Toz ve sis bulutları içinde, yarınlara uzanan yolu arıyordu. Düşlenebilir her şeyin ötesinde olmalı, düşlenebilir olanın ötesinde diye diye kendini inandırıyordu.
Öyle olacakmış gibi düşünüyor, öyle olacakmış gibiye inandıkça büyüyordu adımları. Kendinin hızına bir de içinde ki aşka alkış tutuyordu. Kendini alkışlayarak kaybolan bir siluetin fotoğrafını bırakıyordu geriye…
Ne hüzün ne de tereddüt. Sisi- tozu heyecanıyla yoğuruyordu. İnsanı insan yapan heyecanla… O parçalı serüvenin yapıştırıcısı duygularla…
O, her yolculuğun kendisiyle kavgalı insanlara atfedilmesi fikrine katılmıyordu. Kendisi ile ilgili bir hayali olanların da yolculuklara çıkabileceğini öne sürüyor, hatta böylesi yolculuklardaki tutkuya hayranlığını ifade ediyordu.
İnsanlık ilk tarihinden beri hep sığınaklar aramıştır. Önce mağaraya sığındı, sonra mağaranın içinde mağaralar yarattı. Böyle bir geçmişin genlerimize nasıl işlenmiş olabileceği ile ilgili fikirler yürütüyor, bu durumun hoş görülebileceğini söylüyordu. Ama asla ideali açıklama da yeterli olduğu yanılgısına düşülmemesini de öğütlüyordu.
Ona göre yolculuklar kaçışa yataklık etmemeli ya da en azından buna indirgenmemeliydi. Çünkü bu durum, o yollara düşmek için sabırsızlanan tutkulara haksızlık olur düşüncesinde idi.
Tutkusundan bahsetmezdi. Hatta onu herkesten saklamanın, tutkunun doğasıyla ilgili, yani barındırdığı ateşin harıyla ilgili boyutları olduğunu düşündüğü gibi, kendisini kendisi olmaktan uzaklaştırabilecek, biricik büyünün sırrını, başkalarına vermenin akıllıca olmayacağına inanırdı.
Sırrını saklasa da, içinde taşıdığının tüm havası sohbetlerine yansırdı. En azından aşina olduğumuz her şeyden farklı bir tat duyumsatırdı.
Zor zamanların paydaşı olan insanlar, genelde kendilerini gerçekliklerinden ara sıra uzaklaştıracak, belki biraz zihinlerini ve kalplerini dinlendirecek, böyle kendi farklılıklarına düşkün, bir bakıma yaşadığı anı algılamaktan kopuk insanlarla zaman geçirmeyi tercih ederler. Çünkü bunlar etraflarında ne olursa olsun, akılları hep başka yerden, uzaklardaki bir kitaptan okurmuş gibi düşünceleri, sohbetleri koyar önünüze..
Bu biraz mecnun vari halleri, henüz bilmediğimiz, adını koyamadığımız bir hayatın temellerini inşa etmekte. Akılları bir karış hava da diyorlar, öyledirler de. Tam da bu yüzden zararsızdırlar, oların yarattığı hiçbir gerçekliğin kendilerinden başkasına zararı olmaz, çünkü düşlerlerken bile buna özenlidirler. Keşke dünya, tutkularını böyle kendileriyle sınırlı tasarlayanlarla dolsa diyesi geliyor insanın. Hayat onlarla daha güzel olurdu çünkü.
Şiir yazmak, resim yapmak, beste yapmak yahut bir mabede kırk yıl odun taşımak…
Kendi oluş öykülerinin izleyicisidirler de. Bu yüzden oluşun siparişle, dayatma ile oluşmadığını, oluşamayacağını, içten gelen bir arayışın sonucu olduğunu çok iyi bilirler. Kendi yolculuklarının sırrına erenler, başkasının yolculuğuna ne yön vermeye, ne de ona yargıçlığa yeltenirler.
İşte bu tür insanlar sis ve toz bulutunun içerisinde ki kayboluşlarına yine kendi alkışlarını ekleyenlerdir. Her ne kadar o alkışın nedenini yalnızca kendileri bilse de, sesi hepimizin aklını ara sıra çeler durur…