7 Haziran sonrası içerisine girilen hukuksuz süreç için ise "Adalet hiçbir dönem bu kadar rafa kaldırılmamıştı" diyen Kaplan, yaşanan sivil ölümleri ve katliam girişimleriyle uluslararası alanda da mücadele edilmesi gerektiğini vurgulayarak, "Nunberg'de savaş suçları mahkemesi kuruldu. Ruanda'da kuruldu Bosna Hersek'de kuruldu. Yarın bu mahkeme İstanbul'da da kurulursa hiç şaşırmayın" dedi.
AKP'nin seçim sonrası devreye koyduğu savaş, tüm şiddeti ile devam ederken yaşanan asker, gerilla, sivil can kayıpları ve insan hakları ihlalleri ise 1990'ları da aşan bir boyuta ulaştı. Her ne kadar OHAL kaldırılsa da "Özel güvenlik bölgeleri" ve "Sokağa çıkma yasağı" ilan edilen kentlerde OHAL dönemindeki devlet şiddetinin üst boyutları yaşanmaya devam ediyor. 1990'lı yıllarda bölgede yaşanan insanlık suçları ve hak ihlalleri noktasında bir çok davada Türkiye hakkında AHİM'de mahkumiyet kararı çıkartan eski parlamenter ve hukukçu Hasip Kaplan, süreci ve yaşanan devlet şiddeti ile birlikte ortaya çıkan sivil ölümler ve katliam girişimleri noktasında ulusal ve uluslar arası hukuki mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiği noktasında değerlendirmelerde bulundu.
'Kinci ve intikamcı bir yaklaşımla savaş senaryosu devrede'
7 Haziran seçimlerinin ortaya çıkarttığı tablo ve HDP'nin seçim başarısının AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'da "hazımsızlık" yarattığını belirten Hasip Kaplan, bunun sonucu olarak da AKP tarafından hukuk ve yasaların rafa kaldırılarak, kinci ve intikamcı bir yaklaşımla erken seçim ve savaş senaryosunun devreye konulduğunu söyledi. Kaplan durumu, "HDP'li yöneticileri içeri alıyor, seçilmişleri içeri alıyor, şehirlerde terör estiriyor. Aslında kriminalize ederek, 'terörle savaşıyorum' bahanesi altında Türkiye'yi bir iç savaşa doğru adım adım ilerletiyor" diyerek özetledi.
'Yetkisizce ve hukuka aykırı bir biçimde yürüyor'
7 Haziran'ın ardından gelişen sürecin ve hükümetin yetkisizce ve hukuksuzca devam ettiğine dikkat çeken Kaplan, "7 Haziran'dan bu yana yetkisiz geçici bir hükümet var. 8 bakanı milletvekili olmayan bir hükümet var. Ve savaş kararı uyguluyor. Nasıl uyguluyor? Anayasaya tamamen aykırı. Özel güvenlik bölgeleri yüzün üzerinde. Bunu kim yapıyor? Hükümetin atadığı valiler. Özel güvenlik yasası, 12 Eylül darbesi sonrası çıkartılmış bir yasa. Daha sonra bir düzenleme ile değiştirilmiş ve bu tür kararların alınması da Bakanlar Kurulu'na ait. Çerçevesi belli, çapı belli, sınırı belli. Ama burada böyle bir durum yok. İstedikleri zaman kafalarına göre sokağa çıkma yasağı ilan edip şehirlere giriyorlar. Varto'da gördük, Silvan'da, Şemdinli'de gördük" dedi.
'1990'larda MGK konseptiydi şimdi Saray konsepti'
90'larda yaşanan sürecin bir hükümet ve MGK konsepti olduğunu, fakat şu an yaşananların ise daha farklı olduğunu kaydeden Kaplan, o dönem MGK kararı ile Kürdistan'da kırsal alanlarda yaşanan operasyonların şimdi Saray'dan Cumhurbaşkanı direktifi ile şehir merkezlerine uygulandığını vurguladı.
Kaplan, "Çözüm sürecini buzdolabına aldık diyor. Kim aldı. Cumhurbaşkanı. Hangi buzdolabına. Yeni Saray'daki buzdolabına. Bu kaos durumunda cenazeler toplumda korkunç infial yaratıyor. Herkes hedef olabilir korkusu. Kamu düzenini sağlayacağım diye güvenlik güçlerine sınır tanımayan terör estirme yetkisi veren bir anlayışla karşı karşıyayız" dedi.
'Şehir merkezleri Gazze'ye Kobanê'ye döndü'
Şiddetin şehir merkezlerine yöneltildiğini ve bununla birlikte birçok insan hakkı ihlalinin gerçekleştiğini belirten Kaplan, "Ne oluyor? Şehir merkezlerine zırhlılar giriyor, panzerler giriyor, kentler Gazze'ye, Kobanê'ye dönüyor. Bunu yapan kim hükümet? Peki orada savcı var mı yargı var mı adliye var mı yok. 1990'lı yıllarda faili meçhul cinayetler vardı. Asit kuyuları, göz göre göre kaybedilmeler, köy boşaltmalar yakmalar bunların hepsi yaşandı. Şu an şehirler yakılıyor. Şehirlerde iletişim kesiliyor, güvenlik paketi devreye sokuyor, internet kesiliyor ve öyle bir kaos yaratılıyor ki basının haber verme özgürlüğü engelleniyor" diye konuştu.
