Yüksekova Güncel

Cizre’de barikat sohbeti: Hepsi acıların çocukları...

Makale

2 Kasım Çarşamba günü. Diyarbakır-Suriçi’yle Nusaybin’den sonra bu defa da Cizre’nin sokaklarında yürüyoruz.

 Beni bir ‘barikat’a götürüyor.
Bir yandan da bana özyönetim ile savunma gücü nedir anlatıyor:
“Bu devletten hayır yok Kürtlere. Artık kendi kendimizi yönetmek istiyoruz. Bunu yaparken de bize savunma  lazım.  Bu da YDG-H’nin işi...”
YDG-H’nin açılmış hali:
Yurtsever Devrimci Gençlik-Hareketi.
PKK bağlantılı ve silahlı bir hareket.
Soruyorum:
“Bu iş böyle nereye kadar gider?..”
Yanıt kısa:
“Valla nereye kadar giderse, oraya kadar... Geriye dönüşümüz yok artık.”

Soru sormuyorum, o devam ediyor:
“Bu devlet bırakın Kürtlerin eşitliğini, eşitliğin yarısını bile kabul etse, her şey çok değişik olurdu. Kürtlerin yaşadığı tam bir kimlik inkarıdır. Kürtlerin bir tanımı, tarifi olmalı, anayasaya konulmalı! Yok hâlâ.”
Ekliyor:
“Kürtler kendi kendilerini yönetmek istiyorlarsa, neden yönetmesinler?.. Bundan niye korkuyorsun?.. Dünyada ne kadar örneği var. Ayrıca bu bir kopuş, ille de bu bir ayrılık değil ki. Şiddetli bir savaş sonunda bile olsa özyönetim, biz Kürtler ille de kopmayız ki...”
Devam ediyor:
“Dilimi, tarihimi, edebiyatımı, folklorumu neden kendi ana dilimde, kendi okulumda öğrenemiyorum ki?.. Bütün dünyada var, Irak Kürdistanı’nda var, bizde neden olmasın?.. Ayrıca, toplum kendi ihtiyaçlarını kendisi belirlesin, karşılama, giderme yollarını da kendisi bulsun. Ne var bunda?..”
Sokakta bir duvar yazısı dikkatimi çekiyor:
“FUHUŞA  GEÇİT YOK! YDG-H.”

Köşeyi dönünce karşımıza kum torbalarından oluşan ve sokağın arka tarafını göstermeyecek kadar yüksek bir barikat çıkıyor.
Barikatın üstüne kırmızı bir bez gerilmiş, beyaz kapital harflerle yazılmış:
“SARAYIN SAVAŞI DEĞİL, HALKIN DİRENİŞİ KAZANACAK.”
Barikatın üstüne de renkli bir Öcalan bayrağı asmışlar.
Barikatın yanından arka tarafa geçiyoruz, bir barikat daha, mavi beyaz kum torbalarından oluşuyor.
Genç YDG-H’liler toplanmış.
Maskesiz, silahsız.
Anlaşılan, gün batarken siyah maskeler takılıyor, silahlar çıkıyor.
Karşılarına oturuyorum.

