PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan MED NÛÇE’de yayınlanan Politik Alan programında Ersin Çelik'in sorularını yanıtladı. Kalkan, gündemdeki konulara ilişkin sorulara şu cevapları verdi.
Geride bıraktığımız hafta, 21-28 Mart Ulusal Kahramanlık Haftasıydı. Aynı zamanda 30 Mart Türkiye devrimci hareketin önder kadrolarından Mahir Çayan’ın da içinde bulunduğu Kızıldere Katliamı’nın yıldönümü. Her ikisinin tarihlerinin denk gelmesi bugün için ne anlam ifade ediyor? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Ben bir kere daha ulusal kahramanlarımız Mazlum Doğan ve Mahsum Korkmaz şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Ulusal kahramanlık gününün tüm halkımıza ve gerilla güçlerimize kutlu olmasını diliyorum. Büyük bir Newroz yaşandı, tarihin en büyük ve en görkemli Newroz’uydu. Hem anlam bakımından, hem nicelik ve katılım bakımından. Anlamı halkın Önder Apo’ya özgürlük şiarıyla bu Newroz’u kutlaması verdi, yine Önder Apo’nun Amed’te milyonlarca insanın önünde okunan özgürlük, barış ve demokrasi bildirgesi olan Newroz mesajı verdi. Kürdistan’a da Türkiye’ye de gerçek yaşamın, özgür ve demokratik yaşamın yolunu gösterdi. Böylece Newroz anlamına en uygun bir biçimde kutlandı.
21 Mart Kürtler açısından ulusal kahramanlık günü, özgürlük günü. Demirci Kawa efsanesinden gelen ve Mazlum Doğan’la anlam bulan bir gün. 28 Mart Kürt özgürlük direnişinin büyük komutanı Mahsum Korkmaz yoldaşın şehadet yıldönümü. Gerilla güçlerimiz başta olmak üzere tüm halk bu büyük özgürlük öncüsünü, komutanını anmak üzere 28 Mart’ta büyük toplantılar, yürüyüşler yaptı, törenler yapıldı, Kasaplar Deresi’ne yüründü. Bu tarihiydi. Şu talebi sonuna kadar sürdürmeliyiz: Kasaplar Deresi açılmalı. Orada insanlık suçu işlenmiştir, bu suç ortadan kaldırılmalı. Özgürlüğün, demokrasinin, insanlığın savunucuları orada yatıyor. Tarihin en cesur, en fedakar insanları orada yatıyor. Onlar açığa çıkarılmalıdır. Kadın erkek, genç ihtiyar tüm Kürt halkının 28 Martta kasaplar deresine yürüyüşü görkemliydi. Hepsini selamlıyor, bu taleplerinden dolayı da kutluyorum. Sonuna kadar hareket ve halk olarak biz bu talebin peşinden gideceğin ve o insanlığın katledildiği yerden yeniden özgürlüğe, demokrasi kavuşturacağız, ayağa kaldıracağız, insanlık değerlerini yükselteceğiz. Bunun yolu da Kasaplar Deresi’nin bir özgürlük parkına, direniş parkına, oradaki kahramanların büstlerinin yer aldığı bir parka dönüştürülmesi gerekiyor. Bu temelde büyük gerilla komutanımız, en zor dönemlerin yılmaz savaşçısı Mahsum Korkmaz şahsında tüm kahramanlık dönemi şehitlerini, 15 Ağustos direniş şehitlerini saygı ile anıyorum. Kürt gençliği gerillalaşarak kaldırdığı bayrağı yüksekte tutuyor ve bayrak izinde özgürlük ve demokrasi için kararlılıkla, cesaretle yürüyor. Zafere kadar da bu yürüyüş devam edecektir.
Bunlarla birlikte şehadetlerinin 43. yıldönümünde Türkiye demokrasisinin ve devriminin önderi Mahir Çayan ve arkadaşlarını saygı ve minnetle anıyorum. 43 yıldır Kızıldere direnişinin izinde yürüdük. Mazlumlar, Agitler, Zilanlar bu kahramanca yürüyüşün, gerillaya adım atışın takipçileri oldular. Kızıldere kahramanlığı Kürdistan’ın zindanında, dağında, kentinde, her yerde yaşatıldı. Binlerce, on binlerce kahraman düzeyine getirildi.
Önder Apo 43 yıldır Mahir Çayan ve arkadaşların direniş çizgisinde Kürdistan’ın özgürlüğü Türkiye’nin demokratikleşmesi için büyük bir mücadeleyi geliştirdi, önderlik etti. Bu mücadele şimdi aslında Türkiye gerçeğini aydınlatıyor. Şunu herkes bilmeli ki, faşist askeri darbelere karşı özgürlüğü, demokrasiyi, demokratik Türkiye’yi canları pahasına savunan Kızıldere direnişçileriydi, Nurhak direnişçileriydi, Denizlerdi idam sehpasında “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği ve bağımsızlığı” diye haykıran yiğit önderlerdi. 43 yıldır Önder Apo öncülüğünde Hareketimiz büyük bir bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi verdi. Demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan mücadele verdi. Şimdi bu bayrak kitlelerin elinde, milyonların elinde; Amed’ten İstanbul’a kadar en yükseğe çıkarılıp dalgalandırılıyor. Büyük devrim ve demokrasi önderleri Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin emekleri, çabaları, fedakarlıkları boşa gitmemiştir. Demokratik Türkiye özlemi ve mücadelesi kararlılıkla sürüyor. Ben herkesi bu vesileyle Kızıldere şehitlerinin izinde demokratik Türkiye’yi yaratmak üzere birlik olmaya, birlikte devrim ve demokrasi bayrağını yüksekte dalgalandırmaya çağırıyorum, davet ediyorum. Bunu her alanda yapmak önemli, tabi daha da önemlisi 7 Haziran seçimlerini bu büyük demokrasi direnişinin demokratik siyasi başarısına dönüştürecek bir mücadeleye, ortaklığa herkesi davet ediyorum. O önderlerin anısına sahip çıkmak ancak bu temelde olur. Tutarlı, dürüst tüm yurtsever, demokrat ve devrimcileri Kızıldere şehitleri anısına birlik olmaya, AKP, CHP ve MHP faşizmine karşı demokratik Türkiye, özgür Kürdistan mücadelesini birlikte daha güçlü yürütmeye davet ediyorum.
