Yüksekova Güncel

Tuncel: Batı değişime hazır, sorun öncü iradede

Politika

Tuncel, Batı'daki demokrasi güçleri, AKP'nin 7 Haziran'la birlikte girdiği savaş sürecini doğru tanımlayamadığını ve “Özyönetim Kürtlerin sorunu. Dayanışma içinde olmak gerek” algısı, öncülük rolünü sakatladığını söyledi.

HDK Eşsözcüsü Sebahat Tuncel, Batı'daki demokrasi güçleri, AKP'nin 7 Haziran'la birlikte girdiği savaş sürecini doğru tanımlayamadığını ve “Özyönetim Kürtlerin sorunu. Dayanışma içinde olmak gerek” algısı, öncülük rolünü sakatladığını söyledi. Bu politikadan uzaklaşılmak gerektiğini altını çizen Tuncel, “Gezi, Batı'nın da değişime hazır olduğunu gösterdi. Mesele öncü iradede” diyor.

Saray'ın 20 Temmuz Suruç katliamı ile ilan ettiği savaşa, Kürt halkının yanıtı özyönetim ilanları oldu. Muş'un Varto ilçesinden Hakkari'nin Şemdinli ilçesine kadar birçok ilçede özyönetimler ilan edildi.

Saray, bu kez savaşı derinleştirdi, günlerce kentleri kuşatma altında tuttu, sivil katliamlara imza attı. Bu politikanın Batı'ya yansıması ise siyasi soykırım operasyonları ile sokağın muhalefete yasaklanması oldu.

Batı'da savaşa karşı barış blokları oluşturuldu, Kürt halkıyla dayanışma eylemleri gerçekleştirildi. Ancak bunlar yeterli oldu mu? Başka bir ifadeyle Batı'daki demokrasi güçleri, bu süreçte rolünü oynayabildi mi? Kürt halkının özyönetim ilanı, Batı için ne anlama geldi?

ANF'nin sorularına HDK Eşsözcüsü Sebahat Tuncel yanıt verdi.

BATI SÜRECİ DOĞRU TANIMLAMAYADI

AKP hükümeti, 20 Temmuz Suruç katliamı ile birlikte halklara karşı yeni bir savaş sürecini başlattı. Kürt halkının bu savaş ilanına yanıtı özyönetimler oldu. Batı'daki demokrasi güçleri, bu süreçte rolünü oynayabildi mi?

7 Haziran seçimleri ile Türkiye'de yeni bir durum açığa çıktı. Türkiye halkları, AKP'nin tek başına iktidarına son vererek, özgürlüklerden ve demokrasiden yana bir tavır içinde olduğunu gösterdi. Ama Cumhurbaşkanı bu iradeyi yok sayarak, Türkiye'yi yeniden seçimlere götürme kararı aldı. Bu sadece Erdoğan'ın meselesi değildi, devlet aslında aldığı savaş kararını, koalisyonla uygulayamayacağını düşündü. Zaten AKP zaten koalisyonun kurulmaması için çok çaba sarf etti. O günden sonra yaşananlar AKP'nin savaş politikasını da çok net ortaya koydu. İlk saldırı 20 Temmuz'da sosyalistlere, demokrasi güçlerine yönelik gerçekleşti. Öncesinde Ağrı provokasyonu, Diyarbakır mitinginde bomba patlatılması, HDP binalarına bomba bırakılması olayları yaşandı. Tüm bunlar AKP'nin savaş politikalarının yansımalarıydı. Ancak böyle yorumlanmadı. Aksine, 'AKP seçimi kazanmak için bunu yapıyor. Tek muhalefet olarak HDP'yi görüyor ve HDP'yi sindirmek istiyor' diye değerlendirildi.

Siz bu değerlendirmeye neden itiraz ediyorsunuz?

Bir boyutu bu değerlendirme olabilir. Ama öz itibariyle AKP, Ortadoğu ve Kürdistan'daki gelişmeler ile Kürt halkının ortaya koyduğu yeni iradeye göre Kürt özgürlük hareketini bastırmak için yeni bir yola girmişti. Şimdi geriye baktığımızda bunu daha net görüyoruz. Erdoğan'ın 1 Kasım seçimlerinden önce 1 Mart tezkeresi ile ilgili olarak, "Tezkerenin çıkartılmasını sağlayamadık. Kuzey Irak'ta Federe bir bölge oluştu, buna Suriye'de izin vermeyiz' demişti. Bu açıklama bile asıl meselenin Rojava olduğunu gösteriyordu. Müzakere sürecinin bitirilerek çatışma sürecine dönülmesi ve Türkiye'nin Suriye'yi bu kadar iç meselesi haline getirmesinin altında yatan da bu. Batı cephesinden bu durum, bu kadar berraklıkla tanımlanmadı. Seçim öncesinde yaşananlar HDP'yi baraj altında bırakma stratejisi olarak görüldü, HDP'ye baraj aştırma şeklinde bir politika gelişti. Barajı aştırarak başarı elde edildi elbette ama sonrasında savaşın ve çatışmanın birden bire derinleşmesi, Kürt halkının bu savaş politikalarına karşı özyönetim ilanlarıyla cevap vermesi Batı'da 'Ne oluyor?' sorusunu da beraberinde getirdi. Ankara katliamı ile birlikte gördük ki, devlet korku salarak toplumu yönetme yoluna girdi. Tıpkı DAİŞ gibi yaptı. Korku politikasının insanların sokağa çıkarken tedirgin olması, kitlesel eylemlere katılmaması gibi bir yansıması oldu. Sonuçta demokrasi güçlerinin cevap olamamak ya da istememek değil, bu süreci doğru tanımlayamamak gibi sorunu oldu.