Anlatıyor:
“Bakın, şu karşınızda oturan dört genç de 1990’larda köyleri yakılan, köyleri zorla boşaltılan, bu yüzden evlerini barklarını terk ederek Cizre’nin kenar mahallelerine göç etmek zorunda kalan ailelerin çocukları...”
Devam ediyor:
“Bu çocuklar acıların çocukları... Yaşanan acılara tanık olarak büyüyen çocuklar... Büyüdükleri vakit de dağa çıkan çocuklar... Şimdi dağdan şehre indiler ve bu barikatlara çıktılar.”
Sözü 1990’lara getiriyor:
“Şimdi devlet, tıpkı 1990’ların kafasıyla hareket ediyor yine. Yine aynı mantık... Nasıl 1990’larda köyleri yaktı, köyleri boşalttı, ormanları yaktı, böylece PKK’nın tabanını yok edeceğini sandı. Oysa tam tersi oldu. PKK, şehirlere göç eden Kürt köylüleriyle birlikte şehirlere girdi, yaşanan acılarla kitle tabanını genişletti, kök saldı. Şimdi aynı ‘insansızlaştırma’ modelini şehirlerde uygulamaya çalışıyor. İnsanları canından bezdirip kaçırtmaya çalışıyor. Ama yine olmayacak, başaramayacak.”
Bu arada 7 Haziran-1 Kasım mukayesesi yapıyor:
“7 Haziran’da HDP Cizre’de yüzde 91.9 oy aldı. Beş ay boyunca neler neler yaptılar Cizre’de, ama 1 Kasım’da HDP oyunu yükseltti,yüzde 93.4 aldı.”
Önümüzdeki çadırdan çıkardıkları formika masaya taze pideler geliyor.
Otlu peynir soruyorum.
Zeytinle birlikte o da geliyor.
Sirik diyorlarmış otlu peynirin bu türüne. Sirik, dağ sarmısağı. Pide ve demli çayla güzel bir öğle yemeği oluyor.
Sözün peşini bırakmıyor:
Fırtına nedir anlatayım. Bu gençler yaşanan acılarla büyüdüler. Sonra da silahı alıp dağa çıktılar. Şimdi de buradalar, şehirde... Bu gençlere terörist demekle işin içinden çıkamaz devlet... Bunlaröfkeli gençler... Murat Karayılan’ın bile ‘Onların yanında biz liberal kalırız’ dediği gençler... Bu gençleri ancak barış, ancak gerçek bir barış durdurur. Yoksa fırtına gelir.”
Tekrar ‘fırtına’dan söz açıyor:
“Cizre’de en büyük direnişin yaşandığı bütün bu mahalleler, Cudi,NurSurYafesKonak hepsi 1990’larda köylerden göçenlerin, evlerinden barklarından koparılanların kurduğu mahalleler... N’apacaksın şimdi? Bu mahalleleri havadan bombalayacak mısın son çare olarak? Katliam mı yapacaksın yani?..
Katliam deyip biraz durup devam ediyor:
“Aslında Roboski’de denenmiş olan bu yoldur. Ama baktılar öyle büyük tepki patlamasına yol açtı, durdular.”
Ve soruyor:
“Dağı taşı bombalaya bombalaya yapamadığını, şimdi şehirde mi yapacaksın? Bu ancak bir çılgınlık hali olur ki, sonu bir iç savaşa kadar varır.”
Barikatlarda YDG-H’lilerin fotoğraflarını çekmek yasak, Suriçi veNusaybin’de olduğu gibi. Bilgi almak yasak. Ancak şöyle bir sohbet serbest...
Biz konuşuyoruz, onlar daha çok dinliyor.
Soruyor bana:
“Bu Tayyip Erdoğan nasıl bu kadar kuvvetlendi.”
Devletleşti de ondan... Bunun payı var güçlenmesinde” diyorum.
Devamını şöyle getiriyorum:
“Bu memlekette devlet hâlâ çok güçlü... Hukuk ve demokrasiyle başı hiç hoş olmayan bir devlet bu... İktidar koltuğuna oturanı, allem ediyor, kallem ediyor, sonunda devletleştirip teslim alıyor galiba... Muhafazakar da olsan, İslamcı ya da dindar olsan, zaten kanına girmiş olan Kemalist milliyetçilik de senin devletleşmeni kolaylaştırıyor.”
Bu tahlile aklı yatıyor.
Bu çerçevede sözü ‘Ergenekon’a getiriyor:
“Cizre’de Cemal Temizöz adı faili meçhul cinayetlerle anılır, lanetle anılır. Tayyip Erdoğan onu bile affetti, Ergenekon’la kol kola girdi. Devlete biat etti, devletleşti yani...”
Cudi Mahallesi’nin Halkevi.
Büyücek bir odanın girişinde üstünde bağış yazan bir sandık.
Duvarda televizyon açık. Kanal imc’nin haberlerinde HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken konuşuyor:
“Silvan’da gazetecilerin kafasına silah dayadılar.”
Bana özyönetim örgütlenmesini anlatıyor:

Her sokağın  bir ‘komün’ü var.
Onun eş başkanları var.
O sokakta 300 hane varsa, 300 hanenin temsilcileri o komünü oluşturuyor.
Komünlerden halkevi ya da mahalle meclisikuruluyor.
Ve her mahalle kendi büyüklüğüne göre, ilçe ‘meclis’ine delege gönderiyor.
Buradan halk meclisi doğuyor.
Ondan yürütme ve yürütmenin eş başkanları...
O ‘yürütme’nin de maliyeden, hukuktan, sağlıktan, çevreden, örgütten sorumlu birimleri oluyor.
2005’ten beri üzerinde çalıştık, tartıştık ‘özyönetim’in.
2015’te de yavaş yavaş pratiğe geçirmeye başladık.
Madem devletten hayır yok, biz de kendi işimiz kendimiz yapıyoruz.
Artık mahkemeye değil bize geliyorlar.
Uzlaşma komisyonları var.    
Günde 20-25 dosya sonuca bağlanmaya başladı.
Bu arada son alınan bir kararla, Cizre’de artıkiki evliliğin yolu kesilmiş durumda...  