Böyle bir tarihe denk gelen 68’liler girişiminin HDP’ye desteklerini açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğru, o destek anlamlıydı. Zaten şunu gördüler: 1968 gençlik devrimi olduğu gibi Türkiye’ye yansıdı, Türkiye devrimci gençlik hareketi oldu. 12 Mart faşist askeri darbesine karşı Türkiye’yi savunan büyük direnişler Mahirler, Denizler, İbrahimler öncülüğünde geliştirildi ve bu direniş bayrağı Önder Apo öncülüğünde bugüne kadar Kürdistan’daki gerilla ve halk direnişi temelinde getirildi. Kürdistan’daki direniş doğrudan demokratik Türkiye mücadelesinin bir parçasıdır, Kürdistan’dan yürütülmesidir. Bugün bütün Türkiye aydınlatıyor ve mücadele çekiyor. 68’liler olarak bu mücadeleyi o zamandan başlatmış yürütmüş olanlar bu gerçeği görüyorlar. PKK gerçeğini, Kürt halkının özgürlük için yürüttüğü direnişin Türkiye bakımından anlamını, tanımını görüyorlar ve onunla birlikte oluyorlar. Tek tutarlı yurtseverlik ve demokratlık da bunu gerektiriyor. Doğru devrimci çizgi böyle bir birliği stratejik düzeyde yaratmadır. Önder Apo, PKK hep böyle bir stratejik çizgiyi esas aldı, yürüdü. Türkiye’de sorunların çözümünün demokratik Türkiye ve özgür toplum yaşamının yaratılmasının tek yolu da budur. Bu konuda iddialı olanları bu temelde mücadeleye çağırıyor.
Newroz, özellikle Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın da açıklaması sonrası çok önemli bir demokratik siyaset zemini oluştu. Çok olumlu tepkiler de aldı. Ama ondan sonra gelişen sürece baktığımızda, TSK her gün bir açıklama yapmaya başladı, İç Güvenlik Paketi geçti, Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde tanklar yürüdü. Bu yaşananlar da süreç bağlamında düşündüğümüzde darbe koşullarına benzemiyor mu? Newroz sonrası gelişen sürecin darbe süreçlerine benzer özellikleri yok mu?
Evet, bazıları darbe karşıtları olduklarını söylüyorlar ama şöyle görülüyor: Başkalarının darbesi kötü, bizim darbemiz iyi, demeye getiriyorlar. Bunu Türkiye pratiğinde çokça yaşıyoruz. Günümüzde de o şeyler söylenebilir, fakat siz AKP’nin tutumunu kastediyorsunuz…
Evet, AKP’nin tutumu açısından değerlendirdiğimizde…
AKP’nin tutumuna deyim yerindeyse ipe un sermektir. Özellikle Yalçın Akdoğan’ın tutumu tamı tamına ipe un sermektir. Neymiş “PKK terör örgütüymüş, silah bırakmazsa görüşmeler olmazmış!” Peki, sormazlar mı 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de açıklama yapılırken de bu PKK yok muydu? Bu PKK’nin silahlar yok muydu? Peki, niye o açıklamayı yaptınız? Şimdi öyle sanıyorlar ki, sadece akıllı biziz, alem ise deli, ahmak. Ne söylerse kabul ederler, ettiririz. Her gün, gece gündüz durmadan kanal kanal dolaşıyorlar, konuşuyorlar. Zaten bir yandaş medya oluşturmuşlar, borazan gibi halkın kafasını yıkamak üzere gece gündüz kendi sözlerini psikolojik savaş kapsamında dikte ettiriyorlar. Böylece bir algı operasyonu yürütmeye çalışıyorlar. Oldukça telaşlılar…
Nedir bu telaşın nedeni?
İşte niye telaşlılar, madem çok haklısınız niye telaşlanıyorsunuz? Haklı olanda telaş olmaz. Zaten haklı olanı halk görür, dolayısıyla onların telaşlanmasına gerek kalmaz. Mesela Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan diyor ki, “bu süreci ben başlattım!” gerçekten sen başlattıysan söylemene gerek yok ki, alem zaten bilir. Demek ki kuşkusu var, başlattığı bir şey yoktu. Kendisinin olmayan bir şeye sahip çıkmaya çalışıyor. Evet, kendisi de bir şeye katıldı da, neye katıldığını gördük. Açığa çıktı ki, durum ciddileşince, Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorunu ve diğer Türkiye’nin temel sorunlarının çözümünün önü açılınca, çözüm yolu görülünce aslında kendisinin başlattığı sürecin tersine döndüğünü görünce fark ederek derhal müdahalede bulundu. Darbe ve müdahale Tayyip Erdoğan’dan geldi.
