Bir mumun aydınlığına saklıyorum yüzümü. Bir akşam ki bin akşamın gözlerine bakıyor. Çocukların alınlarından dökülen terler, belirsizliğin arklarına dökülüyor.
Gölgeler susuyor, duvarlar susuyor. Rüzgarı tutmuş pencereler, içeriye sadece vakitsiz düşünceler üşüşüyor. Perdeler, perdelese keşke…
Varlık bir alevin alazında, boyumun hizasında, uzatsam ellerimi dokunacağım biliyorum. Ama ellerim, ellerim çok yorulmuş, kımıltısız parmaklarım.
Yalnızca bakışlarımı düşürüyorum, yangının başladığı ve bittiği yere. Gözbebeklerim büyüyor, göz bebeklerim küçülen gölgeme inat.
Akşam, soğuk buz taneleri gibi avuçlarıma dökülüyor. Bu eller karanlığı toplamak için mi açılmıştı göklere. Avuçlarımın bilmediği bir dil var sanki, toprak ile bulutlar arasında. Avuçlarımın unuttuğu bir dil belki de…
Sabahın müjdecilerini arıyor gözlerim, akrep ile yelkovan yakalıyor bakışlarımı. Bir mengenede sıkıştırılarak, daha beklenecek zamanı öğreniyorum. Kırılıyor dişlerim, dişlerim dökülecek bir avuç bulamıyor. Akrep ve yelkovanın kıskacında, bir gölge bırakıyorum, dişleri kırılmış, ağzı kan içinde…
İnsan mı, insan çok kaybetti diyor gölgem. İnsan çok kaybetti…
Dilime bir dua doluyorum, duvarlar duvarları açıyor. Bu kesif karanlığın içine, ince mi ince bir parıltı sızıyor. Aklını bende tut, aklını ve kalbini bende tut diyor. Aklım ve kalbim, aklım ve kalbim… Düşürmüş olduğumdan korkuyorum birden. Duamı geri alıyor, duvarları üstüme örtüyorum.
Kendimi soluksuz bırakıncaya kadar, içime çekiyorum geceyi. Gökyüzünde çok üşümüş yıldızlar da karışıyor benliğime. Kalbimde bir sızı his ediyorum, olması gerektiği yerde, olduğunun kanıtı gibi. Biliyorum ki şimdi öksürsem, öksürüğüm ışık olacak. Mum mu aydınlatıyor beni, ben mi aydınlatıyorum mumu bilmiyorum. Her şey azar azar dengesini yitiriyor gibi. Denge diyorum, azalıyor diyorum.
Dengemi tükettiğimi görüyorum, gölgemin dizlerinde. O nasıl yıkılmak öyle, o nasıl zoraki tutunmak. Duvarlara geçiriyor pençelerini, tırnak uçlarında kırmızı bir sızıntı. Kokusu yok neyse ki! Kokusu olsa kan diyecektim.
Yanıtlarla bağlıyorum başımı, umarım o ki, ağrılar dinecek. Mumun etrafında kırk kez dönüyorum, sorular yakıyorum. Akıl yakan sorular yakıyorum, soru doğuran sorular…
Şimdi bir tütsü olsaydı diyorum, geceyi uyutsaydı kokusuyla. Çok az kişi bilir, bazen bir tütsünün bütün gözleri kapatacak etkisini… Bir tütsü olsaydı, bir tütsü…
Kokusunu avuçlarıma saklar, bulutları ve toprağı uyuturdum. Bir tütsü olsaydı, bir tütsü… Dumanı, akrep ve yelkovanın arasından nazlı nazlı yükselecek bir tütsü. Sabahın eteklerinden tutup, gecemin içine çekecek bir tütsü…
Aklımda dizilen sözcükleri mumun alevine atıyor, kalbimde birikenleri ise kalemime saklıyorum. Kalemim ki bir kalbin yükünü omuzlamaya mahkum. Ortasından yukarı doğru uzanan çatlaklarına bakınca, anlıyorum. Sorgusuz sualsiz bu kabulün kahrını. Bir tütsü olsa, dumanı kalemimin çatlaklarını doldursa diyorum. Bir tütsü olsa, kalbimin…
Mısraları basamak yapıyorum karanlığa, usul usul gitmesi için. Ayaklarını pamuklarla bağlıyorum, gidişinin gürültüsüyle uyanmasın cinnetim diye. Bir tütsü olsa, cinnetimi uyutsa diyorum.
Ve karanlık, yalnızca başımı ağırlamaya hazır, yumuşak bir yastık anlamına gelse…