Kürt hareketi bakımından nasıl değerlendirirsiniz?

Kürt hareketi ise 'AKP bir savaş hükümetidir ve savaş kararı aldı. Demokrasi güçleri ve Kürtlere yönelik saldırının arkasında bu yatıyor' dedi ve buna göre pozisyon aldı. Ama Türkiye demokrasi güçleri böyle bir tanım yapmadı. Dolayısıyla Kürdistan'daki gelişmelere göre kendisini konumlandırma, Kürtlerle dayanışmak üzerine bir politika belirledi. O açıdan aynı derecede bir muhalefet odağı olma ya da Batı'da daha etkin bir muhalefet geliştirmek zayıf kaldı.

SİYASİLER OLARAK ÖZELEŞTİREL YAKLAŞMAMIZ GEREKİYOR

Batı'nın süreci anlamamasında Kürdistan'daki özyönetim ilanlarının bir etkisi var mı?

Kürtler yıllardır bir statü talebinde bulunuyor ve "Demokratik özerk Kürdistan ve demokratik cumhuriyet" diye proje sunuyor. Bu Kürtlerin kendi yaşadıkları coğrafyada kendilerini yönetme ama aynı zamanda Türkiye'nin üniter yapısı içinde kendisine yer bulma yaklaşımı olarak da ifade edildi. 2005 yılından beri demokratik özerklik üzerine çalıştaylar, tartışmalar yapılıyor. Demokratik özerkliğin sadece Kürdistan değil, bütün Türkiye açısından uygulanması gereken bir proje olduğu tartışıldı. Türkiye demokrasisi için de önemli bir yol açtığını Türkiye kamuoyu kabul etti. Ancak daha çok entelektüel tartışma düzeyinde kaldı. Ama özyönetim ilanları ile birlikte hayat, tartışılan şeyin pratiğe geçmesi gerektiğini bize gösterdi. Bu defa, bocalama yaşandı. Bu konuda bizim de, siyasilerin de, HDK'nin de özeleştirel yaklaşması gerekiyor. Çünkü biz uzun süre tartıştık ama halk bu konuda pratik adım attığında şaşkınlığa düştük. Şimdi ise özellikle Batı'da daha çok insanın bu meseleyi tartışmak istediğini görüyorum. Özellikle "Kürtler ne istiyor? Özyönetim Türkiye'nin sorununu çözecek mi? Kürt sorununu çözecek mi?" konusunun daha çok tartışıldığını düşünüyorum. Özyönetim daha çok özsavunma ve direniş ile ortaya çıktı. Ama şimdi insanlar siyasal yönünü de tartışma ihtiyacı duyuyor. Hem HDK bileşenleri hem de diğer sol sosyalist güçler, ulusların kendi kaderini tayin hakkı noktasından baktığında, Kürt halkının bir statü talebine anlam vermesi gerekir. Ama bunun pratiğe geçmesi durumunda, henüz daha bir dayanışmanın ötesine geçilmedi. Elbette birlikte direnişe katılan güçler var ama Batı'da 'Aslında bu Kürtlerin işi' algısı var. Kürtler de 'Özyönetim bütün Türkiye'nin ihtiyacı' diyor. Batı'da birlikte hareket ettiğimiz yoldaşlarda da 'Bu Kürtlerin meselesi, Kürtlerle dayanışma içinde olalım' algısı çok güçlü. Belki de Batı'da da yeterince ses verilmemesinin altında yatan da bu. Oysa biz Gezi'de de çok net gördük ki; özyönetim sadece Kürtlerin talebi değil, aslında bütün ülkenin talebi. O dönem sokağa çıkanlar yaşam alanlarına ilişkin olarak kendileri söz sahibi olmak istediler. Komün bir yaşam kuruldu. Kürdistan'daki özyönetim talebi ile Gezi'deki neredeyse aynıydı. Orada Kürt sorununun çatışma zemininde çıkması, barış perspektifi ile yoğrulmasına baktığınızda durum değişiyor. Özyönetimde ortaklaşıyoruz ama orada bir de siyasal talep var. Özyönetim aynı zamanda Kürt sorunun çözümü konusunda da proje olarak sunuluyor. Batı'nın bunu anlamak konusunda biraz zorlandığını düşünüyorum.

HAYAT BİZE TARTIŞACAK ZAMAN DA BIRAKMIYOR

Batı'nın Kürt sorununa geleneksel yaklaşımının etkisi nedir bu yaklaşımda?