Dolmabahçe açıklamasına karşı, Newroz açıklamasına karşı, izleme kuruluna karşı… Aslında Hakan Fidan’ın istifa edip milletvekili olmasına karşı. Suudi Arabistan’da görüştüler, baskı uyguladı, tekrar aynı göreve döndürdü. Ne diyordu “yoruldum da bıraktım” diyor Hakan Fidan. Niye yoruldu Hakan Fidan? Ne yapıyordu ki? Demek ki Tayyip Erdoğan aslı olmayan söz ve davranışlarını yürütmekten yorgun düştü ve artık bırakmak istedi, yakasını tuttu tekrar oraya döndürdü. Şu ortaya çıktı: Aslında Tayyip Erdoğan’ın demokratikleşme diye, Kürt sorununun çözümü diye, Türkiye’nin sorunlarını çözme diye bir sorunu yok, onun tek sorunu PKK’yi çözmektir, devrimci demokrasi hareketini çözmektir, onun tek sorunu hile ve oyalamayla seçim kazanıp oy almak, seçim kazanmak ve iktidarını sağlamlaştırmak. Başkanlık sistemi olur, başka bir sistem olur, bu açığa çıktı. Ama şu da ortaya çıktı: Kürt sorunu yoktur, dedi. Tayyip Erdoğan Kürt halkının varlığını kabul etmiyor. Kürt sorununu bu temelde kabul etmiyor. 2005’te söyledi ama devam ettirmedi, vazgeçti. “Bu benim tarihte yaptığım en büyük hata” dediğini biliyoruz biz, 2005 Amed’te söyledikleri için. Ahmet Davutoğlu oraya sahip çıkmaya çalışıyor ama başkanım dediği sahip çıkmıyor ki kendi sözüne Ahmet Davutoğlu’nun sahip çıkması bir çözüm getirsin.
PKK’yi çözmek, demokrasi sorunu çözmek AKP’nin iktidarını sağlamlaştırmak ve uzun ömürlü kılmak için yürütülen süreç boşa çıktı, tersine döndü, gerçek bir demokratikleşme ve sorunların çözümü yönünde evrilir hale geldi, Tayyip Erdoğan buna müdahale etti. Şimdi bunu herkes gördü. Bu sefer elbirliği ederek, bütün o AKP’nin sözcüleri Tayyip Erdoğan’ın herkesçe görülen gerçeğini maskelemeye çalışıyorlar. O da “ben sürecin sahibiyim”, öbürleri diyor “Başkanımıza böyle denirse iş yürümez.” Sorumlu Selahattin Demirtaşmış, Kandilmiş… Kandil hiçbir açıklama yapmadı. Ben de bu Kandil yönetimi içerisindeyim. 28 Şubat açıklamasından sonra Kandil’den sadece Önder Apo’nun yürüttüğü süreci sonuna kadar destekleme açıklaması geldi. Newroz mesajları bununla doluydu. Bunun dışında hiçbir açıklama gelmedi. Yalçın Akdoğan bu süre içerisinde Kandil’den gelen bir tane karşıt açıklama göstersin inanalım, yoktur. Doğru söylemiyor. Selahattin Demirtaş da HDP ile AKP çatışması var, seçim mücadelesidir. AKP’nin sözcülüğünü Tayyip Erdoğan yapıyor, dolayısıyla da Selahattin Demirtaş ile Tayyip Erdoğan arasında bir mücadele sürdü.
Konuya ilişkin olarak Sayın Demirtaş “AKP ile aramızda siyasi ateşkes yok” dedi…
Evet, 7 Haziran’da seçim var, iki parti seçim mücadelesi yürütüyor. Ahmet Davutoğlu parti başkanı olsun, sözcü benim desin, Selahattin Demirtaş’la Ahmet Davutoğlu mücadele etsin. Ahmet Davutoğlu mücadele edemezse, AKP sözcülüğü Tayyip Erdoğan’da olursa elbette ki Selahattin Demirtaş’la da, Kemal Kılıçdaroğlu’yla da, Bahçeli’yle de Tayyip Erdoğan karşı karşıya gelir. Bunun anlaşılmayacak bir yanı yok. Bu noktada doğru söylemiyorlar. Umduklarını bulamadılar, açığa çıktı ki, Tayyip Erdoğan aslında hile yapıyormuş, oyun yapıyormuş. Onun çözüm süreci dediği sorunların çözümü değil, Kürt sorunun çözümü değil, Türkiye’nin demokratikleşme sorunun çözümü değil PKK sorunun çözümüymüş, PKK çözmek, devrimci demokratik hareketi yok etmek istiyormuş. Bu açığa çıktı. Bunun tersinden gelişmeler olunca müdahalede bulundu. Umut ediyormuş ki, bu temelde yine “7 Haziran seçiminde oy oranımızı arttırarak gideriz.” Gördük ki, tersi oluyor.
