Bu köy annemin büyüdüğü, dedemin kendi hikayesinin içini doldurduğu köy. Yani Esendere Beldesine bağlı olan Qesran (Akçadam) köyü. 1994’e kadar 25-30 hanelik iken, o yıldan sonra hane sayısı ikiye düşer.
Kotol dağlarının eteklerinde olan bu köyde üç mezarlık bulunduğu söyleniyor. Biri Ermenilere ait, biri sahabelere ait, birde Şeyh Hesen ve Şeyh Hesen’in abisi olan Şeyh Muhammed'inde türbelerinin de içinde bulunduğu zamanının ileri gelenlerine ait.
Kuzenim Selcan'ın rehberliğinde gezmeye çıktık. Bir yandan harika bahar mevsimin yarattığı doğadaki yeşilin her tonundan gelen koku, bir yandan hemen köyün içinden akıp giden derenin sesi beni andan koparıp, uzaklara, bu köyün bugünden öncelerine sürüklüyor. Dedemin anılarını, annemin çocukluğunu, köyü çevreleyen yamaçlarda kendi ruhuma ait izlerde arıyordum. Ama yaşamadığım bu coğrafya ve solumadığım bu havaya kalpten bir özlem ve içten bir özür bırakıyorum.
Arda ve Enderin şirinlikleri bugüne taşıyor beni sık sık. Oysa zihnim ve kalbim bu tepelerle ve dağlarla çevrili köyün dününden bugününe yolculuklara çıkmaya meraklı.
Harabeye dönüşen köyün hüzünlü halini hafızama işliyorum. Yalnızlığından ettiği sitemlerden kendi payımı yanıma alıyorum. Öyle ya, vefa özlemini dillendireceksem önce, kendimden başlamalıydım.
Ermeni mezar taşlarında yazılar ve resimlerle betimlenmiş tarihi durumlar var. Ancak aramızda anlamlarını bilen yok. Hangi kaygılarla bu taşlara bunların işlenmiş olduğunu düşünüyor ve bunları okuyamayışımıza, anlayamayışımıza hayıflanıyorum.
Yolumuz Şex Hesen türbesine doğru ilerliyor. Çevre köylerden insanların gelip, dualar edip, dilekler dilediği bir türbe. İnsan diyorum, çok eski zamanlardan beri, kendi çıkmazlarını bırakacağı bir adrese hep muhtaç, hala da taşıyor o ruhu. Dilek ağaçlarına muratlarını düğümleyenleri de belirtmeli tabi. Biçimi değişse de nedeni hep aynı kalan insana özgü bu gelenek…
Çok acımasız gerçekliklerle sınanmışlıkları olsa da, bu köy akşamları masalsı anlatımlara ilham kaynaklığı eder. Soğuk su kaynaklarını beslediği gibi. Kana kana içsek de, tadına doyum olmuyor.
Şimdi bu güzelim köyde iki aile, toplam nüfus olarak 19 kişi yaşıyor. Arda ve Ender’de bu sayıya dahil. İçten içe ikisine hem imreniyor hem de kıskançlık his ediyorum. Onlar burada, köylerine şu derenin taşıdığı söylenceler içerisinde ve akşamları bir masal dünyasında yolculuklara çıkarak büyüyecekler. Ruhları ve gönülleri zenginleşerek.
Buralardan kopup gidenlerin, sonraki nesilleri de belki bir gün dönüp bu duygularımı kendileri yaşayacaklar ve belki de Arda ile Ender hala kıskanılanlar olacak.
Yaşamak, kendimin, kan bağımın ve geçmişin izlerinde. Bir günle sınırlı da olsa, farklı duygularla bezedi ruhumu.