İşte o röportajdan bazı bölümler:
Kavgacı ve gıcık olduğunu kabul ediyor musun?
Söylenmesi gereken her şeyi söylediğim için kavgacıysam, evet kavgacı olduğumu kabul ediyorum. Söylenmesi gereken her şeyi en kıl biçimde ifade ettiğim için gıcıksam, yine evet kabul ediyorum gıcığım. Ama bu ikisi dışında asla kavgacı ve gıcık değilim. Özünde iyi bir insanım. Ama son tahlilde... Gerçi en son tahlilde Melih Gökçek için bile ‘iyi insan’diyebiliriz ama olsun... Tanısan seversin yani.
İnsanlarla neden bu kadar çok uğraşıyorsun?
Şöyle bir söz var: Büyük insanlar fikirlerle, orta insanlar olaylarla, küçük insanlar kişilerle uğraşırlar. Ben bir küçük insanım... Fikirler ve olaylardan ziyade kişilerle uğraşırım. Mesleğim de aslında küçük insanların yapabileceği bir meslek... Gazetecilik bir tür kişilerle uğraşma sanatıdır. Ne yapalım, Mevla benim kaderimi böyle çizmiş. Kaderden kaçılmaz.
Önceden mahalle atışmaların daha zevkliydi. Sen imanlı hava sahasına dalıyordun saha sana coşuyordu. Niye bu kadar siyasileştin?
Siyaset bizi rahat bırakmıyor ki... Beş seçim yaşadık birbiri peşi sıra... Yetmedi, her gün başka bir siyasi olay. Yetmedi, her gün ayrı bir demeç... Siyaset hayatın her alanına sirayet etti. Artistler ve türkücüler bile siyasetçi gibi oldu. Siyasetçiler hayatın her alanıyla ilgili sözler söylüyorlar. Bazen dizi eleştirmeni oluyorlar, bazen doktor... Köşe yazarı gibi oldu siyasilerimiz... Onlar bizim işimizi yapar olunca, biz de onların işini yapar olduk.
Ethem Sancak’a Şems derken eşcinsellik imasında mı bulunuyorsun?
Asla! Kata! Hayatta bu tür imalarda bulunmam. Ethem Sancak söz konusu olsa bile bunu yapmam. Mevlana ile Şems arasındaki ilişkinin ne tür bir ilişki olduğunu anlayabilen biriyim. Bu açıdan “Şems” sıfatı, aslında bir iltifattır Ethem Sancak için... Ama Mevleviler çok alınıyorlar. Bu yüzden artık ona öyle demeyeceğim.
Hangi partiye oy verdin?
AK Parti harici bir partinin adını versem, “Sen oy vermedin, o oy vermedi, kim oy verdi o zaman” diye çıkışabilirler. AK Parti desem, “Sen de mi arkadaş sen de mi?”diye ağır bir mahalle baskısı işleyebilir. En iyisi bende kalsın.
Tarafsız olman her kesim için çok cazip, lakin seçim öncesi HDP’nin ekran koruyuculuğunu yapman çok şaşırtıcı, yanılıyor muyum?
Yanılıyorsun ki hem de nasıl! HDP’nin ekran koruyuculuğunu falan yapmadım. Selahattin Demirtaş’la yaptığımız o meşhur programı aç ve izle... Göreceksin ki o programda Demirtaş’a sorulması gereken her türlü soru, hem de en sert biçimde sorulmuştur.
Kardeşinin dağda olması durumu dâhil. Ben hiçbir programımda hiçbir partinin koruyuculuğunu yapmam. Sorulması gereken her soruyu sorarım. Bunu efelik olsun diye söylemiyorum. Aksi durumda kendime olan saygımı yitiririm. Sorulması gereken soruyu sormaz ve koruyuculuk yaparsam biterim ben. Başkalarının gözünde değil, kendi gözümde biterim. Ki bir insan için en feci bitiş budur.
Niye bu kadar kolay adam satmaca oynuyorsun? Önce Demirtaş, sonra Kılıçdaroğlu, Bahçeli…
Ben günlük siyaset yazıyorum... Demirtaş mı söz konusu? Çok parlak, çok zekice bir çıkış yapıyorsa övüyorum. Yapamıyorsa eleştiriyorum. Bahçeli için de geçerli bu... Kılıçdaroğlu için de... Buna “adam satma” denebilirse... Evet, satıyorum. Hakiki gazeteciler, adam satanlardır. Daha doğrusu: Hakiki gazeteciler, satmak ya da almak gibi tabirlerle nitelenemeyecek ilişkiler kurarlar siyasetçilerle. Benim siyasetçilerle ilişkim böyle bir ilişkidir. Ben 40 yıl aynı kişiyi öven ya da 40 yıl aynı kişiyi yeren eski tip gazetecilerden değilim... Kimsenin adamı değilim. Kimsenin goygoycusu da değilim. Kimseye verilmiş bir sözüm yok. Kimseyle ahitleşmedim. Dolayısıyla siyasetçilere şöyle seslenmek istiyorum: Sakın bana güvenmeyin, anında satarım.
