dan hiçbir farkı yok. Her gün ne kadar benzediklerini bize ispatlıyorlar.DİHA
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.