Deniz Zeyrek'in "15 yıl önce 15 yıl sonra" başlığıyla yayımlanan (26 Mayıs 2017) yazısı şöyle:
2003’ün başlarıydı. Başbakanlık koltuğunda Abdullah Gül oturuyordu. Jet Fadıl bağımsız Siirt milletvekiliydi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, siyasi yasağı nedeniyle henüz milletvekili seçilmemişti. Ancak AK Parti Genel Başkanı olarak AB ülkelerini kapsayan bir geziye çıkmıştı. Avrupa Birliği’ne tam üyelik talebi, tek gündem maddesiydi. Müthiş bir heyecan vardı.
Erdoğan ve ekibi, Brüksel’de “reform”, “demokratikleşme” ve “atılım” diyordu, “her türlü vesayetin, yolsuzluğun, yasakların kalkmasını” vaat ediyordu.
Avrupalı liderlerin, her türlü baskıya ve mağduriyete rağmen parlamentoda önemli bir çoğunluk yakalamış Erdoğan ile ekibinin Türkiye’yi daha demokratik hale getireceğine olan güveni tamdı. Hem 1997-2002 arasındaki Türkiye-AB ilişkilerini, hem Erdoğan’ın Avrupa ülkelerine yaptığı o hayati geziyi izleyen bir diplomasi muhabiri olarak, ben de Brüksel’de ilk defa böyle pozitif bir atmosfere şahitlik ediyordum.
ABD yönetimi de işe dört elle sarılmış, Türkiye’nin AB üyelik süreci için Brüksel’de yoğun bir lobi faaliyeti sürdürüyordu.
O dönemde Erdoğan’ın yakın çevresinde askerlik vazifesi sırasında tanıdığım ve entelektüel kapasitesi ile demokratlığını takdir ettiğim şimdiki AB Bakanı Ömer Çelik gibi isimlerin olması da AB’yle diyaloğun daha da artacağı umudunu pekiştiriyordu.
AK Parti hükümeti, o seyahat sonrasındaki bir yıl içinde Kopenhag siyasi kriterlerinin ve Maastricht ekonomik kriterlerinin karşılanması, Kıbrıs sorununun çözümü gibi konularda da Avrupa’yı şaşırtan adımlar attı.
Kıbrıs’la ilgili yapıcı tutum dışında, hiçbir olumlu adım karşılıksız kalmadı ve 2004’teki AB zirvesinde Türkiye ile müzakerelere başlanması kararı alındı. 2005 yılında da Türkiye ile tam üyelik müzakereleri resmen başladı.
Aradan yaklaşık 15 yıl geçti. Erdoğan yine Brüksel’de. Bu kez hem “Cumhurbaşkanı”, hem “AK Parti Genel Başkanı” şapkaları var. Artık çok daha güçlü.
Ancak bu kez seyahat, Erdoğan’ın “Brüksel, Türkiye kendi çekilsin istiyor. Biz de ‘Böyle bir şey varsa kararı siz verin’ diyoruz” resti ile başladı. Diğer taraftan seyahat, Ankara ile Berlin, Viyana ve Lahey gibi Avrupa başkentleri arasında ciddi diplomatik krizler yaşandığı bir döneme denk geldi.
15 yıl önce Brüksel nezdinde Ankara’ya çok yoğun bir lobi desteği veren Washington, bu kez YPG, büyükelçilik önünde gerilim gibi konular yüzünden Ankara ile sorun yaşıyor.
2004’te Türkiye’nin Avrupa standartlarını yakaladığına inanılan “düşünce, ifade ve basın özgürlüğü”, “temel insan hak ve özgürlükleri” gibi konular, Avrupalılar tarafından yeniden gündeme alınmış. Avrupalı liderler, Erdoğan’ın restine restle karşılık vermek istiyor ama güvenlik ve göç meselesi, Türkiye ile ipleri tamamen koparmalarının önüne geçiyor.
İlişkilerin eski haline gelmesi için Türkiye’nin, yeniden 2003-2004’teki gibi bir reform ve atılım dönemine girmesi isteniyor.
21 Mayıs’taki AK Parti kongresinden sonra Ankara’da en çok kullanılan sözcükler “reform” ve “atılım” olsa da Avrupalılar vaat değil ‘uygulama’ bekliyor.
Ancak, tutukluluğun değil, tutuksuz yargılamanın istisna haline geldiği, KHK’larla ilgili mağduriyet iddialarının had safhaya çıktığı, hak arama mekanizmalarının tam işletilemediği, terörle mücadelenin çok sertleştiği bu OHAL ortamında, Ankara’dan demokratikleşme ve reform sinyalleri alamıyorlar.
Bakan toto listeleri
Bu reformları yapması, demokratikleşme konusunda bir yol haritası ortaya koyması gereken AK Parti’nin üst kadrolarında ise şimdilerde reformdan ve demokratikleşmeden çok “yeni MYK” ve “muhtemel hükümet değişikliği”konuşuluyor. Kabine değişikliğine Ankara dışında yakalanmamak için programlarını iptal eden bakanlar da var, şimdiden Cumhurbaşkanı’nı ikna edip görevde kalabilmelerini sağlayacak projelere yoğunlaşan bakanlar da...
Bir süredir siyaset gazeteciliğinin girdabından uzak durmaya çalışan bendenize bile birkaç tane “Yerinde kalacak, yeri değişecek ve yeni gelecek bakanlar” listesi ulaştı.
Üst düzey bürokrasideki değişim heyecanına girmiyorum bile...