Gerçekten Kılıçdaroğlu’nun bir lider olmadığını bir gecede mi anladın?
Kılıçdaroğlu’nun lider olmadığını daha önce de yazmıştım. Ama diyelim ki yazmadım.“Evet kardeşim, bir gecede anladım” diyebilirim. Çünkü siyaset, her şeyden önce bir netice alma sanatıdır. Eğer Kılıçdaroğlu’nun netice alamadığı bir gece daha ortaya çıkmışsa... Onun lider olamadığını bir gecede anlarsın. Mesele bu kadar basittir yani.
Kılıçdaroğlu lider değilse lider kim?
Tayyip Erdoğan tabii ki... Liderdir. Tartışmasız... Demokrat mıdır, tahammüllü müdür... Tartışılır. Hem de çok.
Tetikçi misin?
Erbakan Hoca’mız 70’lerin anarşi yıllarında, “Hiç tetik çeken el ile tespih çeken el bir olur mu?” derdi. Ben de aynı cevabı vermekle yetinmek istiyorum.
Ben Yasin Börü katliamını oyların siyasetin çok üstünde bir yerde görüyorum. Saz çaldırdığın adama Yasin Börü’yü sordun mu? Berkin’i Hükümet’e soruyorsun?
Berkin Elvan ile Yasin Börü’yü karşı karşıya getirmeyi bırakalım artık. Ne ben Yasin Börü için içimin yandığını kanıtlamaya çalışayım, ne de sen Berkin Elvan için içinin yandığını kanıtlamaya çalış. Yasin’i Demirtaş’a, Berkin’i hükümete soralım... Hep beraber yapalım bunu... Hiçbir ayrım yapmadan... El ele... Hep birlikte... Ama hükümete Berkin’i daha çok soralım, çünkü Demirtaş, hiç değilse Yasin’in anasını meydanlarda yuhalatmadı.
Dalağın, çorabının rengi, sık değiştirdiğin sevgililerin haricinde malzeme edilecek başka bir özelliğin var mı?
Sanırım yok. Olsaydı kesin malzeme yaparlardı. Dön dolaş hep aynı terane: Beyaz çorap, dalak... Beyaz çorap, dalak... Ben sıkıldım, yazanlar sıkılmadı arkadaş.
Çok mu ileri gittik acaba diye düşündüğün anlar oldu mu?
Gazetecilik çok ileri gitmek sanatıdır. Bu yüzden “çok mu ileri gittik acaba” demem ben. Her zaman “yeterince ileri gidemedik mi acaba” derim.
Sence ikinci Ahmet Hakan kim?
Bana eskiden “İslami kesimin Ali Kırca’sı” derlerdi. Çok içerlerdim bu cümleyi işittiğimde... Şükürler olsun ki artık “ikinci Ahmet Hakan kim” falan akla gelmeye başlamış.
Kanal 7’de en çok hangi mesai arkadaşını özledin?
Zekeriya Karaman ve Mustafa Çelik... 10 yıl geçirdim ikisiyle de... Zekeriya Bey çok muhterem, çok saygıdeğer, çok iyi niyetli bir insandır. Bir gün bile herhangi bir nezaketsizliğine tanık olmadım. Mustafa Çelik’le çok daha yakındık. Onu da hep hürmetle anıyorum. Her ikisiyle de ilişkilerimi çok yakından sürdürmek isterdim. Ama galiba biraz, “Buradan gitti ama gözü arkada kaldı” denmesin istedim. Kanal 7 geçmişim, benim gurur kaynağımdır. Beni Hürriyet’ten okuyan, CNN Türk’ten izleyen birçok kişi, “Biz seni eskiden Kanal 7’deyken de izlerdik” diyor. Buna çok memnun oluyorum. Aslında gazetecilik çizgimde çok da büyük bir kırılma olmadığının kanıtı gibi görüyorum bunu...
İmam Hatip’te Kur’an notun kaçtı?
Çok ama çok yüksek, 10... Çünkü ben imam-hatipten önce Kur’an kursuna gittim bir yıl... Hem de İsmailağa’ya bağlı Yeşil Camii Kur’an Kursu... Ünlü hafızlar yetiştirmekle meşhur kurs. Orada “reisül kurra” diye bilinen meşhur âlimlerden merhum Mehmet Aşıkkutlu’nun beni dinlemişliği bile vardır. Tecvidimiz, kıraatimiz süper sağlamdır yani.
En sık okuduğun sure…
Felak ve Nas... Bu iki sureyi sürekli okurum... Koruma kalkanı vazifesi görür bu sureler benim için... Ama en sevdiğim sure “Fecr” suresidir. Muhteşem bir suredir... “Ant olsun fecre/Ve on geceye/Ve çifte ve teke/Ve karanlığıyla örten geceye...” Böyle başlar. Hem anlamı hem musikisi pek derin, pek etkileyicidir. Abdüssamet var ya... Hani şu Mısırlı hafız... Devrimci bir edayla bir okusun, ağlarsın.