HDP yükselişte…
HDP yükselişte kendileri düşüyor, AKP gidiyor HDP geliyor… Bunun üzerine müdahale ettiler. Güya ortamı gerginleştirerek Selahattin Demirtaş’ı, HDP’yi hedef alarak HDP’yi baraj altına düşürmeye çalışıyorlar. Doğru söylemiyorlar. Bu, silah bırakmaya söz vermişler de söz yerine getirilmemiş, bu yalandır. Hareket olarak biz hiç kimseye böyle bir söz hiçbir zaman vermedik. Toplumu yanlış bilgilendiriyorlar. Yalanla Hareketimizin aleyhine bir hava oluşturmaya çalışıyorlar.
2013 Newroz’unda Önder Apo açıklamasını yaptığında biz bir gün sonra ateşkes ilan ettik. Bir hafta sonra elimizdeki esirleri bıraktık. 15 Mayıs’ta gerillanın geri çekilmesi başlayacaktı 8 Mayıs’ta başlattık. Haziran başına kadar gerillanın geri çekilişi netleşecekti. Biz haziran başına kadar gerillanın üçte birini çektik. Ama ondan sonra durum şöyleydi: Karşılıklılık ilkesi vardı. Yani gerillanın çekilmesiyle demokratikleşme paralel yürüyecekti. Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözümünü de geliştirecek siyasi ve hukuki adımlar atılacaktı. Demokratikleşme adımları, AKP bunun hiçbirini yapmadı. Önce dedi “biz haziran başı değil haziran sonunda anlaştık” haziran sonu geldi, bu ikinci adımda, 3 aşamalı eylem planı vardı. Birinci aşama çatışmasızlık, esirlerin bırakılması, gerillanın geri çekileceğinin netleşmesi, ikinci aşama gerilla çekilirken Türkiye’nin demokratikleşmesi, üçüncü aşama normalleşmeydi. İkinci aşamaya geçilemedi. Sabırla Önder Apo sürdürdü bu durumu. Yoksa birçok kez Önder Apo da belirtti, 2013 Haziran sonunda süreç bitmişti, demişti. Ama sabırla, ısrarla süreci bitirmemek, AKP’yi doğru çizgiye çekmek üzere mücadele yürüttü.
En son 2014 Kasım’ında Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı adı altında bir proje sundu. Biz hareket olarak olduğu gibi katıldık ve bu söz konusu son süreci bu proje başlattı. Ondan sonra 28 Şubat açıklamasına giderken baktık ki, AKP’liler hiç oralı değiller. Sözleri, üslupları, yaklaşımları, Cumhurbaşkanı, AKP sözcüleri, Başbakan tam bir karşıtlık içinde tahrik ediyor, psikolojik savaş uzmanı gibiler. Biz “bu ciddi değil” dedik, Önder Apo sunduk, “bu biçimde olmaz.” Biraz tartışmalar bunun üzerine oldu. Önder Apo dedi: “Biz açıklamamızı yapacağız. Açıklama ortak olacak. Ortak açıklama karşılıklı bir tür mutabakattır. Bunun ortada belgesi var, biz buna göre evet dedik, 28 Şubat açıklamasını destekledik. Ondan sonra görüşmeler oldu, izleme kurulu kararlaştırıldı. İzleme kurulunun kimler olacağına dair basında bir sürü tartışma yürüdü. En çok AKP yandaşı basın bu tartışmayı yürüttü. AKP sözcüleri, basındaki yandaşları el çırpıyorlardı süreç ilerliyor diye. Newroz bildirgesini alkışla karşıladılar…
Bülent Arınç “olumlu ve faydalı görüyorum” biçiminde bir açıklama yaptı.
Evet, Bülent Arınç da olumlu gördü, başbakan da gördü, hepsi olumladırlar. Ne zamana kadar? Ta ki Tayyip Erdoğan “ben bu sürece karşıyım. Newroz bildirisini de, Dolmabahçe açıklamasını da, izleme kurulunu da olumlu görmüyorum” deyip hükümetin politikasına karşı tavır alana kadar. Hükümetle cumhurbaşkanı karşı karşıya geldi. Bunu niye inkar ediyorlar. Bülent Arınç başbakan yardımcısı olarak cumhurbaşkanına dedi ki, “hükümetimizin politikalarına müdahale etme.” Hüseyin Çelik de aynı şeyi söylüyor, Abdullah Gül de bunu söylüyordu. Bazıları da korkularından ve menfaatten dolayı söylemiyorlar. Şimdi takke düştü kel görüldü. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın esas amacının, zihniyetinin ne olduğu açığa çıktı. Hükümeti sırt üstü düşürdü. Bize bir şeyi yok… En çok alkış çalanlar AKP’lilerdi. Birden bire şoke oldular. Ondan sonra böyle bir U dönüşüyle şimdi “silah bırakılmalı! Silah bırakılmazsa olmaz! PKK terör örgütü! Selahattin Demirtaş şunu yaptı bunu yaptı!” laf kalabalığıyla gerçekleri gizlemeye çalışıyorlar. Bu çabalar boştur, anlamsızdır, hiç kimseyi kandıramazlar. Her şey alemin gözü önünde oldu. Toplum da, AKP’liler de artık uyanıktırlar. Neyin ne olduğu görülüyor, anlaşılıyor.
Peki, niye böyle oldu? PKK, AKP’ye karşı hile mi yapıyor? Bundan PKK memnun mu?
