Bahar Şemdinliye gelmiş, hoşgeldine gidiyoruz. Beklemektense, karşılamaya çıkıyoruz.
Yüksekova Güncele uğramıştım. Hepimizin abisi olan Erkan abi, yarın Şemdinli’ye pikniğe gideceğiz dedi. Daha birkaç gün önce biz, Gever’de kar fırtınalarını camların arkasından seyrediyorduk. Hava hala soğuk, hala üşüyoruz.
Ama aranızda baharı özleyen biri veya birileri varsa, onun gelişini beklemez, izini sürer, sizi ona götürür. Hal buydu ve gidişimiz baharı Gever’e de çağırmaktı bir bakıma.
Karamsar itirazlarımıza makul yanıtları vardı Erkan abimizin. Şemdinliye kar fazla yağmamış, yeşil alanlar bulunuyormuş, kar dağlara çekilmiş. Tereddütlü tamamlarla ayrıldık çalışma arkadaşlarımızdan.
Eve dönüş yolunda mümkün mü sorusu aklıma takılıp duruyordu. Montuma daha sıkı sarılıyorum refleks olarak. Daha öncede birkaç kez piknik konusu açılmıştı ama gitmemiştik. Bunu da onlara yordum.
Akşam saatlerinde çalan telefonuma baktığımda, yarın kesin gideceğimizi öğrendim. Şimdi bunu aileme açıklamak bir mesele olarak önümde duruyordu. Direk söylemekten başka yol yoktu. Konuyu paylaştım, Gever’deki havaya bakınca pek olumlu düşünmemeleri normaldi. İtirazlarına rağmen, engel olmadılar, izin verdiler. Biz gazetecileri deli olmakla itham etseler de, izni vermiştiler. Bana bu kadarı yetiyordu doğrusu.
Annemin hastalanacağımla ilgili kaygılarını gidermek için hem sıkı giyindim hem de yanıma yedek hırka aldım. Sabah piknik hazırlığımı böylece tamamlamıştım.
Yola çıktık, soğuktu çünkü evden çıkınca Geverin havası kapalıydı ve kar yağacak gibi duruyordu. Ümidimize gölge düşürse da yılmadık ve yola koyulduk.
Yol boyunca manzaraya takılıyor gözlerim, kulağımda ise arabada çalınan koma Berxwedan’ın "hatin govendê bi dor, li dora agirê sor" parçası. Ses ve görüntü birbirini o kadar güzel tamamlıyordu ki tarif edilemez bir duyguydu. Bir yanı karlarla kaplı dağlar, bir yanı ise baharı müjdeleyen bir hava. Arabadaki herkeste gelenle buluşma telaşı varken, şarkı beni geçmişle buluşturmuştu. Anda var olan herkes silinip, yerini geçmişten yüzlere bırakıyordu.
İçimden bir sesleniş gide gide büyüyordu: “Bekle bizi piknik ateşi, bugün sana göründüğümüzden daha kalabalık geliyoruz”
Geverin aksine, Şemdinli’de gökyüzü az bulutlu, hava ise ılıklığıyla karşılıyor bizleri ve buyurun ben baharım diyor.
Kurumuş dalları toplayıp, yakıyoruz ateşi. Aklım, gözlerimin gördüklerinden daha ötelere gidiyor. Alevlere baktığımda yüzler görüyorum. Bugünden düne uzanan köprüler görüyorum. Arkadaşlarımın seslenişlerine hep bir rüyadan uyanmak irkilişi ile yanıt veriyorum. Uyandığıma mı, dalıp gidişimemi hayıflanmalıyım ayırt edemiyorum.
Hep çalışmakta olan arkadaşlar olarak bugünü kendimize ayırmıştık ama kalbim bugünü daha fazlasına ayırmış. Çocukluğuma götürüyor, oradaki sisler içerisinde saklanmış beni buluyor, küçük gözlerime işlenmiş yüzleri bir bir bugüne taşıyor.
Ateş, satır satır okuduğum bir günceye, alevler ise çevirdiğim sayfalara dönüşüyor. Sarı sıcak kızıllığında kaybolup gidiyorum. Bir tören havasına bürünüyor doğa. Dağlar, kardan eteklerini savuruyor, bulutlar hızlanıyor. Ben bir ayinin ortasında şaşkın. Özlediğim eller, ellerimden tutuyor. Bir halay başlıyor, ne başını ne sonunu seçebildiğim. Ama his ediyorum hepsi sevdiklerim, hepsi uzunca zamandır özlediklerim.
“Ne yapıyorsun” sorusuyla bir kez daha uyanıyorum. Kaç defa tekrarlandı bu soru bilmiyorum ama bana bakan gözlerde garipseyen ifadeler var, ben de ellerime bakıyorum. Ellerimi bırakmış elleri arıyorum. Oysa tütün kalmış sadece, bir cigara sarmaya hazırlanırken kayboldum sanırım.
Ateşin etrafında bugünün halayına katılıyorum, dünden bugüne uzanan halaya eşlik ediyorum. Dağlar ve ateşle olan buluşmamızı kutlarcasına içten içe bir mutluluğu yaşıyorum.
Seni bekleyemedik bahar, biz geldik…