Barikatın önünde, Cizre Halk Meclisi Eş Başkanı Mehmet Tunç da bana özyönetimi anlatıyor, güncel zorluklarından söz ediyor.
Bu arada ‘barikat arkası’ndaki 7 okul açıkmış. Her şeyözyönetimin kontrolü altındaymış ve devletin öğretmenleridersleri aksatmıyorlarmış...
Cizre Belediyesi’nde sohbet.
“Belediyeler, Demokratik Bölgeler Partisi DBP’ye, milletvekilleri ve genel siyaset Halkların Demokratik Partisi HDP’ye bağlı” diye anlatıyor.
KCK’dan dolayı 2009’da hapse girmiş, beş yıl yatmış.
Devlet kaskatı duruyor ve çözüm geliştirmiyor” diye devam ediyor, “Erdoğan Cizrelilerin gözünün içine baka baka onların katilini, Cemal Temizöz’ü affediyor. Bu durumda, çözümü kendi kendine geliştiriyor insanlar, özyönetim de bu işte...”
“Her an için toplu katliamlarla karşı karşıya kalabilir bu halk” diye sözlerini tamamlıyor.  

Kadir Kunur, Cizre Belediyesi Eş Başkanı, ‘özyönetim’i ağustos ayında ilan ettiklerini söylüyor.
Pratik nasıl deyince, özetle diyor ki:
“Savaş hali var Cizre’de, bütün bölgede... Cizre’de 23 vatandaşımız öldü. 35 günlük bebekten 78 yaşındaki dedeye kadar... Hayatın kendisi fevkalade zor şu günlerde... Bu da özyönetimi tabii ki zorlaştırıyor uygulamada...”
Genç bir sarışın kadın giriyor odaya.
Leyla İmret.
Görevden alınan ve  bir süre hapis yatan, hakkında yurt dışına çıkış yasağı konan Cizre Belediyesi’nin Eş Başkanı.
29 yaşında.
5 yaşındayken Cizre’de babasını yargısız infazda kaybediyor. Almanya’da Bremen’de yaşayan dayıları onu kendi yanlarına alıp büyütüyorlar. Pedagoji okuyor.
Onunla, benim de eski zamanlarda 16 ay yaşadığım Bremen’i konuşuyoruz.
Eş Başkan Kadir Kunur anlatıyor:
“Yaşadığımız acıları, Cemal Temizöz’leri, faili meçhulleri, yargısız infazları bize unutturamazsınız. Biz 1990’larda bu acıları yaşayarak büyüdük. Şimdi bizim çocuklarımız da öyle büyüdü, acılarla yoğrularak... Terörist diyerek, terör örgütü diyerek, gerçeklere göz yumarak bu sorunları çözemezsiniz.”
Cizre’nin barikatlı sokaklarında dolaşırken, Cudi Mahallesi’nde bir taziye evine uğruyoruz.
Pazartesi günü Tahir Elçi’nin ölümünü protesto eden gösteri dağılırken bir bomba patlıyor, 24 yaşındaki Hacı Sasur, barikatlardan bir YDG-H’li, hayatını kaybediyor.

Yaşlı babasının elinde oğlunun bir fotoğrafı, boynu bükük duruyor, fotoğrafını çekmemi bekliyor.
Takkeli, yaşlı ihtiyarların tepesinde iki büyük boy fotoğraf.
Birinde Apo.
Ötekinde Şehit Beritan.
1992’de, KDP ile ‘Güney Savaşı’nda kurşunu biter, zılgıt çekerek uçuruma atlar, Gülnaz Karataş isimli genç kadın gerilla...
Kasım Yiğit’le tanışıyorum.
Aslen Beytüşşebap’lı bir imam.
45 yaşında.
Ama Kürtçe vaaz verdiği için 5 yıl hapis yatmış...
Bu topraklarda insanların acılarına dokundun mu, dibini bulman mümkün değil.

Yaşlı babasının elinde oğlunun bir fotoğrafı, boynu bükük duruyor, fotoğrafını çekmemi bekliyor.
Takkeli, yaşlı ihtiyarların tepesinde iki büyük boy fotoğraf.
Birinde Apo.
Ötekinde Şehit Beritan.
1992’de, KDP ile ‘Güney Savaşı’nda kurşunu biter, zılgıt çekerek uçuruma atlar, Gülnaz Karataş isimli genç kadın gerilla...
Kasım Yiğit’le tanışıyorum.
Aslen Beytüşşebap’lı bir imam.
45 yaşında.
Ama Kürtçe vaaz verdiği için 5 yıl hapis yatmış...
Bu topraklarda insanların acılarına dokundun mu, dibini bulman mümkün değil.

Kim bunlar?
Yeni Türkiye’nin ‘yeni JİTEM’i olabilir mi?..
Veya yeni derin devlet?

Yoksa, IŞİD’in Türkiye kolu mu? HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken televizyonda böyle diyor.
Yorumu şöyle:
“Hasan abi, Türkiye kanlı bir iç kargaşaya, hatta bir iç savaşa doğru gidiyor.”
Yazılara yarın da buralardan devam.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.