Birçok arkadaşımız, yine demokratik siyaset alanından birçok kesim açıkladılar. Memnun değiliz, böyle olmasını istemiyoruz, böyle olsun diye bunlar yapılmadı. AKP bu duruma Kürt sorununun çözümünü de içerecek şekilde Türkiye’nin demokratikleşmesi yönündeki bu çözüm sürecini yürüttüğü için gelmedi. Doğru yürütmediği için geldi. İnanmadığı için geldi. İçinde hile taşıdığı için geldi. Çözüm süreci dedi, sorunları çözeceğiz dedi, demokrasiyi getireceğiz dedi, ama aslında demokrasiyi getirmedi, demokratikleşme adımları atmadı…
Tam tersine İç Güvenlik Paketini getirdi…
Evet, İç Güvenlik Paketini getirdi. Türkiye’yi faşistleştirmeye çalışıyor. Öncesinden de böyle. Hala da günlük olarak böyledir. Newroz gösterilerine saldırdılar. AKP yandaşı medya da söylüyordu, “polisin saldırmadığı yerde olay olmadı” diyorlardı. Doğru. Bazıları çıkar gereği gerçekleri söylemiyorlar ama AKP’nin inanılırlığı aşınıyor, güvenilirliği aşılıyor, hile ve yalanları açığa çıkıyor. Sen bu kadar PKK’ye düşmanlık yapacaksın. Ondan sonra da diyeceksin ki, silah bırak! Kendini savunmasız hale getir! Peki, ondan sonra ne yapacaksın? Ben sana bildiğimi yaparım! Alem ahmak mıdır? Bunlar boş laflar. Önder Apo net ifade etti, biz de Hareket olarak katıldık. Demokratikleşme paketinde mutabakat olsun, kararlar müzakere olsun biz silahlı mücadeleyi sürdürüp sürdürmeme durumunu tartışalım. “Bunun için ben PKK’yi kongreye çağırıyorum” da dedi, bir niyet beyanı olarak, ama dedi ki, “demokratikleşme paketinde bir mutabakat, anlaşma olursa, izleme kurulunun şahitliğinde bunlar netleşir, kesinleşirse bu olabilir.” Şimdi bunları yapması gerekirsen, izleme kurulunu oluşturup İmralı’da 10 madde üzerinden müzakereleri başlatıp demokratikleşme paketini ortaya çıkarıp ortak olarak imzalayarak PKK’nin Kuzey’de silahlı mücadeleyi durdurmak üzere kongre yapmasının önünü açacakken dönüp diyorlar: “PKK terör örgütüdür, silah bırakmadan biz hiçbir şey yapmayız, şunu bunu etmeyiz…”
Tayyip Erdoğan’ın sözleri 40 yıldır Türkiye’yi yönetenlerin sözleridir. Ha CHP’liler, ha MHP'liler, ha diğer parti hükümetleri, bu arada bir sürü parti geldi geçti, hepsi aynı şeyi söylüyorlar. Cumhurbaşkanı mı olmadılar, başbakan mı olmadılar, bakan mı olmuyor, neleri yok! Evet, her şey oluyorlar, doğru, ama bir kayıtla: Türk olmak kaydıyla. Kürt olarak, Mahmut Esat Bozkurt ne dedi: Ancak Türkün hizmetçisi olurlar, başka bir şey olamazlar, bunu biz biliyoruz. Tayyip Erdoğan’ın sözü ile Mahmut Esat Bozkurt’un sözleri arasında hiçbir fark yoktur. Kendileri konuşuyorlar, kendi kendilerini ajite ediyorlar ama bizi edemezler. Bizi de dinlemek zorundalar. Bize nasıl yansıdığını görmek, bilmek durumundalar. Sözleri bize tamamen böyle yansıyor. Türk olmak kaydıyla, kürtlüğünü inkar etmek kaydıyla, Kürt diliyle kültüründen kopmak kaydıyla, mevcut asimilasyoncu faşist düzenin iyi bir hizmetçisi olmak kaydıyla mal mülk sahibi olunabiliyor. Bakan da olunabiliyor, şimdi AKP’nin içinde de böyleleri dolaşıyor. Ama onların Kürtlükle ne alakaları var ki? Kürtlükleri nerede?
“Kürt sorunu yoktur” demek, “Kürt yoktur” demektir. Kürt yoktur, diyen bir cumhurbaşkanın, parti başkanın izinde yürüyorlar. Böylelerinin ne kadar menfaatçi çıkarcı oldukları, kendi bireysel çıkarları için kürtlüğü de sattıkları ortaya çıkıyor. Bunun anlaşılmayan bir yanı yoktur.