HDK'de zaman 'Marksizm/Leninizm buna nasıl cevap verirdi? Özyönetim Kürt sorununu çözer mi? Sınıf temelli nasıl çözülür?' tartışması yürütülüyor. Bunun da anlamı olduğunu düşünüyorum. Somut durumun somut tahlili diye bir kavram var. Kürt hareketi de başlangıçta bu noktada değildi. Batı, henüz bunu yeni gündemine alıyor. Özyönetim, Kürdistan sorununu çözme bakımından bir model mi? Ulusların kendi kaderini tayin hakkına özyönetim yanıt olur mu? gibi sorular. Bu tartışmaları tüketmek gerekiyor. Sadece özyönetim değil, Kürtlerin sunduğu demokratik özerk yönetim. Bu aynı zamanda Türkiye'de rejimin değişmesi, demokratikleştirilmesi anlamına geliyor. Siz Türkiye'nin üniter yapısı içinde Kürdistan'da başka bir model talep edilirken, Batı'da hiçbir şey yokmuş gibi davranamazsınız. O yüzden bunu uyumlu hale getirecek bir sistem gerekir. Bu rejim değişmelidir, ancak sorunların çözümüne odaklanan bir demokratik değişim gerekiyor. Batı'da henüz bu konu bu kadar derinlikli tartışılmıyor. Daha çok 'Kürtler AKP faşizmine karşı direniyor, biz onlarla dayanışıyoruz' yaklaşımı var. Bana göre buradan çıkmak gerekir artık. Sorun alanı da bu. Rejim değişikliği konusunda kendimizi öncü kılan bir yaklaşım içinde olmak durumundayız. Bahsettiğim tartışmalar yapılıyor. Bu anlamlı ancak sürecin de hızlanması gerekir. Hayat bize tartışacak zaman da bırakmıyor. Kürdistan'da insanlar direniyor, her gün siviller katlediliyor. Devlet oraya yığılmış durumda. Bu giderek başka bir duruma denk düşüyor. Giderek Doğu ile Batı arasında bir duygu kopuşuna, Kürtler de giderek 'Türkler, sosyalistler nerede?' sorularını çok daha sesli söylemeye başladığı süreci yaşıyoruz.

DEĞİŞİM TALEBİ VAR; SORUN ÖNCÜ İRADEDE

Batı, toplumsal dinamikler bakımından özyönetime hazır mı?

Biz hazır mıyız? Bence önemli olan bu. Toplumun hazır olduğunu Gezi direnişi sırasında gördük. Milyonlar kendiliğinden sokağa çıktı. Renault, Tofaş direnişleri sırasında, işçiler kendi hakları için sendikaları bile beklemeden eyleme geçtiler. Kadınlarda gördük yine. Aslında halkta bir değişim talebi var. Sorun buna öncülük edecek iradenin zayıflığında. HDP bunu üstlenerek 'Yeni yaşama' çağrı yaptı. Bu çağrıya çok kısa sürede 6 milyon insan 'Evet' yanıtını verdi. Bunun zemini var ancak durumu tespitte bir sorun söz konusu. Kürt özgürlük hareketi, Kürdistan ve Batı için 'Aslında bir devrimci durum var. Buna öncülük yapabiliriz' diyor. Batı'dakilerin çok büyük bir kısmı da Türkiye'de bir devrimci durum tespitine katılmıyor, 'Kürdistan'da bu durum var' diyor.

O yüzden kendisini işin öznesi olarak görmekten ziyade, Kürtlerle dayanışma noktasında duruyor. Bu ciddi bir sorun. Ortadoğu'da yeni bir durum yaşanıyor ve bu tüm Ortadoğu ülkelerini ilgilendiriyor. Türkiye'nin Ortadoğu'nun yeniden yapılandırılması sürecinde kendisini dışta tutması mümkün değil. Bizim yapmamız gereken bu ortamda, ezilenlerin, emekçilerin, yoksulların öncülüğünü yaparak demokratik bir sistemi inşa etmek. Batı bu süreçlere biraz da geç giriyor. Demokratik özerliği ilk tartışma başladığımızda 'Kürtler de sürekli proje sunuyor. Nereden çıktı şimdi bu?', ardından 'Demokratik özerklik iyi de, bunun ekonomi politiği ne olacak?' denildi.

Sürece geç girildi. Ancak Kürdistan'da çok sıcak bir gelişme var. Hayat oturup tartışmaya bile imkan vermiyor. Mücadele içinde gelişiyor her şey. Batı'da bu kadar hızlı değil. O yüzden de birkaç yıl sonra ancak daha yoğun tartışılabiliyor. Gezi direnişi sırasında da herkes şaşırmadı mı? Türkiye'de politik öznelerin çok da beklemediği bir halk isyanıydı. Bekleseydi başka bir öncülük yapar ve Türkiye'de durum başka bir noktaya giderdi. Kürt hareketi de hep Kürdistan'da serhildanlara alışmıştı ve Batı'da olunca 'Nereden çıktı?' diye sordu.

Orası da Gezi'ye hazır değildi. Şimdi sonuçlar çıkartıyoruz ve Kürdistan'daki gelişmeler ile Batı'daki gelişmelerin birbirinden bağımsız olmadığını görüyoruz.Anf

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.