'Yarın İstanbul'da savaş suçları mahkemesi kurulursa şaşırmayın'
Bölgede devlet şiddetinden kaynaklı olarak hukuki olarak birçok şeyin yapılabileceğini belirten Kaplan bunlardan ilkinin gelişen teknoloji ve hukuk birikimi de kullanılarak vahşetin, işkencenin sivil ölümlerin belgelenmesi ve raporlanması olduğunu söyledi.
Yine barolar ve hukukçulara da bu konuda görev düştüğünü belirten Kaplan, yaşanan işkence ve katliam girişimleri karşısında sonuç alınamaması durumunda konunun Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) gündemine taşınabileceğini bu noktada tespit ve raporlamaların da önem kazandığını söyledi. Uluslararası hukukta insan hakları üzerine yapılmış ve 1949 yılında imzalanmış önemli sözleşmelerden birisi olan Cenevre Sözleşmesi'ne aykırı davranıldığına da dikkat çeken Kaplan, daha önce insanlığa karşı işlenmiş savaş suçlarından dolayı Nunberg, Bosna Hersek, Ruanda'da kurulan savaş suçları mahkemelerine atıfta bulunarak, şunları söyledi:
"İç hukukta sonuç almazsanız UCM'ye kadar giden insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçu mahkemelerinin kurulmasına kadar giden süreçler yaşandı. Nunberg'de savaş suçları mahkemesi kuruldu. Ruanda'da kuruldu, Bosna Hersek'de kuruldu. Yarın bu mahkeme İstanbul'da da kurulursa hiç şaşırmayın. Bu kadar pervasızca insan hakları ve hukukun çiğnendiği açık açık cinayetlerin işlendiği bir dönem hiçbir zaman olmadı. Hepsinin belgelenmesi olası bir savaş suçu mahkemesinde bunlar sonuca götürür. Cenevre Sözleşmesi'ne aykırı davranılıyor, sivil insanlara saldırı oluyorsa, şehir merkezlerinde insanların evleri, araçları işyerleri zırhlı araçlarla tanklarla roketlerle vuruluyorsa bu bir iç savaşa götürür."
'Adalet hiç bu kadar devre dışı bırakılmamıştı'
Hukuken de 90'lı yılların gerisinde bir süreç yaşandığını vurgulayan Kaplan, o yıllarda işlem yapılmasa dahi savcılıkların işkence ve benzeri insan hakkı ihlali durumlarında dilekçeleri kabul ettiklerini aktardı.
Bugünle kıyaslandığında ise "Adalet hiç bu dönem ki kadar devre dışı bırakılmamıştı" diyerek bugün yaşanan süreçte yargının içinde bulunduğu durumu eleştiren Kaplan, "Kırsal alandaki operasyonlarda asker ağırlığı vardı. Bir hiyerarşi olduğu için kararlar MGK'da alınıyordu ve köylerin yakılması kararlarını alıyordu. Şimdi şehirlerde özel tim polis ve jandarma kolluğu görev yapıyor. Ve kontrolsüz bir kolluk durumu söz konusu. Kendi başlarına cinayet işleyenler var. Kendi başlarına hukuk çiğnemeyi vatanseverlik yapanlar var. Ve bunların tüm sorumlusu hükümettir. Güvenlik paketini çıkartıp sınırsız bir saldırı cüretini veren hükümettir. 48 saat gözaltı süresi veren yine bu hükümettir. Şu anki hukuk düzenlemeleri de 1990'lı yıllardan çok daha baskıcı çok daha keyfi ve hukukun işlemediği bir ortam yaratıyor. Yani iç hukuk etkili değildir konumuna geliyor. 1990'larda AHİM'de açtığımız davalarda bir içtihat çıkmıştı. 'OHAL bölgesinde iç hukuk etkili değildir' denildi ve direk başvuru kabul edildi. Bölgede mahkemeler etkili çalışmıyorsa AYM'de etkili çalışamaz. Cenevre Sözleşmesi ve BM İnsan Hakları Komisyonu'nun devreye sokulması gerekiyor. HDP'nin Sosyalist Enternasyonali derhal harekete geçirmesi gerekir" dedi.
'Uluslar arası alanda bunun hesabını sormak lazım'
Yaşananların cezası kalmayacağını belirten Kaplan, UCM'nin Sudan Başbakanı El Beşir hakkında savaş suçu işlemekten dolayı verdiği tutuklama kararını hatırlattı. Kaplan "Bu süreç içinde eğer UCM bu kadar pervasızca işlenen cinayetler karşısında El Beşir gibi bir tutuklama kararı çıkardığı zaman her şey biter ve Türkiye'de kimse kendi başına bu kadar pervasızca kaos yaratamaz, inanlara zarar veremez. Hem ulusal hem de uluslararası alanda bunun hesabının sorulması gerekiyor" dedi. DİHA
Kaplan: İstanbul'da savaş suçları mahkemesi kurulursa şaşırmayın
Kaplan: İstanbul'da savaş suçları mahkemesi kurulursa şaşırmayın
Yüksekova Güncel Yüksekova Güncel
Politika
AKP'nin devreye koyduğu savaşın 90'lardan da ağır bir tablo ortaya çıkarttığını belirten eski parlamenter ve hukukçu Hasip Kaplan, o dönem MGK kararı ile kırsalda uygulanan şiddetin şimdi Saray'ın direktifi ile şehir merkezlerine taşındığını söyledi.