‘AKP BU HİLELİ POLİTİKAYI YÜRÜTMEYE DEVAM EDERSE ÇÖKER’
AKP bu hileli politikayı yürütmeye devam ederse çökecektir. Önder Apo’yla görüştüler, ona saygı duyuyorum. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var denilir. Biz böyle hatır gönül bilen insanlarız, Hareketiz, Kürt halkı kesinlikle böyle bir halktır. Bunu gördük, yaşadık, iliklerimize kadar hissediyoruz. Bunun için söylüyorum, AKP bu hileli politikaları sürdürürse çöker. Bundan vazgeçsin. Gerçekten hükümet etkili yürüyordu, umut vermişti, Newroz ertesinde Tayyip Erdoğan’ın sözlerine kadar Türkiye’de barışçı bir ortam hakimdi, herkes demokratikleşme olacak, sorunlar çözülecek diye umutlanmıştı, umutlar yeşermişti. Ne kadar olumlu bir hava vardı. Yeni adımlar atılacak diye herkes bekliyordu. Tayyip Erdoğan’ın sözleri birden bire, bu olumlu havanın ortasına bomba gibi düştü. Türkiye’deki o sıcak demokratikleşme ortamı buz kesti, zehirledi. Yalçın Akdoğan! PKK’nin sözlerine değil de “sözleri talimatımdır” dediği genel başkanı, yani cumhurbaşkanının sözlerinin ortamı nasıl zehirlediğine baksın. Eğer bir zehirleme varsa, süreci Tayyip Erdoğan’ın sözleri zehirledi, zehirlemeden de öte dondurdu, buz kesti. Ama kendisi teşhir oldu. Kaybedecekler, bunu net söyleyebilirim. Kürt halkı ve demokratik güçler müsterih olsunlar. Bu tür yaklaşımların hiçbirisi AKP’yi içine düştüğü çöküşten kurtaramaz, bu durumuyla kendi kendilerini daha fazla batırdılar. Bundan dolayı kimseyi suçlu görmesinler.
Ben derim: Eğer gerçekten akıllılarsa Tayyip Erdoğan’ın müdahalesini aşsınlar. Tekrar 28 Şubat açıklaması, Newroz açıklaması yönünde süreci ilerletme yönünde ilerletsinler. Yapmazlarsa kaybedecekler. Demokratik güçler de bu gerçeği gördüler, bu gerçeği halka iyi taşısınlar. Bu HDP’yi, tüm demokratik siyasi güçleri çok fazla etkiledi. 7 Haziran seçimi süreci içerisinde demokratikleşmeye dönük olumlu bir hava yarattı. Zaten AKP’nin sözcülerinin hepsi söylüyor: CHP ve MHP bir hikaye diyor, karşımızda HDP kaldı, 7 Haziran seçimi AKP ve HDP arasındaki mücadele olacak. AKP düşecek, HDP iktidara yürüyecek. Demokratik siyaset AKP iktidarının alternatifi olarak gelecek. HDP bu duruma gelmiştir.
Bu bakımdan biraz yurtseverlik, demokrat zihniyeti olan, emekten ve halktan yana olan, Türkiye’yi seven, demokratik yaşam isteyen, kardeşlik isteyen herkesi böyle bir ortamda gerçekten de AKP’nin alternatifi olarak demokratik siyaseti HDP şahsında 7 Haziran’dan sonra Türkiye siyasetinin temel aktörü haline getirmek üzere birleşip çalışmaya davet ediyorum. Zafer demokratik siyasetin olacak, buna sonuna kadar herkes inansın.
Acaba AKP seçimler öncesi bir gerginlik mi yaratmak istiyor? Bir çatışmalı durum yaratılmak isteniyor? Bu bağlamda operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tam net değil, ama görüntüler var, bazı belirtiler var. Tayyip Erdoğan’ın son yaklaşımlarında bu son üç dört yıldır yürüttüğü politikaların başarısız kalması sonucu ondan bir dönüş yapma eğilimi gözüküyor. Bu yaptığı sadece bu çözüm sürecine müdahale değildir, şimdiye kadar izlediği politikalar başarısız kaldı, yenilgiye uğradı. İranlılar da açıklama yapmışlardı, “Suriye’de yenildi, AKP bizim üzerimize atıyor” diye. Gerçekten de izledikleri politikalarda başarısız kaldılar, şimdi böyle yumuşak bir dönüş, değişiklik yapmak istiyorlar. Mesela İran’la dosttular şimdi karşıtlık yaratmaya çalışıyorlar. ABD’yle karşıt düşmüşlerdi şimdi ABD’yle uyuşmaya çalışıyorlar. Yemen’de Suudi Arabistan saldırılarını destekliyorlar, İran’a karşı tavır aldılar. Dolayısıyla Suudi-ABD cephesine yeniden dönüş yapmak istiyorlar. Suriye’deki politikalarını buna göre biraz gözden geçirdiler, ABD ile daha uyumlu hale gelmeye çalışıyorlar. Tayyip Erdoğan’ın ABD ve İsrail karşıtı politikaları kendisine fazla kazandırmadı, giderek kaybetme noktasına getirdi. Tekrar o tarafa dönüyor gibi, bir politika değiştirmeye çalışıyor gibi bir eğilim var.
