Hayatı üç saniyeye bağışladım ey güneş doğ üzerimize doğ ki; kara topraklar sevince boğulsun ve filizlensin yeni yeşermeye yüz tutmuş nebatat;
goncaları bekler oldu güller nice nergisler, laleler ve sümbüller hakeza... Ve bir oluşu kutlarcasına bir eda ile beklemekte...
Doğ ey güneş erit taştan adamı ve kurut taşları diken elleri…
Lokma ekmeğe muhtaç olan yüzler sevinsin,
kuzuların meleşmesi gibi kınalılar kavuşsun hasret kaldıkları analarına ve tebessüme boğulsun vuslata özleme duyan şu biçarelere bir çare dileğiyle...
Hayattan yüz çevirdiğin şu üç beş günlük dünyada ne gamı, kederi misafir edecek kadar gönül, ne de huzursuzluğu kılacak kahkahaya ihtiyacın var...
Güle yel değdi gönle ateş düşünce; ince kırıntılardan kalma bir azığı paylaşmıştık ve nicelerini kıskandırırcasına bir üslupla vesselam diyerek ayrılırdık herkesin kendi dünyasına çekilmek üzere olan mekânına…
Hayallerin bile heyhat dediği bir dostluğu, bir kelam ile parçalamak ne denli acıklı ise, dile getirmekte bir o kadar zor…
Ben dertli, sen dertli heyhat gönül dünyadan çok mahzun çok dertli...
Sevmeyi öğrendiğin ağızlardan ayrılığı hissettiğin bir dünyaya da demir atmayı bilmen gerektiğini bir bir anlatıyordu hayattan kalan kesitler.
Bir tebessümün bile sadakaya geçtiği bir dünyadan başını eğip kendi dünyasında hayaller kuranlar bugün bir geleceğe perde çekip kendi karanlıklarına gömülürler.
Acı gönle gamdır ömür billâh süren ne serfiraz eder ne de güldürür.
Hepten öldürür insanlıktan bile uzaklaştırarak...
Güneşi gölge kılanlara bir daha yönelerek…
Kendi çehrenden bir güzelliği nakş edemediysen ağzınla kuş tutsan nafile
Ha yanmışın, ha ölmüşün ha öylesine laflamışın ne fayda;
Artık hicran sarmış yüreğimi, çaresizliğin eşiğinde sensizliğin ve biçare diye anımsatan bir hali bilmezliği arz etmektedir.
Duygu ile başlayıp ve sevgiyle noktalamak arzusu ile…