Çözüm süreci karşıtlığı da bu temeldedir. Şimdiye kadar da hile ve oyalama ile yürütmüş, demek ki inanmamış. Şimdi bunu yürütmeye gerek kalmıyor, çatışmalı bir durumu gündeme getirebilir. İç politikada da böyle yaptı. Harp Akademi’lerine gitti, ordunun önünde özür diledi. “Bizi aldattılar, ben de sizin gibi mağdurum” dedi, Balyoz, Ergenekon davalarından dolayı yapılanlardan dolayı ordudan özür diledi ve böylece orduyu yanına çekiyor, Genelkurmayı harekete geçirdi. Ondan sonra bir yandan Tayyip Erdoğan, bir yandan Necdet Özel sürece karşı politika yürütüyorlar. Tayyip Erdoğan açıklamalar yapıyor, Necdet Özel de açıklamalar yaptı. Önder Apo’nun “Eşme ruhu” kavramına şiddetle karşı çıktı. Eşme’ye gitti, sınırı aştı, görüntüler verdi. Neymiş kendileri oraya gelmiş! Peki, o ordu Kobanê’den geçti geldi. Kobanê kimin elinde? Nasıl geçti o ordu? “Vurdum geçtim!” buyursun, bir daha vursun geçsin, kolay mıdır? Biz bunları söylemek istemiyorduk, fakat herkesin gözü önünde oldu. Diyorum ya alemi ahmak sanıyorlar. Sen Kobanê için 5-6 aydır yüzlerce şehit vererek savaşmış bir güç var, DAİŞ faşizmini yenmiş, kovmuş, atmış bir güç. Sen onun ortasından geçmişsin, diyorsun ki, “ortada kimse yoktu, ben yoldan vurdum geçtim!” o zaman DAİŞ de vurur gelirdi, gelebildi mi?
Kaldı ki ortada bilançolar var…
Gelemedi zaten, kovuldu. Bilançolar ortada tabi. Nasıl geçtin? Geçmedin! Gerçekleri niye saklıyorlar. Ama anlaştılar. Ondan sonra savaş yaptılar. Oremar da yapıyorlar, Uludere’de yapıyorlar, durmadan tahrik etmeye, operasyon yapmaya, sınır üzerinde Medya Savunma Alanlarına dönük top, obüs saldırıları yapmaya başladılar.
O zaman şu doğru değil, çünkü gerilla saldırıyor gibi yansıtmaya çalışılıyor?
Hayır, operasyon yaptılar. Sadece burada değil, Amed tarafında, Mazıdağ’da operasyon yaptılar. Bizzat gerillaya dönük kara operasyonuna çıktılar. Oremar’da gerilla da karşılık verdi, çatışma oluyor. Vermemesi eksikliktir. Bana kalsa her topa karşılık bir top gerilla kesinlikle atmalı, misilleme hakkı bunu gerektiriyor.
İsrail’le anlaşma, Amerika ile anlaşma, Suudi ile anlaşma, orduyla anlaşma… AKP’yi çark ettirmeye çalışıyor Tayyip Erdoğan. Niye? Bunu doğru görüyor olabilirler ama o zaman şimdiye kadar izlediği politikalar başarısızdır, sonuçsuzdur. Çark ederek başka bir tarafa geçerek aslında kendini kurtaracağını sanıyor. Böylece güya Kürtleri, Kürt özgürlük hareketini, Rojava’da, Başur’da DAİŞ faşizmine karşı Kürtlerin kazandığı itibarı zayıflatmaya, ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Böylece Kürtlerin çeşitli kesimlerle geliştirdikleri ilişkilerin önünü kesmek istiyor. Hedefi ve amacı budur.
Bir de gerginlik yaratmak istiyor olabilirler. Ama gerginlik politikası, sadece şunu söyleyebilirim, AKP’yi çökertir. Hani AKP çatışmaları ortadan kaldırmıştı, barıştan yanaydı, barışı getiriyordu. Bir de diyor ki, PKK engelliyor adım atmamızı. 2013 Newroz’undan beri PKK ateşkestedir, birkaç misilleme dışında bir tane silah kullanmadı. Bazı tartışmacılar doğru söylüyorlar, “zaten PKK savaş ilan etmemiş ki, ateşkes var, çatışmasızlık var, ne yapacaksa demokratikleşme yönünde AKP, hükümet istediğini yapabilir, bir engel yok” diyorlar. Ama kendisi yapmıyor.
Mesela bir günde 60-70 maddeyi Meclis’ten geçirebiliyor…
Tabi, kendi istediği kanunu çıkarıyor. Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde adım attılar da PKK mi ellerini tuttu, gerilla mı ellerini tuttu, hayır. Tam tersine bu kadar tahrike rağmen, Cizre’de o kadar genç, çocuk katlettiler, Amed’te katliam yapıyorlar, bu kadar baskı ve zulüm var, buna rağmen büyük bir sabırla Önder Apo gerilla ve halkı tutuyor. Çatışmasızlık ortamında tutuyor. Önder Apo’nun sabırla yürüttüğü bu politika olmasa ne Kürt halkını, ne gerillayı, gençlerini kimse tutamaz. İstediği kadar faşist polis örgütlesin, devletini saldırtsın kimse artık Kürdü korkutamaz. AKP kim ki, AKP korkutacakmış. Eğer öyleyse biz 40 yıldır mücadele eden bir hareketiz. Öyle AKP 2011-2012’de iki sene savaş yapamadı, herkese yalvarır hale geldi. Tayyip Erdoğan’ın sınırlarda neler yaptığını bilmiyor muyuz, Necdet Özel’in ne duruma düştüğünü görmedik mi?
Şimdi bunları söylemek gereksizdi ama toplum yanlış bilgilendiriliyor. Bir alıklaştırma operasyonu var, algı operasyonu diyorlar. Yani yalanı söyleye söyleye, 40 defa söyleyince inandırıyorlar, insanları böyle imkansız bırakmışlar, bütün imkanları ellerine almışlar, doğru gerçek budur budur deyip yalan yanlış şeylerle beyinlerini yıkıyorlar. Bunun için söylüyoruz. Böyle olmasa bu kadar şey söylemeye de gerek yoktu. Bizim için ortada zorlayıcı bir durum yok.
Bize Önder Apo da sordu, savaşa da hazırız barışa da… Herkes bunu bilsin. Barışı istiyoruz, Önder Apo’nun yürüttüğü sürecin sonuna kadar arkasındayız, ama bazıları diyor ki, PKK artık silah kullanamaz hale geldi. Bunu diyenler Ahmet Davutoğlu’nun sözleriyle avuçlarını yalıyorlar. Vazgeçsinler! PKK’nin ne yapacağını şimdiye kadar yaptıkları gösteriyor, benim söylememe gerek yok.
Tartıştığımız konuların içeriğinde HDP’nin yükselişte olduğu, artık AKP’nin yöneticileri tarafından da ilan ediliyor. Şu da ilginç, o konuda yorumunuzu da merak ediyorum, önceki gün de Tarım Bakanı Mehdi Eker “HDP yüzde 10’u geçti” diyordu. Bu açıklamalar ve durum ne anlama geliyor?
AKP’yi telaşa düşüren, Tayyip Erdoğan’ı da süreci tersine çevirmek üzere alenen riskli bir biçimde müdahale etmek zorunda bırakan zaten HDP’nin barajı aşmış olmasıdır. Onu gördükten sonra bu müdahalede bulundular. Mehdi Eker itiraf ediyor. Yükseliştedir, baraj değil iyi çalışırsa, geriye kalan bu iki ay içerisinde HDP, 2002’de AKP’nin yaptığı gibi yapabilir. Çünkü boşluk var, AKP’nin yalanı, hilesi ortaya çıktı. Türkiye’nin sorunlarını çözecek bir güç değil, Türkiye’ye barış ve demokrasi getirecek bir güç değil. O halde HDP barış ve demokrasi programını güçlü şekilde oluştursun, siyaset gündemine koysun, topluma taşısın, yüzde 10 değil de 20’leri ve üstünü hedeflesin. Bu mümkündür. Çünkü AKP, CHP, MHP, ne diyordu Tayyip Erdoğan ruh üçüzleridir. Bir elmanın parçaları gibidirler. Birbirlerinin alternatifleri değil birbirlerinin koltuk değneği konumundadırlar. Onlara alternatif olan HDP’nin demokratik siyasetidir.
Özellikle Alevi toplumundan, Alevi örgütlerinden, özellikle Avrupa’daki Alevi örgütleri de bu konuda toplu bir açıklama yaptı. Sizce yaklaşan seçimlerde Alevilerin tutumu ne olmalıdır?
Şimdi herkes görüyor, çeşitli toplumsal kesimler, özellikle baskı altında olanlar, ezilenler, demokrasiye ve özgürlüğe ihtiyacı olanlar görüyorlar. Bu anlamda HDP’ye bir akışın olduğu görülüyor. Mesela kadınlar görüyor akış yapıyorlar, çünkü en çok ezilenler, özgürlüğe ve demokrasiye ihtiyacı olanlardır. O nedenle kadın örgütlerinin HDP’yi daha fazla destekleyeceği kesindir. Benzer bir kesim Alevilerdir. Alevi kesim baskı altında olan, ezilen, uzun süredir iktidarlar tarafından baskı altına alınmış ezilmiş kesimdir. Şimdi mevcut partilerin hiçbirisinin kendilerinin bu ezilmişliğine son verecek bir demokratik ortamı getirmeyeceğini görüyorlar. Sadece HDP bu konuda gerçekten onların da özgürce yaşayacakları bir demokratik ortam getirebilir. HDP bunun sözünü veriyor. Daha net de söz verebilirler.
Demokratik birlik olmak kaydıyla bütün kesimlerin kendilerini özgürce örgütlemeleri gerçek demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bunu herkes biliyor. Bu bakımdan Alevilerden HDP’ye kayış var. Gittikçe daha çok artacaktır. Bazı işbirliği yapmışlar dışında büyük kesiminin bu seçimde HDP’ye oy vereceklerini düşünüyoruz.
Benzer durum emekçi kesimler için de var. İşçiler, memurlar, emekçiler. Benzer durum bütün demokratik güçler açısından var. Sol, sosyalist, İslami, özgürlüğe, özgür yaşama ihtiyacı olan, bu anlamda demokrasiye ihtiyacı olan herkesin bir yönelimi vardır. Çünkü demokratik ortamı Türkiye’de HDP’nin sağlayacağı netleşmiş durumda. En azından böyle bir programı var iddiası var. Herkes elbirliği eder katılırsa bunu daha da çok başarıya götürebilir. Ben bu bakımdan HDP’yi de daha demokratik olmaya, daha kapsayıcı olmaya, daha geniş kesimlere mutlaka gitmeye, seçime kadar tüm kesimlere tabandan ulaşmaya davet ediyorum. Doğru demokratik yaklaşım budur. HDP’nin eksiklikleri olabilir, katılarak gidersinler, demokrasi de onu gerektiriyor. O zaman herkes katılım göstererek varsa HDP’nin demokrasinin eksikliği, onu gidersinler. Böylece ortak bir demokrasi hareketi 7 Haziran seçiminde demokratik devrim niteliğinde bir zafer kazansın. Herkesin ihtiyaç duyduğu da budur.ANF